2017’de kaybettiklerimize yenileri eklenerek 2018’i karşıladık.
2018’de “korkudan” korkmuyoruz diyoruz!
Günümüzü umuda ayarlıyoruz!
İşlerine geri dönmekten başka bir şey istemeyen emekçilerin dört mevsim, 300 gün açlığıyla dünya güneş etrafındaki yeni turunun ilk gününe başladı. Biz Adalar’da yasaklara inat “yasak da neymiş” diyerek meydanda karşılarken dünyanın turunun ilk gününü!
Yine “ulaşamıyoruz, ulaşım hakkımız” diye Adalar’da her gün sesimizi duyurmaya çalıştığımız 2017 günlerinin bitmesine bir kala Adalar-Beşiktaş seferleri kaldırıldı!
Hala kırıntı düzeyinde de olsa hukuk devleti ve laik bir ülkenin anayasasında Diyanet’ten, Allah’ın kanunları bu diyerek 9 yaşında kız çocukları evlenebilir açıklamaları geldi. Ruhani-manevi dünya ile ilgili işi olduğu halde, kendi işi dışında dünyevi işler için canla başla çalışacağını 2018 ilk gününden gözlerimize soktu!
Ülkede açlık dörtnala koşarken, korku evlerin içinde başköşeye kurulmuşken, demokratik hakların esamesinin kalmadığı, halkın öldük bittik çığlıklarına kulakların sağır gözlerin kör olduğu ispat edilircesine Sivriada başta olmak üzere İstanbul’da yeni imar yasaları çıkarıldı, hem de İstanbul’a ihanet ettik deyip çılgın projelere dörtnala koşarken.
Yetmez, yeni KHK şart açıklamalarıyla 2018’e yelken açtık.
2017 yılı, en çok “seçimle gelen seçimle gider” sözünü ağzından düşürmeyenlerin kayyumlarla ve genelgelerle belediye başkanlarını görevden aldığı yıl olurken, 2018’e de belediye başkanlarının görevden alınmasıyla hoş geldin demek zorunda bırakıldık. İşimiz zor, yükümüz daha ağır olacak bu yıl. 2018 ağırlığınca yükle gelip, kapımızdan içeri girdi...
Bazı İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri okullara gönderdikleri genelge ile Ocak ayından itibaren Pazartesi günleri öğretmen-öğrenci herkesin sabah namazına gelmesi tebliğ ettiler.
2017’ye İstanbul-Reiana katliamıyla girmiştik; 2018’e tecavüz, kadın cinayetleri, hayatı boyunca çalışmamış, alınteri dökmemiş sarıklı-cübbeli meczupların ellerinde bildirilerle bundan sonra İslami kurallara göre yaşanacağını anlatan gösterileriyle girdik.
Yine vapurlarımızda cüppeli propagandistlerin “adalılar da” imana gelecek söylevleriyle evimizden-işimize gelip-gitmeye başladık. Kendilerini ilah sanan özel güvenlik görevlilerinin tehditkâr bakış ve huzursuz edici hal ve hareketleri eşliğinde vapurlarımıza binip inmeye başladık. Ülkemiz ve Adalar’da yaşadığımız atmosferi ifade etmek için yapacağımız örneklemeler sanırız yazmakla bitmeyecek.
Evet, anlatmak istediğimiz yaşadığımız bu koşulların adının ne olduğu aşikâr: Faşizm, Otoriterlik!
Otoriterlik!
Bugün KHK’larla yönetiliyor, otoriterliğin hüküm sürdüğü bir yaşamda bir türlü olağanlaşamıyorsak, elimiz-kolumuz bağlı bir şekilde yaşamı idame ettirmeye çalışıyorsak bunun nedeni emin olalım ki biziz. Otoriterliğin gücü, büyük oranda bizim ona kazandırdığımız bir güçtür. Tarih bunun pratik örnekleriyle doludur...
Baskıcı bir hükümet bugün bunları yapıyorsa, yarın neler yapmaz diye düşünerek, “yapacak bir şey yok” diye kabullenerek, daha çok içe kapanmaya, kendini korumak için sessizliğe gark olmaya başladık ki peşi bugün yaşadıklarımız... 2018’in günlerini kendi düşündüklerimizin itaatkârı olmayı en başta red ederek geçirmeliyiz kanımca.
Elde avuçta kalan kurumları, -ki gerçekten kalanlar avucumuza sığacak kadar az- bunlar bir gazete, dergi, okul, üniversite, bir sivil toplum örgütü, dernek, DKÖ, bir sanat kurumu, platform olabilir, savunmalı ve sahiplenmeliyiz. Hiçbir şey yapamıyorsak bir gazeteyi-dergiyi satın alarak okumalı-yaşatmalı, gönüllü muhabirleri olmalıyız. Mesela Adalar’da yaşayanlar olarak evde oturup, başımıza gelecekleri beklemek yerine bu kurumlardan birinde çalışmalı, üretmeli, evin dışına çıkmalıyız. Kendimizi ve yaşam alanımızı sahiplenmek için harekete geçeceğimiz bir yıl olsun 2018.
2018 yılı, yeniden düşünen, kavramaya çalışan, sorgulayan, ötekini dinleyen, duyan, hisseden, hatta konuşturan bir söyleme sahip olmamız gereken bir yıl olsun. Kendi muhitimizde, yerelimizde bu ilişki ağını yeniden yeniden oturtmak için çaba göstermemiz gerekiyor.
Doğruları söyleyeceğimiz, cesaretle değerlerimizi, onurumuzu korumak için ölü toprağını silkeleyeceğimiz bir olsun. Aziz Nesin ne demişti: “Herkes beni çok cesur sanıyor, hayır ben de korkuyorum hem de çok. Yaşananlar karşısında insanlık ve toplumsal görevim beni konuşmaya, kabullenmemeye itiyor.”
Cesaret söyleyeceklerini doğru zamanda, uygun bir dille söylemektir. Bugün değilse ne zaman, ne zaman konuşacağız!
Ve gerçekleri, doğruları söyleyince başımıza bir tehlike geliyorsa ne yazık ki dışarısı, hapishaneden daha kötü durumda demektir. Ya korkuya rağmen cesurca konuşa konuşa cesur biri olacağız ya da yalanların içinde kaybolacak 1984 Orwell’inin yazdıklarının ülkesi olacağız! Hayattaki en büyük kayıp, hakikatin kaybıdır. Bu bir insanın, bir toplumun kaybıdır. Yeni yıl bu gerçeği bilince çıkaracağımız yıl olsun.
Kazanacağımız aydınlık yarınlar için, bilimsel ve ilerici bir eğitim için yılgınlık değil, dayanma ve direnme ihtiyacımız var bu yıl. Bunu çocuklarımız için, yaşadığımız mahal için, Adaların yok olmaması için yapmalıyız... Adalet mitinginde alanı hınca hınç dolduran, Cumhuriyet’i, yarınımızı kimseye kaptırmayacağımız diyenler nasıl bizler idiysek, cesareti kuşanıp geleceğimizi sahiplenecek olanlar da bizleriz.
Enseyi karartma hakkımız yok; kaybedecek hiçbir şeyimiz kalmadı, ama kazanacağımız güzel bir dünya önümüzde duruyor. Bu nedenle kazanacaklarımız için kanatlanacağız...
Ve;
Korkudan korkmayacağımız, teslimiyeti asla kabul etmeyeceğimiz, illeti biz kabullendiğimiz için büyüyor bilinciyle hareket edeceğimiz yıl olsun.
Mücadele ve umudumuzun kanatlarını kırmaya, yaşanılası bir dünya için yüreğimizin atmasını engellemeye kimsenin gücünün yetmeyeceği günleri yaratan bir yıl olsun.
2018 ölü toprağının silkelendiği yıl olsun... Bu dileklerin gerçekleşeceğine olan inançla yeni yılı umudun şaha kalkacağı bir yıl olmasını diliyor, hoş geldin yeni yıl diyorum...