Çarşamba, 04 Mart 2020 04:48

Fena Değil İyi Geçti

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

Fotoğraf

Bugün toprağa cemre düştü. Bir ferahlık bir ümit doğdu gönlümüze. Oysa dışarda yağmur yağıyor. Bu da demektir ki her zorun arkasında bir aydınlık var. Bekleyelim bakalım hayat bizi nasıl karşılar.

Geçen hafta Kınalıada’ya gittim. Her nedense karşılaştığım herkese “Hayırlı Baharlar” demek geldi içimden. Baharı mı özlemiştim? Hayır. O gün hava da güzel sayılırdı. Bakına bakına, sağa sola, binalara, yollara, aheste aheste evimin yolunu tuttum. Uzaktan denize baktım, ne kadar da sakin, bahçelere, yollara bahar mı gelmiş ki sarı papatyalar açmış? O da ne, yokuşun başındaki ağaç filizlenmiş. Yalancı bahar mı gelmiş?

Papatyalar da yalancı. Her zaman doğruyu söylemezler. Seviyor der, bakarsın seven yok yanında. Sevmiyor der, bakarsın yıllarca yüreği yanar sevenin. Nereden anlarsın? Bakışından. Yansın dersin eğer seni yakmışsa, papatyaya verdiğin eziyete değmeyen bir yürek yarası. Koparıp vazoya koyarsan papatyayı, hemen ağlamaya başlar, altın rengi gözyaşlarını döker, sarartır sehpanın örtüsünü de suyunu değiştirmene bile değmez. Gereksiz akıtılan gözyaşları gibi, akan giden zaman gibi papatyalar solar gider. Atayım dersin, bu kez emeğine aldırış bile etmeden, şöyle bir yüzüne bakar insanın: ”Boşuna yoruldun, ben kıymetini bilemedim. O vazo bana göre değil, gücüm ne ki benim, zavallı bir çiçeğim ben. Böceğe bile boynum eğik benim” der. Ben de öyle yaptım, bıraktım kendi toprağında salınsın rüzgâra karşı. Yine de dayanamadım, fotoğrafını çektim.

Yol tenha, buna rağmen ada sevdasına kendini kaptırmış kişilerle karşılaşmamak mümkün mü? Arka arkaya espriler patlatıyoruz. Biraz neş’e ışınlamak lazım evrene. Aslında görünenle görünmeyen arasındaki savaş halindeyiz!!!!! Her adımda anılar kah güldürüyor kah kedere boğuyor.

Eyvah, kim bu erketeci? Mahallenin kedileri hep birlikte karşılıyorlar beni. Geçen sonbahar dünyaya gelen yeleli yavrulardan sarman minnoş hastalığa yenik düşmüş. Yaramaz tekirler büyümüş. Kara kediler cilveleşiyorlar, pamuk kedi beni takip ediyor. Hah işte...yaman bakışlım da geldi. Bunlar bizim sokağın eşrafı veeeee.... azarlarcasına canhıraş feryatlarla zeytin kedi yolumu kesiyor. Hepsini doyurup mutlu ettikten sonra, bir şey fark ediyorum. Yol boyunca hiç köpek görmedim. Bu mevsimde ısrarla insana yaklaşan, elimizdeki poşetleri, çantaları koklayan köpekler neredeydi? Sayıları gittikçe artan, kışın zorluklarla boğuşan köpeklere acıyorum ve hep soğuk kış aylarında bir barınakta toplanmalarını istiyorum ama galiba bu mümkün olmuyor.

Köpek kediye benzemez. Tasmasız köpeklerle bir arada yaşamak tehlikeli olabilir nitekim İstanbul’un bazı ilçelerinde şikâyet üstüne şikâyet yağıyor köpeklerden. Peki ne yapmalı? Geç de olsa önlem alınmazsa onları da Prens Adalarının simgesi fayton sürücüsü atlarımızın sonu gibi bir akıbet bekleyecek. Adalar’da yıllarca inşaat malzemesi taşıyan, yılmadan çalışan güzel gözlü, iyi huylu eşeklerden eser kalmadığı gibi, kırlangıçların ve gece kuşlarının Adamızı terk ettiği gibi, gün gelecek tek bir kuşa, kelebeğe de mi hasret kalacağız?

Evim evim güzel evim. Bitkilerim beni beklemiş. Biraz dertleştim onlarla. Ünlü diyetisyen ve estetisyen edası ile bir de şarkı mırıldanarak hizmet verdim benim yeşil dünyama. Ev bana ben eve konuştum ve doğru Kınalıada Mehmetçik İlk Okuluna doğru yola çıktım.

Bu yıl müteakip defalar sosyal medya aracılığı ile kuruluşundan haberdar olduğumuz Kınalıada TSM korosunun Pazar provalarına katılarak, arkadaşların konser öncesi son prova heyecanlarını paylaşacaktım. Birlikte meşk ettik, biraz efkârlandım mı, efkâr mı dağıttım ben de bilemedim ama oradan ayrılırken kulağımda Atatürk’ün sevdiği şarkılardan bir demet ve gönlümde yer eden belki de yara açan ada şarkılarını mırıldanarak akşam serinliğinde biraz mutlu biraz buruk iskeleye doğru kendimi rüzgâra kaptırdım.

Kıraça ve Proti restaurantları boş değildi. Mimoza da öyle olmalı. Aksine Adalıların bu kış mevsiminde hafta sonunu geçirmek, patileri doyurmak üzere daha çok Adaları seçtiğine şahit olmak ümit vericiydi.

Beşiktaş motoruna bindim, tek kişilik bir yer bulabildim ve oturmadan önce birkaç kişi ile selamlaşmak hoşuma gitti. Tavşan kanı sıcak demli çayımı yudumlarken insanların güleç yüzlerini görmek içimi ferahlattı. Koltuklara uzanan, yüksek sesle konuşan, tartışan, dolayısı ile etrafı rahatsız eden kimse yoktu. Yerlerde çömelip oturan, bağdaş kuran, çekirdek çıtlatıp yerleri kirletene de rastlamadım. Tanrım, biz hep böyleydik. Beyefendiler, hanımların ellerindeki ağır çantaları taşımalarına yardım ettiler. Beşiktaş’a ayak basarken dilimde hala bir şarkı vardı. “ Dilde yalnız dolaştım hep / Gözyaşlarım dinmedi”.

 

Son değişiklik Perşembe, 05 Mart 2020 12:56
Yorum yapmak için oturum açın