Çarşamba, 09 Mayıs 2018 16:23

Adaya adanan iki gönüllü can: Sibel Akkaşoğlu-Bingöl Erdumlu

Ögeyi değerlendirin
(3 oy)
Röportaj: Semra Askeri Uzuner Röportaj: Semra Askeri Uzuner Fotoğraflar: Semra Askeri Uzuner-Mustafa Uzuner

Şu an adaların kültür-sanat alanı çalışmalarında duayen diyebileceğimiz Sibel Akkaşoğlu ve Bingöl Erdumlu ile evlerinde, evin kadrolu üyeleri Fındık ve kedileriyle birlikte ada, adaevi, sokak hayvanları ve sevgisi üzerine sohbet için bulunuyoruz.

Adalar’da, özellikle Büyükada’da kültürel etkinliklerin süreklileştirilmesi ve adalar halkına ulaştırılmasında büyük emekleri geçen bu iki isim, adaların son on yılına neredeyse damga vuracak bir tarihin oluşturulmasına da katkıda bulundular. Bu iki isim kültür elçileri de oluşturup, haleflerine yerlerini bırakarak yeni kültür sahalarının büyüyüp güçlenmesi için yollarına devam ediyorlar.

Girizgâhı fazla uzatmadan sözü onlara bırakıyoruz.

roportaj 3 280x

Merhabalar diyerek sorumuza, daha doğrusu sohbetimize başlayalım.

2008 yılında Adalar’da, Büyükada’da adınızı ilk duymaya başladık. Kültür sanat faaliyetleri ve insanlara dokunan sanatsal etkinliklerin yaşama geçirilmesiyle. O süreçten ve sürecin ilk meyvesi adaevi’nden bahsederek söyleşimize başlayabilir miyiz?

Sibel Akkaşoğlu: Tabii ki... Yalnız ben Adaevi sürecinden önce şunu belirtmek isterim. Adalar Kültür Derneği’nde beş yıl gibi bir süre yine bu kültür-sanat programlarıyla ilgili çalışmalar yapmıştım. Sonra oradan ayrıldım. O sırada Adalar Vakfı bir kültür-sanat merkezi açmak istedi. Bana da teklif getirdiler, buranın programlarını yapma ve uygulama çalışmalarını üstlenir misin diye. Ve 2008 yılının Haziran ayında çok yoğun bir üç aylık program yaparak, sergisiyle, konseriyle, sinemasıyla hızlı ve etkin bir şekilde kültür-sanat faaliyetlerine başladık.

O dönem yanınızda kim ya da kimler yer aldı?

O süreçte benimle birlikte emek harcayan ve beni yalnız bırakmayan başta Bingöl Erdumlu olmak üzere Lale Tuna gibi gönüllü arkadaşlarımız vardı. Ama gönüllü sistemi bizim ülkemizde öyle çok iyi çalışan bir sistem değil. “Canım isterse yaparım” şeklinde bir gönüllülük anlayışı hakim olduğundan gerçek gönüllü olarak bir tek Bingöl Erdumlu kaldı yanımızda. Sözünü ettiğim bu dönem açılıştan üç ay sonraki dönem. İşte o dönemden sonra biz Bingöl Erdumlu ile 2008 yılının sonbaharından 2014 yılında “adaevi” mekânımızdan ayrılıncaya kadar birlikte çalıştık.

Her boyutuyla birlikte çalıştık. Kendisi sandalye de taşıdı, birçok konuda söyleşi de yaptı... O süreç içerisinde konserlerimize, söyleşilerimize, sergilerimize devam ettik. Haftada bir gün sinema gösterirken, bir gün de belgeseller sunduk.

roportaj 10 280x

Bu mekân, önce Büyükada meydandaydı sanırım, sonrasında Çınar Meydanı Kozalak Sokak’a taşındınız...

Evet, doğrudur. Biz adaevi olarak faaliyet gösteren hem ilk mekânımızı hem de ikinci mekânımızı sadece etkinlik mekânı olarak değil, çay, kahve içip ufak tefek atıştırma yapabileceği şekle de dönüştürmüştük. Yine burayı dileyen herkesin buluşma noktası, sohbet ve kitap okuma yeri olarak da adalılara sunduk. Adaevi’nde derneklerin, okulların vb. kurum kuruluşların çalışma, seminer, toplantı ve atölye çalışmaları yapmalarına da imkânlar sağlandı... Dolayısıyla burası insanlarda bir uğrak mekânı olarak da hafızalardaki yerini aldı.

Ve adaevi süreci insanların zihninde böyle dopdolu programlarıyla, sosyal iletişim sağlayan ortamıyla yer etti.

Bizim de kısmi olarak tanık olduğumuz Adalı Dergisi olarak da izlediğimiz kadarıyla, adalarda kışın haftanın yedi günü açık kalan tek canlı mekân adaevi gibi duruyordu...

Evet, doğrudur. Adaevi yaz-kış açıktı. Kışın da nüfus durumu gözetmeksizin programlar yaptık. Yaz programları yoğunluğu olmasa da etkinliklerimiz devam ediyordu. Sinema, belgesel, söyleşi, sohbetler, aralıklı da olsa konserler yapılıyordu. Gerçekten adada faaliyet gösteren tek yer olarak devam ettik 2014 yılına kadar.

Bir ara Heybeliada’da da adaevi şubesi gibi bir mekân kullanma durumunuz oldu...

Evet, böyle girişimlerimiz oldu. Başka adalarda da etkinliklerimizi gerçekleştirmek için Heybeliada İnönü Evi Müzesi bahçesinde bir yaz boyunca faaliyet düzenledik. Burada film gösterimi ve konser ağırlıklı bir faaliyet takvimi oldu.

Şöyle diyebilir miyiz; Adalarda dejenerasyondan tutalım kültürel yıkıma kadar, bazı değerlerimizin adım adım kaybolmasına karşı –ki bu durum ülke ve dünya için de geçerli- adaevi olarak sizler bir harç ve temel oluşturmada bir görev icra ettiğinize, üstlendiğinize inanıyor musunuz?

Sibel Akkaşoğlu: Diyebiliriz ve inanıyorum. Şöyle, yaz-kış adada oturan müdavimlerimiz olduğu gibi, sadece yazın adada oturup kışın karşıda yaşayan dostlarımız da bizim programlarımızı sadece izlemek adına adaya geldiler. Programlarımızın içeriğinin dolu dolu olması bunda büyük etken bence. Ve de içlerinden bazıları artık adadan ayrılmak gibi bir fikre sahipken, adaevi sayesinde bu düşüncelerinden vazgeçtiklerini ifade ettiler. Adaya yeni taşınanlar burayla tanışınca “evet, adada yaşayabiliriz, böyle sosyal-kültürel bir mekânı var” deyip kalıcı hale geldiler. Giderek ailemiz genişledi...

Bingöl Erdumlu: Bir de hiç adada oturmayan insanlar buraya bizim sıcaklığımızdan etkilenerek programlarımızı takip etmeye, gidip gelmeye başladılar. Buranın sıcaklığı ve faaliyetlerinin içeriğinin doluluğu onları buralara çekti. Programların müdavimleri oldular ve adaları tanımaya başladılar.

 

roportaj 5 280x
roportaj 6 280x
roportaj 8 280x
 

 

Resim ve ressamlarla tanıştırıldı adalılar ve adalı öğrenciler.

roportaj 7 280x

Bu soruyu Bingöl Erdumlu’ya yöneltmek istiyorum. adaevi sürecinde sanatın resim ve sinema dallarının özellikle resim-ressam boyutunda elitist kaldığı, ulaşılmaz-anlaşılmaz olduğu düşüncesinin kırılıp halka indirildiğine tanıklık ettik. Bu konudaki düşüncelerinizi almak istiyorum. Çünkü ressam tanıtımlarındaki sunumlarınız ve tercihleriniz ilgi çekici nitelikteydi... Adalı Dergisi’ne de bu konuyla ilgili yazılarınızla katkı sağladınız. Bu noktada sizi bu konuya yönlendiren neydi?

Bingöl Erdumlu: Ben bir sanat tarihçisi falan değilim, resim sanatını genelde tanıtmaktan çok kendim bir şekilde iletişim kurabildiğim -bir resimle nasıl iletişim kurulabilirse öyle- ve bir yerde halka hitap eden-edebilen birtakım ressamları burada tanıtmaya çalıştım. Mesela burada herhangi bir Rönesans ressamını tanıtmış değilim, benim de ilgimi çekmiyordu, ama mesela bir Bruegel’in resmini, ele aldığı konuların tarihsel, sosyal hatta siyasal içerikleriyle halka hitap edebilen konular olduğu için, bu bağlamda belli tipte ilgi çeken ressamlar olduğu için tanıtmaya çalıştım. Mesela bir Bosch, van Gogh, Rembrandt gibi kuzeyli ressamları ve eserlerini tanıtmaya çalıştım.

Yanılmıyorsam ilk ve ortaokul öğrencilerini de kendi olanaklarınızla İstanbul Modern’deki van Gogh sergisine götürdünüz. Sonraki günlerde Miro’nun resimlerinden etkilenip, resim dersinde onun resmine bakarak çizim yapan öğrencilere rastladık. Ve tanıttığınız ressamların hayatlarını, resimlerini araştıranlar çoğaldı... Yani bir ilgi ve yönelim yarattınız, neler demek istersiniz bu konuda?

Bingöl Erdumlu: Şöyle söyleyeyim, ben meslek olarak teknik bir meslek sahibiyim. Belki kendi çocukluğumda yani ağacın yaşken eğileceği dönemde bir resimle, müzikle, sinema sanatıyla tanıştığım için -ki üç dal ile ilgili faaliyetleri program oluşturarak yaptık burada- bunu net olarak söyleyebiliyorum. Özellikle yeniyetme, ergenlik çağında hatta daha küçük çocukların ne kadar sanatla erken tanışırlarsa hayatlarında etkili bir yere sahip olacağını kendi yaşamımdan biliyorum. İyi ki hayatımda şu şu insanlar, bir İlhan Baran, Turgut Sayın, bir Eşref Üren iyi ki bu insanlar bana sanatı sevdirmişler diyorum. Daha sonra Sinematek* vasıtasıyla batı özellikli sinema klasiklerini tanımışım. Bunlardan çok şey kazandığımı düşündüğüm için benim o zamanki yaşımdaki çocuklara bir şeyler verebiliriz hem de genel olarak insanları bu dallarla tanıştırmak için gayret gösterdim. Kendim bu dallardan yaşamım boyunca çok yararlandım, hâlâ da yararlanıyorum.

Ve adaevi... Adaların yakın dönem tarihine bir kültür-sanat-sohbet ve iletişim mekanı olarak damga vurdu. Bu içerikli bir kurum olarak kurum olarak 2008’den 2014’e kadar faaliyetlerine devam etti. Sibel Akkaşoğlu ve Bingöl Erdumlu’nun iradesi dışında 2014’ten sonra faaliyetleri durdu...

2008-2014 yılları arasında adalarda hem ikili ilişkiler, hem toplu ilişkiler hem de insanların yeniden birbirleriyle dostluk ve dayanışma ilişkileri kurmasında bir köprü vazifesi de gördünüz diye düşünüyorum. 2014 yılında adaevi kurum olarak bir sekteye uğradı, program ve faaliyetlerde bir kesinti yaşandı...

Sibel Akkaşoğlu: Evet, çünkü mekânsız kalındı. Mekân çok önemli her etkinlik için. Adaevi’ne gidip gelenler bu sekteye neden olan gelişmelere karşı bir baskı grubu oluşturdular. Adalar Belediyesi ile görüşmeler yapıp mekânın yeniden adaevi olarak kullanılması için çaba sarf ettiler. Neticede başarılı da oldular, adaevi kapandı ama mekân Adalar Kent Konseyi’ne verildi. Kent Konseyi çalışma gruplarıyla hem bu kültür-sanat faaliyetlerine devam etti, hem de tüm kurum kuruluşları kapsayan çalışma gruplarıyla haftanın neredeyse yedi günü herkesin yararlanabileceği bir mekân olarak yaşamaya devam etti.

Sonrasında, bizim adaevi müdavimleri, onu sevenler o kesintili süreçte dediler ki “biz birbirimizle buluşmayı özlüyoruz”. Çok yoğun bir program olmasa da haftada bir gün bir araya gelsek, birbirimizden haberdar olsak. En azından film izlesek, sohbet etsek teklifiyle gelince, ben de adada bir mekân arayışına giriştim.

Müdavimlerin talebi sonrasında yeni bir oluşum düşünceniz gelişti sanırım? Neydi o oluşum serüveni?

Bingöl Erdumlu: Bir dernek olmalı fikrinde hemen hemen hem fikir olmuştuk. Kolları sıvadık. Adada “Ada Gönüllüleri Derneği” adında, kuruluşundan bugüne pek de faaliyette olmayan bir yapı vardı. Bu derneğin ismini de benimseyerek biz değerlendirmeye başladık. İlk etkinlik olarak müdavimlerin de isteği doğrultusunda haftada bir gün film gösterimine devam ettik; derneğimizin bir yeri yoktu bu nedenle ilk Doğa Saklı Bahçesi’nde bu etkinliği sürdürdük. Daha sonra sayımız gittikçe arttığı için bu yere sığamaz olduk. Hem sayımıza, hem de ulaşıma uygun, meydanda, motor iskelesinin karşısında bir yer olan “Cat Fé Cafe”de yolumuza devam ettik.

Sibel Akkaşoğlu: Evet, dernek olarak sadece bununla uğraşmıyoruz. Biz dernek olarak, kültürel faaliyet konusunda sinemayı değerlendiriyoruz ama adalardaki sahipsiz hayvanların, Büyükada’daki Hayvan Barınağı’nın ihtiyaçlarını gidermek konusunda -ki yetersiz oluyor belediyenin ve diğer bağışçıların katkıları- çalışmalarımız var. Kermesler düzenliyoruz. Buradan elde edilen geliri barınağa aktarıyoruz. Yine dernek olarak Kent Konseyi’nin çalışma gruplarında yer alıyoruz. Şimdilik derneğimizin faaliyetleri bu kadar.

Sanırız Ada Gönüllüleri’nin faaliyet ve buluşma mekânı oldu Cat Fé Cafe. Bundan sonraki adımlar ne olacak?

Evet, dernek için mekân arayışına girerken otellerin konferans salonu vb. yerlerinin kullanabileceğimizi düşünmüştük. Ama maalesef Splendid Oteli dışında hiçbir otel uygun yerleri olmadığını söylediler. Bu arayıştan sonra Doğa Saklı Bahçe’yi kullanmaya başladık. Burası da küçük bir yerdi, daha sonrasında Cat Fé Cafe bize bu olanağı sundu. Şimdi Cat Fé Cafe bu tür faaliyetlere sempatik yaklaşmasaydı, burası da olmazdı. Neticede buralar ticari işletmeler.

Cat Fé Cafe ile Ada Gönüllüleri ilişkisi uyum içerisinde sürüyor; siz ve Cat Fé Cafe iki ayrı kurum ama bir o kadar da birlikte çalışan iyi bir ikili kurum oldunuz diyebiliriz o halde...

Elbette diyebiliriz, bize sundukları olanaklar gerçekten kültürel etkinliklere duydukları sempatinin ötesinde. İşletmecisi aynı zamanda bir plak tutkunu, koleksiyoner. Zaman zaman 45’lik plak dinletileri etkinliği yapılıyor bu mekânda. Kendisi bu etkinliklerde koleksiyonuyla ile ilgili sunumlar yapıyor. Şimdiye kadar her ay bir müzik akşamı yapıldı orada. Umarız bu devam eder... Aslında yerimiz yok belki dernek olarak, ama çok da yersiz değiliz fark ettiğiniz gibi...

 

roportaj 18 840x

 

Hepimizin bildiği bir büyükşehir yaşamı var. Apartmanlarda, rezidanslarda yaşamak gibi... Buralarda akşam olunca insanlar evlerine hapsoluyor. Kimsenin kimseyle bir bağı yok; iletişim hemen hemen sıfır gibi. İnsanlar orada “Büyük Birader”in yönlendirdiği programlar ya da dizilerle -bu programların da belli bir amaçları var- oyalanıp, evlerinde bu araçlarla yaşamlarını idame ettiriyorlar.

Burası ada ve bizim bu kurumlarımız küçük ölçekte de olsa bir alternatif yaşam biçimi gibi aslında.

Adada sizin tarafınızdan faaliyet alanı olarak en çok kullanılan sanat ve özellikle sanatın sinema dalıyla yaşama etkin dokunuşlarda bulunabiliyorsunuz diyebilir miyiz?

Bingöl Erdumlu: Hepimizin bildiği bir büyükşehir yaşamı var. Apartmanlarda, rezidanslarda yaşamak gibi... Buralarda akşam olunca insanlar evlerine hapsoluyor. Kimsenin kimseyle bir bağı yok; iletişim hemen hemen sıfır gibi. İnsanlar orada “Büyük Birader”in yönlendirdiği programlar ya da dizilerle -bu programların da belli bir amaçları var- oyalanıp, evlerinde bu araçlarla yaşamlarını idame ettiriyorlar.

Burası ada ve bizim bu kurumlarımız küçük ölçekte de olsa bir alternatif yaşam biçimi gibi aslında. Günün belirli saatlerinde insanların buluştuğu, birbirleriyle kaynaştığı, sohbet edebileceği mekânlar burası. Hem işin sanatsal boyutu var hem de sosyalleşme boyutu. Biz burada tüketim amaçlı filmler göstermiyoruz, yani bir defa izlenip unutulacak filmler değil gösterdiklerimiz. Bir çeşit Sinematek* gibi...

Sinema tarihinin sanat değeri olan, aynı zamanda bir sosyal mesajı da olan önemli yapıtlarını göstermeye çalışıyoruz. Kimi zaman belli bir ülkeyi, kimi zaman belli bir yönetmeni öne çıkaran filmler oluyor. Bu anlamda bir Sinematek görevi görerek, insanların “ben bu filmi izledim” diyebileceği bir ortam sunmaya çalışıyoruz. Bu ortamda film gösteriminden önce filmle ilgili, geçtiği yer ve tarihi ile ilgili bir sunum da yapıyoruz. Ardından da film sonrası bir sohbet ortamı da oluyor. Bu sanatsal katkıdan çok alternatif bir sosyal iletişimin geliştiği, birlikte paylaşıp üretimin yapılabildiği bir ortamın gelişmesi gibi bir şeye hizmet etmesi de en önemli yan bence.

Bu ortamın yarattığı yaşam biçimi giderek de yerini buluyor o halde...

Evet, bizce buluyor. Giderek kalabalıklaşıyoruz ve ortamı soluyanlar gittikleri yerlerde paylaşımlarıyla yeni insanların da gelmesine aracılık etmiş oluyorlar.

Evet, adanın iki gerçek gönüllü neferi olarak sizler sadece yaşamın bu boyutuyla ada halkına dokunmuyorsunuz. Doğanın önemli diğer bileşenlerinden hayvan dostlarımızdan sokak hayvanları ile de ilgilisiniz. Bunu evinizdeki canlı çeşitliliğinden de anlayabiliyoruz... Hatta bir duyumumuza göre kadrolu Martınız da varmış...

roportaj 2 280x

Bingöl Erdumlu: Size şunu söyleyebilirim, çocukken hemen her çocuk gibi hayvanlara eziyet eden bir mahalle çocuğuydum. Sonrasında bir köpeğim oldu, ama çok da hayvan sevgisi taşıyan biri değildim. Büyüyene kadar bu böyle sürdü. Kaybettiğim eşim Tülay, kedileri severdi. Bir kedisi de vardı. O da bir dönem bu adada oturdu. Biraz da ondan etkilenmiş olabilirim, bende hayvanlara karşı bir sevgi gelişmeye başladı. Herhalde insanda en son gelişen hisler bunlar, merhamet hissi... Fakat giderek hayvanları çok sevmeye başladım. Bu ada o anlamda biraz da özel bir yer. Yani organik bir yaşam biçimi var, doğayla daha iç içe bir yaşam şehre göre.

Buralarda doğayı ve hayvanları birlikte sevme ve birlikte bir yaşam sürme imkânı var. Burada özellikle buna ihtiyacı olan sokak hayvanları var. Kışın barınak özellikle sokak hayvanları için iyi oluyor. Kısırlaştırma, bakım altına alma, sonra yeniden mahallelere salma anlamında. Ama insanların da tek tek yapabilecekleri şeyler var. Kendi mahallelerinde olan, kedi ve köpeklere bakmaya çalışmak gibi. Biz de işte mütevazı yaşamımızı olabildiğince kimi evin içinde, kimi balkonda, kimi bahçede onlarla paylaşmaya çalışıyoruz.

Evin içine girip çıkan beş-on tane kedi var. Bahçede beş-on kedi daha var. Balkonumuzun kadrolu martısı var. Bunlar dışında kirpiler var, bahçede bakıyoruz. Bunun dışında sokak hayvanları ve barınak için sürekli bir çalışmamız var.

roportaj 13 280x

Eviniz dışında bir de Ada Gönüllüleri Derneği olarak barınak ve sokak hayvanları için geliştirdiğiniz projeler var sanırım. Bunlardan bahseder misiniz?

Derneğin şu anda en çok faaliyet gösterdiği konulardan biri bu. Sokak hayvanları, hayvan barınağı. Daha sonra belki başka projelerimiz de olacak, ama şu an bunlar.

Dönelim kesintisiz sürdürmeye çalıştığınız etkinliklere...

Bingöl Erdumlu: Burada önemli olan şu bence, bu işin sürekliliği. Ancak ve ancak sebatlı ve sabırlı olunursa uzunca bir dönem sonra karşılığı alınabilecek bir manevi hazzı var, bunun için de değer...

Biz uzun yıllar Sibel Hanım ile birlikte bu işi yaptık. Gün geldi birkaç kişi için film gösterdik, etkinlik yaptık. 500’e yakın film, 10 tane kadar da dokümanter film gösterdik. Sunum, konser ve çeşitli etkinlikler dışında bu rakamlar. Bu rakamlara ulaşmanın tek bir nedeni var, sabırla bu işi sürdürmek, mutlaka yapma azmi. Yani bir iki kişiye yaptığımız dönemler artık bu işi bırakalım demedik, devam ettik. Geldiğimiz noktada bir kafeyi dolduracak izleyici kitlesine ulaştık.

Kent Konseyi ile çalışmalarımız sonucunda işi yaymaya da başlayacağız, bu etkinlikleri tekrar konsey bahçesinde ve mahallelerde yapmaya başlayacağız. Dediğimiz gibi bu başarıdaki tek şey yılmadan sürekli yapmamız. İşte sanat etkinliği yapalım da diyerek olmuyor bu işler. Ya da başlıyorsun ayran gönüllü bir şekilde sonra yapmıyorsun...

Bu sürekliliği diğer adalarda sağlayamadık. İnsan var, talep eden var, maddi olanak ve ortam var ama sürekli ilgilenecek kimse yok! Birilerinin bu işi laf olsun diye değil tutkuyla yapması, sahiplenmesi gerekiyor. Gösterdiğimiz filmlerden birinin adı da ‘Tutku’ydu. O zaman sonuç alınır.

 

 
roportaj 12 280x
roportaj 14 280x
roportaj 17 280x
 

 

Bir işin belli bir insana, belli bir isme bağlı kalması bir noktadan sonra kişinin tayiniyle işlerin yapılması durağanlığı da beraberinde getirir. Hâlbuki bu devredilirse, kurumlaşma sağlanırsa işler, etkinlikler bitmez.

2008’den 2018’e kadar dile kolay, 10 yıldız kesintisiz bu işi yaptınız... Sürekliliği sağlayarak. Peki, alternatifinizi yaratma, sürekliliği oturtmada, tutkuyu yaymada hiç mi gelişme olmadı? Böyle bir potansiyel var mı?

Sibel Akkaşoğlu: Evet, şimdi bizi sevindiren şu ki alternatiflerimiz olmaya başladı. Bu işi tutkuyla sahiplenip yapan arkadaşlar olmaya başladı. Bu bunca senenin oluşturduğu güven ve samimiyet ortamından oluştu elbette. Bugün bu gelişme yeni yeni oluşmaya başladı, bunu belirtmek isteriz. Özellikle adaya yeni gelen sinemaseverler dostlarımız var. Bunların da arasında sinema sanatıyla fiilen uğraşan, ilgilenenler var. Bizim de teşvikimizle onların çaba göstereceklerine, bu devamlılığı sağlayacaklarına inanıyoruz.

Bir işin belli bir insana, belli bir isme bağlı kalması bir noktadan sonra kişinin tayiniyle işlerin yapılması durağanlığı da beraberinde getirir. Hâlbuki bu devredilirse, kurumlaşma sağlanırsa işler, etkinlikler bitmez.

Bingöl Erdumlu: Yani bu işin başarısı olacaksa yeni insanların sürece katılımıyla mümkündür. Bir kişiye endeksli iş oluyorsa fiziken uğraşamaz hale gelinir ve süreklilik noktalanır. Ama bu işin geleceği yeni insanlara bağlıdır. Ve o yeni insanlar da çıkıyor artık, bu umut verici.

Ve son söz... Ada Gönüllüleri Derneği’nin önümüzdeki süreç için projeleri var mı?

Şimdi derneğin uğraştığı en temel konu sokak hayvanlarının sahiplenilmesi konusu... Fakat eğitim konusunda da adalarda çok ciddi sorunlar var. Eksiklikler çok... En başta çocukların eğitimde-öğrenimde kullanması gereken elzem malzemeler bunların başında geliyor. İkinci olarak okullardaki bu tür ihtiyaçları giderecek-karşılayacak projelerle üretmek. Laboratuvar olur, spor malzemeleri olur. Bunların karşılanması-yapılması için projeler üzerinde çalışıyoruz.

Son olarak şunu da belirtmek isteriz: Ada Gönüllüleri Derneği, Adalar Kent Konseyi ile proje ortaklığı da yapmaktadır.

Teşekkürler adaya adanan iki gönüllü can Sibel Akkaşoğlu ve Bingöl Erdumlu.

Sizlere alternatiflerinizle birlikte daha nice güzel işlere imza atmanız dileğimizle başarılar diyoruz.

 

Sinematek hakkında:

Türk Sinematek Derneği, 25 Ağustos 1965’te Onat Kutlar tarafından İstanbul’da kurulan sinema derneğidir. Dernek 12 Eylül 1980 tarihine kadar faaliyetini sürdürmüş, 12 Eylül Darbesi sırasında da kapatılmıştır.

Aslında bütün dünyada ‘sinematek’ler, sinema sanatı açısından önem taşıyan, sinema tarihine geçmiş ancak çoğunluğu ticarî sinemalarda görülmesine imkân olmayan filmleri toplayan, restore eden, arşivleyen, koruyan; istenildiğinde bunları profesyonel sinemacılar, araştırmacılar, veya meraklı izleyicilerin yararlanması için sunan kuruluşlardır. “Türk Sinematek Derneği” ise Avrupa’daki benzerleri gibi bir ‘film koruma’ işlevi yapamamış olsa da Avrupa sinematekleri ile kurulan yakın işbirliği sayesinde mükemmel bir “sinema kulübü” gibi çalışmıştır. Ticarî sinemalarda gösterilmesi olanak dışı olan sayısız film burada sinemaseverlere tanıtılmıştır. Filmler mümkün olduğunca alt yazılı veya simültane çeviriyle gösterime sunuluyordu.

Film gösterilerinin yanı sıra sinemayla ilgili paneller, açık oturumlar, konferanslar, tartışma toplantıları ve sergiler de düzenleyen dernek, birçok yabancı sinemacıyı konuk olarak davet de etmiştir.

Bünyesinde bir de sinema kitapları kütüphanesi bulunan dernek, üyelerine kütüphaneden yararlanma olanağını da sunuyordu. Ayrıca dernek bazı sinema kulüplerinin kurulmasını da teşvik etmişti. 1967 yılına gelindiğinde İstanbul ve Ankara’da yedi sinema kulübünün kurulmasına yardımcı olmuştu.

 

Son değişiklik Perşembe, 10 Mayıs 2018 01:59
Yorum yapmak için oturum açın