1990'larda Suriye TalSalhap şeker fabrikasından Damascus'a dönüyorduk. Şeker fabrikası için bir buhar kazanı teklifi vermiştik. Rehberimiz aynı zamanda Suriye temsilcimiz vadi içinde çok eski zamanlardan kalma bir Ermeni kilisesini gezdirmek istedi. Kiliseyi gezdik, içinde bin yıllık muhteşem tahta oyma işçiliği eşyalar vardı.
Daha sonra yol üstünde büyük görkemli, isminin Kark des Chevaliers olduğunu öğreneceğimiz Ortaçağ kalesini gördük, nerede olduğumuzun, kalenin öneminin farkında bile değildik. Kale kapısına vardık, kapıdaki çocuğa bekçiyi sorduk. Bekçi yandaki evlerden birinden çıktı geldi, cebinde orijinal büyük anahtarlar ile kale kapısını açtı, bizi gezdirdi. İnanılmaz bir şekilde mükemmel Fransızca ve İngilizce konuşuyordu. Sonradan anladık, çocuk iken yabancı rehberlerin konuşmalarını dinlemiş, beyin ses kaydı yapmış, söylediği şeylerin ne olduğunu kendisi bilmiyordu ama her gelen gezgine bu beyindeki ses kaydını aktarıyordu, hatta yabancı rehberlerin kendilerine has esprilerini bile tekrar ediyordu. Esprilere biz gülünce seviniyordu.
Krak des Chevaliers kalesi Haçlılar tarafından Suriye'de eski bir kalenin üstüne 1142 yılında yapılmış. Yüz yıl boyunca bulunduğu bölgenin haracını toplamış. Avrupa ülkelerinden gelen değişik milletlerin 2000'e yakın sayıda Haçlı savaşçıları kalede kullandıkları yerleri kendi ülkelerinin mimarisine uygun olarak düzenlemişler. İngilizlerin yuvarlak masa toplantı salonu düzeni, Fransızların katedralleri, Alman, İspanyol, Macar, Polonya tarzı düzenlemeleri bir arada görme şansı bulduk.
Haçlıların egemenliği 1270 yılına kadar sürmüş. Memlükler, fazla uzun sürmeyen bir kuşatmadan sonra kaleyi teslim almışlar. Memlüklerin sahte mektuplarla içerideki direnişi kırdıkları söyleniyor. Memlüklerle birlikte kale, aynı zamanda bir yaşam alanı olmuş.
1917'de, 1. Dünya Savaşı sonlarına doğru kale Fransız orduları tarafından işgal edilmiş. Fransız komutanlar Haçlı döneminden kalan hazineleri korumaya almak için kaleyi insansızlaştırmışlar, 1934 yılında da müze haline getirmişler.
İçinde yaşam varken kale yapıları korunuyor, tamir görüyordu. Müze olunca ortalık boşaldı, kimseler kalmadı. Arada sırada şans eseri benim gibi ordan geçen birkaç gezgin Kaleyi geziyordu.
Sonra İkinci Büyük Savaş bitti, 1946 yılında Fransız sömürge yönetimi gitti, Suriye bağımsız bir devlet oldu. Kale yine müze olarak kaldı, ama bakım için para ayrılamadı, bin yıllık yapı tabiatın, aşındırıcı çöl rüzgarlarının etkisine maruz kaldı.
Beni en çok etkileyen yer zindanlardı. Üç ayrı bölümdü. Hafif suçlular düz kafeslerde tutuluyordu. Orta suçlular daha aşağı seviyede hapsediliyorlardı. Bir de ağır suçluların, savaş esirlerinin atıldığı kuyular vardı. Oraya atılanların dışarı çıkma şansı yoktu.
Kalenin içi eğik düzlem yollarla çevrelenmişti, merdiven yoktu. Yokuşlardan insan, mal, eşya taşımak için atlı arabalar kullanılıyor olmalı.
Bin yıl önce Haçlı askerlerinin, tapınak şövalyelerinin, savaşçıların gururla, esir düşmüş düşmanların korkuyla girdikleri, bölgeyi haraca bağlayan bir mekanın kapı anahtarları bir yerel garibim bekçinin elinde onun koruması altındaydı. Yenileme bakım onarım artık yoktu.
Kalenin çatısında arkamda Kuzey Suriye manzarası olan fotoğraflarım duruyor. 2016 yılında kale iç savaşta bir süre ayrılıkçıların eline geçmiş, içerde silah mühimmat depolanmış, Suriye savaş uçakları kaleyi havadan bombalamış. Askerler kaleyi geri almışlar. Kalenin bir bölümü yıkılmış.
Kale Unesco Dünya Mirası listesinde. İçerde hazineler, tablolar heykeller ve dönemin tarihi eşyaları yok, bomboş ama Ortaçağdan günümüze korunmuş hala ayakta kalan en önemli mimari yapısı olarak duruyor.
Büyükada, 1 Temmuz 2021