Yaşamını paylaşmak, ömrünü bir insana adamak ve bunu duygudan yoksun yaşamaya adeta çaba gösterenlerle yaşadığımız zaman içerisinde başarabilmek, mucize midir sizce? Her şey kendiliğinden oluşmaz, her güzellik de bir arada olmaz.
Kendi kişiliğini ve hayatını kirletmediği sürece yara alsa bile insan bedenini koruyamıyor ama ruhu formasyonunun gücü ile dimdik ayakta ve tertemiz kalabiliyor.
Kişisel olarak herkesin hayatında bir dönüm noktası var. Bir mutluluk tüm geçmiş acılarınızın etkisini hafifletebilir. Bir endişe kavurur içinizi, bir vefasızlıktan vurgun yersiniz. Yersiz olsa bile, şüphe karartır dünyanızı. Değer verdiğiniz kişi sizi kendinize küstürürse, içiniz viraneye döner.
Bir bekleyiş, bir belirsizlik, güvensizlik, tedirginlik içinde olan kişiye de nasılsın diye sormayız çünkü cevabını kendisi de bilmez. Kişinin iç dünyasını bilmeden canını da yakmak istemeyiz. Peki ne yapalım?
Bugün toprağa cemre düştü. Bir ferahlık bir ümit doğdu gönlümüze. Oysa dışarda yağmur yağıyor. Bu da demektir ki her zorun arkasında bir aydınlık var. Bekleyelim bakalım hayat bizi nasıl karşılar.
Kimdi o kadın? Bulunduğu şehirde yaşamıyordu, nefes alıyordu ancak, İstanbul’u tanımıyordu o kadın. Şehrin en mutena muhitinde olsa, bir eli yağda, bir eli balda bile olsa, kendisini prangalara vurulmuş hisseder de kendi toprağını özler o kadın.
Müzik ruhun gıdasıdır derler. Her yerde, her zaman ve her tarz müzik dinlemekle geçiyor hayatımız. Müzikle coşar, müzikle hüzünlenir, müzikle huzur bulur, müzik dinleyerek hayal kurar veya göz pınarlarımız dolunca hafif bir müzikle derman ararız.
Dünyadaki tüm acıları, tüm yanlışları, adaletsizlikleri şekillendirmek keşke kolay olsaydı. Yaşanan acılardan, ruh sağlıklarını bozacak kadar etkilenen insanlar dönüp bir etraflarına baksalar kendilerinde de gıpta edilecek mutluluklar görebilirler.