Ege’nin güneydoğusunda yer alan ve yerleşik nüfusu sadece 700 olan sakin ve huzurlu Yunan adası Lipsi, dinginlik arayanları mutlu etmeye birebir! Özellikle biz Büyükadalıların böylesi bir sakinliğe ve sessizliğe nasıl da ihtiyacı var!
Efsanelerde Ogygia-Kalypso tanrıçalarının adası olarak sözü edilen Lipsi’nin çevresi 24 adacık ile çevrili ve hep birlikte bir mücevheri andıran bu adalar grubuna Lipsos deniliyor. Lipsos’un doğası, Avrupa Çevre Örgütü tarafından koruma altına alınmış.
Oniki Adalar grubuna dahil olan Lipsi’ye, Bodrum’un karşı komşusu Kos adasından feribotla iki saatte ulaşmak mümkün. Türkler arasında popülaritesi gitgide artan Leros’a yarım saat mesafedeki Lipsi, idari açıdan diğer komşusu Patmos’a bağlı. Henüz kitle turizmine açılmamış olan ve geleneksel yaşamın sürdüğü Lipsi’yi bu özelliğiyle bugüne kadar gezdiğim 20 Yunan adasından ve Adalı Dergisi için kaleme aldığım 18 Yunan adası arasından en çok Tilos’a benzettim. Tilos gibi Lipsi de korunaklı limanı ile Türk yelkencileri kendine çekiyor. Lipsi’nin güzel kumsalları Patmos ve Kalimnos’tan kalkan günübirlik tur teknelerinin de uğrak yeri. 16 kilometrekare yüzölçümüne sahip Lipsi uzun yürüyüşler için çok elverişli ve özel araç sayısı az. Bu da egzoz ve gürültü kirliliğinin düşük olmasını sağlıyor. Adadaki iki taksi, turistlere hizmet veriyor.
Lipsi’ye mayıs ayının ilk haftası Dodekanisos Express gemisi ile vardığımızda gözümüze ilk çarpanlar, makilikler arasına serpiştirilmiş gibi duran iki üç katlı ve beyaz badanalı evler ile mavi kubbeli kiliseler oldu. Limanda bizi önceden yer ayırttığımız Nefeli Hotel’in güler yüzlü idarecisi Eva karşıladı. Eva’nın aracıyla merkeze birkaç dakika mesafedeki Kampos mevkiinde yer alan otelimize gittik. Denize nazır tesisin manzarasının güzelliği, iç dekorasyonunun zevkliliği, bir ev konforundan fazlasını sunan süit odalarının ferahlığı kadar, çevresindeki dingin atmosferle uyumu da bizi büyüledi. Sadece bir geceliğine geldiğimiz bu sakin sessiz ve huzurlu adada bir bavul dolusu kitapla bir ay geçirebileceğimi düşündüm ilk anda. Engin maviliklere bakan terasta son derece hafif ve lezzetli, zeytinyağlı feta peynirli kelebek makarnalarımızı yerken, lobiden 1970’li yılların en sevdiğim şarkılarından “Seasons in the sun”ın yükseldiğini duyduğumda keyfime diyecek yoktu.
Diğer Yunan adalarında olduğu gibi Lipsi’de de kıyılar oteller ve yalılar tarafından parsellenmediği ve kıyı çizgisi özenle korunduğu için sahiller herkese açık. Biz de otelin önünden geçen yolun karşı tarafında kalan kumsala kadar yürüdük, eşim denize girerken ben güneşlendim. Sonra taksiyle merkeze gidip çevreyi keşfe koyulduk. Ana meydanda bir turizm ofisi ile küçük bir folklor müzesi ve park, çevresinde birkaç kafe ve lokanta, arka sokaklarda ise az sayıda bakkal ve manav dükkânı vardı. Liman boyunca dizili tekneler bir renk cümbüşü yaratıyordu. Saint John Kilisesi’ne kadar yürüdükten sonra meydana geri dönüp adanın en popüler mekânlarından olan Kairis kafeye gittik. Taş fırınında ürettiği ekmeklerin yanı sıra geleneksel tatlı ve börekleri ile ününü koruyan bu kafede çay içip peynirli pay, üzerine de sakızlı dondurma yedik. Bu sırada limandan folk müzik ve davul sesleri geldiğini duyup o yöne yöneldik. Eczane önünde ilk ve orta öğrenim çağındaki çocuklar yerel dans gösterileri yapıyordu. Bunun ana karadan gelip adalı çocukların sağlıklarıyla ilgili tahlil ve tetkikleri yapan gezgin doktorlara teşekkür seremonisi olduğunu öğrendik. Dans gösterisi bittiğinde çocuklar doktorlara çiçek buketleri verip birlikte fotoğraf çektirdiler.
Günbatımına yakın fotoğraf çekmek için tekrar kilisenin bahçesine çıktığımızda yelkenlileri ile adaya gelmiş üç Türk ile karşılaşıp sohbet ettik. Akşam yemeği için limandaki Kaypso Hotel’in aynı adlı lokantasına gittik. Lokantanın geniş bir asma çardağı ile kaplı bahçesinde rezervasyonla gelen kalabalık misafir topluluğu için upuzun bir masa hazırlanmıştı. Geleneksel bir aile işletmesi olan lokantanın birkaç kelime Türkçe de bilen sahibi bizimle de bizzat ilgilendi ve iki kişilik masamız enginar çorbası, ızgara sardalya, kalamar ve cacıki ile donatıldı. Yemek sonrası çağırılan taksi gelmeyince lokanta sahibinin kardeşi bizi aracı ile otelimize bıraktı.
Akşam otel idarecilerinden Vasili bize hoş geldiniz ikramı yaparken, Eva da sabah yapacağımız ada turu için taksi ayarladı. Sabah kalktığımızda terasta bizi nefis bir kahvaltı bekliyordu, Vasili’nin masamızı renklendiren omleti bana bugüne kadar yediklerimin en güzeli gibi geldi. Saat 9.30’da taksici Yorgos ile ada turuna çıktık, limon, incir, zeytin ağaçları ve asmalarla kaplı bahçeler arasından geçerek tüm koyları dolaştıktan sonra sıra, mutlaka görmemiz önerilen mavi kubbeli Panagia of Charos Kilisesi’ni ziyarete geldi. Hristiyanlık öncesine ait bir tapınağın temelleri üzerinde inşa edilmiş bu küçük kilisenin, adanın en eski dini yapılarından biri olduğunu öğrendik. Çarmıha gerilmiş İsa’yı kollarında tutan Meryem ikonu bu kilisenin en önemli zenginliğini oluşturuyordu.
Adanın daracık yollarında zaman zaman karşımıza çıkan keçi sürüleri taksimizin geçişine izin vermeyerek bizi eğlendirdi. Adanın koylarını gezerken uzaktan gördüğümüz plajlarından Tour Komnia ile Koklahoura çakıllı, diğerleri altın kumlarla kaplı. Tekneyle adaya gelenlerin gözdesi olan Kastadia koyundaki Dilaila Restoran’ın Lipsi’nin en gözde lokantalarından olduğu özellikle yelkencilerin dilinde. Denizcilik, balıkçılık, turizm, şarapçılık ve peynirciliğin başlıca gelir kaynakları olduğu Lipsi’de birçok lokantanın yemeklerinde kullandıkları sebzeleri bizzat arka bahçelerinde yetiştirip organik sertifikalarını edindiklerini de öğrendik. 45 dakikalık taksi turundan sonra otelimize dönüp dönüş için hazırlandık, yöneticimiz Eva bizi limandan uğurlarken, daha uzun tatiller için beklediğini söylediğinde tekrar gelme sözü verdik.
Dönüş yolculuğumuz sırasında, bizim güzellikte hiçbir adanın eline su dökemeyeceği, ancak son derece hor kullanılan Büyükada’mızdan, onun eğlence adası haline getirileceği, yeni inşaatlara açılacağı, nüfusunun katlanacağı yolunda basında çıkan haberlerden söz ettik. Bir yanda UNESCO Dünya Mirası Adalar Girişimi’nin çok kültürlü sayfiye kimliği ile Büyükada’yı koruma altına aldırmak için fedakârca çalışmaları sürerken, diğer yanda birilerinin yaşayanların fikirlerini almaya gerek duymadan tepeden inme kararlarla adamızı iyice yaşanmaz hale getirmek üzere düğmeye basması ne yaman bir çelişkiydi!