Luksor, Krallar Vadisi, Karnak, Kahire’ye dönüş...
Akşamüstü gemimizin güvertesinde çay içerken nehrin üzerinden bembeyaz yelkenleri ile felukalar geçiyor, renkler sarı, mor, turuncuya dönüşüyor.
Nil’de gün batımını izliyoruz...
Birden kıyıdaki satıcıların çığlık çığlığa bağırışları ile irkiliyoruz. Ellerindeki Mısır’a özgü yerel desenler baskılı kocaman pamuklu masa örtülerini satmaya çalışıyorlar. Biz güverteden, onlar karadan pazarlıklar sürüyor, görmek isteyenler için top haline getirilmiş kumaşlar karşılıklı fırlatılıyor. Satın alanlar parasını da fırlatıyor. Bir ara bir masa örtüsü suya düşüyor, alışkın bir şekilde çengelli çubukla sudan çıkarılıp, kurumaya bırakılıyor. Teknemiz hareket ediyor, satıcılar bu defa sandala binmiş ve sandallarını teknemize bağlamış, kocaman örtüleri açmış satmaya çalışıyorlar. Harika desenler gözlerimin önünden gitmiyor, fiyat dörtte birine inmiş, şaşkınlıktan bir şey almıyorum, bazılarımız şaşkınlığını yenmiş ve alışverişi bitirmiş.
Gemimiz antik Mısır’ın başkenti (eski adı ile Teb) Luksor’a (diğer adı ile 100 kapılı şehir) doğru yol alıyor. Limana yanaşıyor. Otobüslere binip hava kararırken muhteşem Luksor tapınağını görmeye gidiyoruz. Işıklar altında Luksor tapınağı gizemli ve muhteşem görünüyor.
Tapınağın girişinde bulunan 2. Ramses tarafından dikilmiş olan iki dikilitaştan biri eşinden ayrılmış. Antik Mısır döneminden kalma, birçok dikilitaş dünyanın farklı ülkelerine taşınmış ve bu ülkelerin önemli sembolleri haline gelmişlerdir. Mısır medeniyetinde tapınakların girişlerine dikilen bu dikilitaşlar, genellikle ikişer adet yapılırdı ve güneş tanrısı Ra’yı sembolize ederlerdi.
Antik Çağ’da dikilitaşlar Mısır dışında sadece Roma ve İstanbul’da yükselirdi. Osmanlı döneminin sonunda ise, Osmanlı İmparatorluğu’na kafa tutması ile ünlenmiş meşhur Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve soyundan gelen Mısır hıdivlerinin izniyle Londra, Paris ve New York’a birer tane dikilitaş armağan edildi. Luksor’un dikilitaşı da Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından Fransa’ya hediye edilerek zorlu bir yolculuktan sonra Paris’de Concorde Meydanı’na dikilmiştir. İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda bulunan dikilitaş (Obelisk) Firavun III. Tutmosis dönemindendir, Bizans zamanından kalmıştır. Rehberimiz Karnak tapınağına ait olduğunu söylüyor. Londra’da Firavun III. Tutmosis döneminde inşa edilenden hariç, Firavun II. Amennoten ve Firavun IX. Ptolemy döneminden gelen iki adet daha dikilitaş bulunmaktadır. Firavun III. Tutmosis döneminden kalan en ünlü dikilitaşlardan biri olan Cleopatra’nın İğnesi de Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrinde Central Park’ta bulunmaktadır.
Luksor tapınağının “pilon” adı verilen kapısının iki yanında 2. Ramses’in Hititlere karşı yapmış olduğu Kadeş Savaşı hiyerogliflerle anlatılıyor. Dünyanın ilk tarihi barış anlaşması Hitiler ile Mısırlılar arasında imzalanmıştır. Anlaşma Hititlilerin başkenti Hattuşa’da bulunmuş olup günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.
Tapınakta 2.Ramses’in heykelleri ile kapalı Lotus çiçeği formunda çok sayıda sütunların olduğu 3 avlu bulunmakta. Kutsalların kutsalı bölümünde antik çağda en büyük Mısır tanrısının kutsal heykeli saklanıyordu. Bazı duvarlarda Opet Bayramı şenlikleri betimlenmekte. Bu avlulardan birinin tepesinde 13.yy.da Fatmiler döneminde yapılmış bir cami var. Hristiyanlık dönemine ait bir kilise de yer almakta.
Luksor tapınağının iç avlusunda Aida operası da sergilenmiştir.
Luksor tapınağı 2.Ramses’in yaptırdığı 3 km’lik sfenksli (bu sfenksler 2. Ramses’i simgeliyordu) yolla Karnak tapınağına bağlanıyor; Bu yol kutsal şenlikler için kullanılıyordu.
En eski Antik Mısır şehri Memfis’den itibaren gördüğümüz bütün firavun heykellerinin ortak noktaları çenelerinin altında yer alan takma sakalları ve (kadın firavun Hatscepsut da sakal takıyor) kartuş içine alınmış isimleri diye yineliyor rehberimiz. Firavunun bir ayağının önde olması onun sağken, iki ayağının yan yana olması ölüyken heykelinin yapılmış olduğunu gösteriyormuş.
Gezimizin bitiminde güvertede Mısırlı giysileri (Galabeya adı verilen uzun beyaz elbiseler) içinde olunması tavsiye edilen barbekü partisine katılıyoruz. Bazılarımız ve diğer turistlerden bir kısmı Nubyalı, Tutankamon, Ramses, Cleopatra olarak ızgara kuyruğunda sohbetteler.
20 Ekim Cuma sabah yöre taşlarından yapılan hediyelik dükkânına uğradıktan sonra Krallar ve Kraliçeler vadilerine doğru yola çıkıyoruz.
Krallar ve Kraliçeler Vadileri, duvarlarında antik Mısır’ın yaşam felsefesi ve ruhunu yansıtan hiyeroglifler ve resimler ile süslü firavunların mezar odalarının yer aldığı ölüler kenti denilen bir bölgede. Duvarlarda çok sık görülen papirüs bitkisi yontusu aşağı Mısır’ı, lotus çiçeği de yukarı Mısır’ı simgeliyor. Firavunlar törenlerde Yukarı Mısır’ın beyaz, Aşağı Mısır’ın kırmızı tacından oluşan birleşmiş bir taç giyerlerdi. Ayrıca dini ritüeller, sosyal yaşam ve günlük hayata dair pek çok hikâye de duvarlarda yer alıyor.
Teb hanedanlığı döneminde firavunlar tahta çıkar çıkmaz, işçiler mezar odalarını hazırlamaya başlarlarmış. Firavun ne kadar uzun yaşarsa mezar odası, duvarlarındaki süsler ve yazılar, birlikte konulan hazineler o kadar şaşalı olurmuş. Yazın, tarım işinde çalışan işçiler, işlerin yavaşlaması ile kışın boğaz tokluğuna (ekmek arası bakla ezmesi) burada çalışırlarmış. İş ve aş için firavunun biran önce ölmesi ve yeni bir mezar yapmak için dua ederlermiş.
Bu mezarlar her türlü önleme rağmen mezar soyguncularının elinden kurtulamıyormuş. Mısırlılar, tarih boyunca kendi hükümdarlarının mezarlarını soyup Batı’ya satarak geçmişlerini tüketmişler. Bu yüzden Mısır’da bu hazineler içinde sadece bir tanesi, en mütevazısi sayılan, ancak Kahire Müzesi’nde gördüğümüzde büyülendiğimiz, Tutankamon’un mezarından çıkmış olan hazine, tümüyle anavatanında bulunmakta. Bu arada paha biçilmez Mısır hazinelerinin en büyük kısmı İngiltere Londra’da bulunan British Museum’da olmak üzere diğer Avrupa başkentlerindeki müzelerde dünya mirası olarak sergilenmektedir.
Hikâyesine gelince, 19 gibi çok genç yaşta ölen bu firavun sağlığında doğal olarak pek bir şey yapamamış olsa da, öldükten sonra tarihe geçmiş.
İngiliz Mısır bilimcisi Howard Carter, mezar soyguncuları ile sıkı dost olur ve pek çok mezara birlikte girerler. Bu arada diğer bir mezarın kazısı sırasında toprakla üstü örtülen ve bulunamayan ve 2 odadan oluşan Tutankamon’un mezar odası keşfedilir. İlk odada at arabası, tahtı ve değerli eşyaları, 2. odada mührü, som altından tabutu ve mumyası bulunur.
Bizi Krallar Vadisi’ne götüren otobüsümüzden inip bilet alıyoruz ve bizi bekleyen çek çek trene biniyor, firavunların mezarlarını dolaşıyoruz.
Tutankamon’un mezar odası içindeki duvar süslemeleri en iyi durumdaki. En dipte mezar odasında mumyası da bulunmakta. Krallar Vadisinde sergilenen tek mumya Tutankamon’a ait. Ölümünden 3300 yıl sonra 2008 yılında ziyaretçilere açılmış, iklim kontrollü cam bir lahit içinde sergileniyor. Hazinelerini Kahire Müzesi’nde görmüştük. Mumyasını ve mezar odasını da burada görüyoruz. Tutankamon’un mezarının bulunması sırasında Tutankamon’un Laneti diye bilinen pek çok talihsiz olay meydana gelmiş. Bu işle uğraşan pek çok kişi bilinmeyen nedenlerden ölmüş.
Daha sonra kraliçeler vadisine gidiyor, kraliçe Hatşepsut’un muhteşem tapınağını görüyoruz. Bu tapınak sırtını Deir el Bahri adı verilen sarp kayalara dayamış. Tapınağın mimarisi, içindeki heykeller, duvarlarındaki yazı ve resimler çok etkileyici.
21 Ekim Cumartesi, çok uzun bir gün oluyor; valizlerimizle birlikte erkenden gemimizi terk ediyor, otobüsümüze binip önce 100 hektarlık bir alanı kaplayan ve pek çok bölümlü bir kompleks olan ve tanrılar tanrısı Amon’un kült yeri ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük tapınağı Karnak tapınağını ziyaret ediyoruz. Burası kutsal üçlü tanrı Amon, Tanrıça Mut ve oğulları Khonsu’nun evi sayılıyor. Eski Mısır takviminde yeni yılın habercisi olan Opet Bayramı, Teb şehrinde büyük şenlikler ile kutlanırdı. Amon’un heykeli özel sandukası içinde Karnak tapınağı dışına çıkarılır, felukaya bindirilip, Luksor tapınağında sevgili eşi Tanrıça Mut’un yanına götürülürdü. Bu yolculuğa, dansçılar, müzisyenler, ziyafet sofraları eşlik eder sonra heykel, yeniden Karnak tapınağına döndürülürdü.
Karnak tapınağına iki yanı koç başlı sfenkslerle süslü bir yoldan giriliyor. Avlularında ve salonlarında134 tane dev sütun (12 sütun başı yaprakları açılmış papirüs bitkisi şeklinde) bulunan tapınak yapımına birden fazla firavun döneminde devam edilmiş ve 80000’den fazla işçi burada çalışmış. Karnak tapınağının içinde bir de kutsal göl yer almakta. Bu gölün kıyısında dev bir Skarabes (Türkçe adı ile bok böceği) heykeli var. Bu kutsal böcek, yaşam tanrısı Kheber’i simgeler. Dünyanın yaşam kaynağı güneş, her akşam toprak altına saklanır, böylece gece olur, her sabah ise kutsal bok böceği toprağı eşeleyerek onun yeryüzüne çıkması için yol açar.
Beşir’in anlattığı bu mit, çevresinde yer alan doğayı, hayvanları, bitkileri kutsayan antik Mısır felsefesi ve inanç sisteminden küçük bir anekdot sayılabilir.
Tekrar otobüsümüze biniyor ve Luksor havaalanına gidiyoruz. 12.15 uçağı ile Kahire’ye hareket ediyor ve 13.25’de Kahire’ye geri dönüyoruz.
İstanbul uçağımızın kalkmasına daha uzun bir zaman var, trafikte kalıp uçağı kaçırmak istemediğimizden, havaalanı yakınındaki bir modern alışveriş merkezinde son alışverişlerimizi de yapıyoruz. Yanı başındaki Novotel’in havuz başında, palmiyelerin altında dinlenirken, binlerce yıllık bir Antik yolculuktan günümüze geri dönmüş gibiyiz.
Saat 21.00’de İstanbul’a hareket ediyoruz.