2013’ün sıcak bir Haziran günüydü. Dergiyi daha aktif, ulaşılabilir ve okunabilir yapabilmek için Büyükada Adaevi’nde bir toplantı yapıyoruz. Derginin geçmiş sayılarında yazılarıyla yer almış yazarların yanında gelen kısa boylu, sevimli mi sevimli, çakmak çakmak gözlere sahip bir beyefendi de vardı. Sanki yıllar öncesinden tanışıyormuşuz gibi bana elini uzatarak “Merhaba Semiramis” dedi. Tokalaştık, ardından benim adım Semra dedim. Gözlerindeki ışıltı daha da parlaklaştı ve “sen Semiramis’sin, ileride daha iyi anlarsın” dedi. Gülümsedik hep birlikte.
İşte, Oşin Yalçın Çilingir ile ilk tanışmam böyle oldu. O an, bugünkü gibi tazeliğini koruyor hâlâ.
Adalı Dergisi’nde çıkan ilk yazısı ‘Edebiyatın Messi’si’ idi. O yazıda “Ben bir Galeano tiryakisiyim. Bana çok yakın üç-dört yazardan biridir. İçtenliklidir. Yürekten yazar. Onun her sözcüğünde yüreğinden bir parça, bir ses, bir titreyiş vardır. Latin Amerika’nın acılarla dolu tarihine yaptığı yolculuklarda okuru yanı başına almada ve onu hüzünlü tanıklıklara götürmede olağanüstü bir başarı gösterir.” diye yazmıştı. Daha ilk yazısından bir kalem ustasını, kelimelerin prensini sayfalarımızda konuk etiğimizi anlamanın coşkusuyla ve heyecanıyla Yalçın Çilingir’i aradım. “Semiramis aramanı bekliyordum” dedi. Neden dedim, çünkü ekmek çeşit çeşit olsa da mayamız aynı seninle dedi.
İlk tanışmamızdan itibaren aramızda sıkı bir bağ oluşmaya başlamasının nedenini artık anlamıştım.
Yalçın Çilingir ile ayın birkaç günü mutlaka Büyükada iskelesinde, Mihail Paşa’nın kitapçı dükkânının yanında buluşmalarımız başladı. Derginin havasının değiştirilmesi gerektiğini, sanat, edebiyat, müzik, doğa yani adaların demografik, kültürel ve sosyal yapısına göre yazıların yer alması gerektiğini ısrarla anlatırdı bana. Konuşmalarımızda sözü geçen konuları birer birer yazdı da.
Yalçın Çilingir geçirdiği rahatsızlıktan dolayı benim de tanışma dönemime denk gelen günlerde az biraz konuşma güçlüğü çekiyordu. Bir araya geldiğimiz zamanlarda “sen konuş, ben de cevapları ya da düşüncemi akşama sana e posta ile ileteceğim diyerek” kısık sesli, sıcak ve güven dolu gülücüğünü masaya bırakıp kalkardı.
Kendi adıma Gomidas ile ve Gomidas’ın “duduk”u ile Oşin Usta sayesinde tanıştım. Kayısı ağacına ağıt yazısından sonra ilk işim Gomidas kitabını almak olmuştu. Ne de sevinmişti elimde o kitabı gördüğü zaman.
Yalçın Çilingir Adalılara yazılarıyla süresi küçük ama etkisi büyük bir tarihi zaman bıraktı kanımca. Derginin en çok okunan yazarı oldu yazdığı bir buçuk yıl boyunca. Eğer Adalı Dergisi geçmiş sayılarına bir yolculuk yaparsanız sanırım ne demek istediğimi daha iyi ifade etmiş olurum.
Oşin Usta Emil Galip Sandalcı’dan İdris Küçükömer’e, Gomidas’tan Zahrad’a, denizden karaya, canlı olan her şeyden bir kuple yazarak doğanın ve ülkemizin harmonisini sundu bize.
Yalçın Çilingir, benimle ahbaplığına devam ederken dergi ile ahbaplığına bir nokta koymak istediğini söyledi 2014 Aralık’ında. Neden dedim, neden? Adalılara karşı bu görevini neden sonlandırmak istiyorsun? Sorun sende değil, sorun “Kemanî Serkis Efendi”de. Anlatmak istediğini anlamıştım ve çok üzülmüştüm. Gözlerimden yaşların akmasına engel olamadan “bu haksızlık” dedim. Kemanî Serkis Efendi yazısı bu ay yayınlanmıyor diye bırakıp gitmek de neyin nesiydi. Aslında bal gibi de anlıyordum. Sorun bir tarihi olayın reddiydi. İçim yanıyordu, derginin önemli bir yazarını kaybetmiştik. Benim cephemde Yalçın Çilingir kazanımım büyümeye devam ediyordu. Yoldaştık biz, onun tabiriyle Babil’in savaşçı kadını Semiramis’tim.
2015, Usta için artan talihsizliklerle yol aldı. Rahatsızlığı ilerliyor ve konuşma güçlüğü katmerleniyordu. Arada e posta ve telefona çıkan eşi Ayla Hanım sayesinde bilgi alıyordum.
Bir ara yine iskelede gördüm onu, zar zor yürüyordu. Onu görmenin yaşattığı sevinci kelimelere dökmem zor. Hemen yolunu kestim, “abi nerelerdesin” dedim. Duyulur duyulmaz bir sesle “bugün geldim yoldaş Semiramis” dedi. Lütfen artık yazmaya başla dedim, lütfen. O da “tamam, bu ay sana çok güzel bir yazı vereceğim. Deniz kokacak” dedi. “Marmara’da koruma altına alınan soylu deniz canlısı: Denizatı”. Bu yazıyı sana vereceğim ve son yazı olacak. Bir daha benden yazı isteme dedi. Gücüm de yok artık yazmaya, moralim de... Gülüştük. Senden bir ricam olacak dedi. Buyur Yalçın Abi dedim. Karekin Deveciyan’ın “Türkiye’de Balık ve Balıkçılık” kitabını mutlaka al, kütüphanende bulunsun ve ara ara oku dedi.
Aldım kitabı, kütüphanemde duruyor ve bakıyorum ara ara...
Yalçın Usta ile 2017 yılında Büyükada Çınar Caddesi ve Recep Koç Caddesi’nde ara ara karşılaşmalarımız oluyordu. Bana selam vermeden geçiyordu. Ben verdiğimde de almıyordu. Eşi Ayla Hanım durumu izah etmek zorunda kaldı. “Artık sizi tanımıyor, hastalığından kaynaklı, alınmayın” dedi. Böyle bir kalemin, böyle bir hastalıkla boğuşması midemde ve yüreğimde kasılma yarattı. Lanetler okudum yukarıya bakarak; o bakışlarla galaksiye ne gönderebildiysem gönderdim.
Ve Usta’yı en son San Pasifico Kilisesi’nde ‘Ruhi Ayangil Eşliksiz Konseri’nde gördüm. Artık çok az kişiyi, sevenlerini tanıyordu... Ve bugün Adalı Dergisi imtiyaz sahibi Halim Bulutoğlu’ndan aldığım haberle öğrendim Yalçın Usta’nın aramızdan ayrıldığını.
Ne çok eksildik son yıl ve günlerde. Ne çok boşluğu zor dolacak yıldızlarımızı uğurladık gökyüzüne. Işıklarıyla bize yol göstermeye devam etseler de yüreklerimizdeki ve omuzbaşlarımızdaki boşluk katlanabilir gibi değil.
Yalçın Oşin Çilingir Usta da “benden bu kadar” deyip, 10 Ocak 2021’de yıldızlaşan yoldaşlarının yanında yer aldı şimdi.
Onunla hangi birimiz hangi anı ve anıyı paylaştıysak, bunları yüreğimizin en sıcak yerinde saklayacağımız muhakkak. İyi ki seni tanıdım, iyi ki arkadaş olduk ve iyi ki bana hemen her konuda güzel bir perspektif sahibi olmam için yardımcı oldun.
Üstat, yıldızlar ve ışıklar yoldaşın, devrin daim olsun. Güle güle...