Heyecanla yolunu gözlerdik.
Mahalle esnafından sayılırdı.
Herkesi tanır, herkes tarafından sevilirdi. Genelde ‘amca’ olurdu... Postacı Amca. En önemli iletişim aracımız olan mektupları o götürür getirirdi. Yolu gözlenirdi. Hele ‘bayram seyran’ durumu varsa... Ya da aşk meşk işi… Nasıl da yüreğimizi hoplatırdı; sokak kapısının önünden salıverdiği “Poostaaa!!” diye bağıran sesi.
Zaten o bilirdi; kimlerin hangi tarihte hangi bayramları olduğunu ve hangi evden nasıl bir haber beklendiğini… ona göre uzatırdı zarfı. Gülümseyerek. Neşeli, hüzünlü ya da kibarca... saygılı.
Ve sokak kapısının altından atıvermez, kaçıncı kat olursa olsun, mutlaka eliyle teslim ederdi.
Şarkılar bile yapmıştık onun için, her çocuk bilirdi. Artık hiç önemi yok. Şimdiki çocukların ‘Postacı Amca’ları yok. Cep telefonları ve bilgisayarları var. Ailelerin de… Yeni yıl, bayram, doğum günü kutlamaları, hatta taziyelerin yolu bir. Ya güzel bir e-posta döşersin ya kısa bir mesaj atarsın. Hatta tüm eşine dostuna toplu olarak tek seferde, hiç vakit harcamadan.
Bu yazıyı yazarken daha epey vakit var, benim Yeni yıl ve Noel mesajlarım gelmeye başladı bile.
Ne şirin Yeni yıl, Noel ve Paskalya kartları vardı eskiden... Bebek İsa’lı, ağaçlı, hediye paketli, Noel Baba’lı, yumurtalı, tavşanlı... her biri çoktan koleksiyonluk oldular bile. Aslında bizim yaşlarımızda, önemli gün önceleri pek doğal; bu eskiye özlem, bu nostalji... Ama bu kez benim nedenim sırf o değil.
Yine nostalji. Ama bayram seyran için değil. Postacı amcalar için.
Karşıki kuruyemişçiden alışveriş ediyordum geçen gün... postacı girdi içeri. Bir zarf bıraktı… ki o zarflar artık mektup değil. Büyük ihtimalle fatura falandır. Selam sabah, bir iki “havalar şöyle” ya da “böyle” lafı… İki dakika soluklandıktan sonra, en ucuzlarından olup, öylece sepette duran çikletlere uzandı ve: “Bir tane alabilir miyim?” dedi. “Tabii ki buyur” diye gülümseyerek sepeti uzatınca dükkan sahibi, çenemi tutamayıp: “O da bahşişi olsun” dedim ben de. Öyle büyük bir şaşkınlıkla dönüp yüzüme baktı ki adam… “Bizim çocukluğumuzda, postacıya mutlaka bahşiş verilirdi de” gibi bir açıklama daha yapmak zorunda kaldım.
“Ne bahşişi abla, ne bahşişi... dayak yiyoruz biz artık dayak…” diye cevap verince eskinin Postacı Amcası, bu günün posta memuru… Şaşkınlık sırası bendeydi bu kez. “Neydi, nasıldı?” dememe kalmadan da dertli dertli fışkırıverdi. Yurdum insanı garipliği işte. Tabii artık mektup kavramı tarihe karışınca postacı genelde; icra, haciz, ihtarname, celp... gibi gibi tatsız içerikli haberler taşımak durumunda kalıyor. Haberi alan da sinirlenip, hırsını postacıdan alıyor. İyi mi? “Kaç arkadaşım dayak yedi biliyor musun abla? Korka korka götürüyoruz artık ‘elden teslim’ haberlerini...” diye devam etti dertli postacı... hatta ayaküstü, başına gelen bir olayı da anlattı.
Ama buraya alamayacağım. Bu defa vaktim çok az. Bir gün belki denk gelir, anlatırım. Sadece diyeceğim ki... çok alıştık biz artık; ağlanacak hallere gülmeye, her olaya ‘yurdum insanı komikliği’ gözüyle bakmaya ama bu hal hiç gülünecek hal değil. İnşallah bu yıl, bu tatsız gidişat biraz iyiye yönelir. Hadi herkese mutlu yıllaaar!