Mevlana’nın ‘Karanlık arttıysa sen de ışığını arttır.’ sözü kulaklarımdan gönlüme doğru aktığı andan itibaren hayatımın da duygularımın da kontrolünü sağladı dersem doğru olur.
Benim anladığım anlamda da eğer ulaşımla ilgili bir yazı yazmayı düşünürsem, bu benim öncelikle duygu ve mantığıma hitap etmeli derim.
Telefonumda ‘4 free pedometer’ adında bir program var. Ara sıra tansiyonuma bakıyorum, gün içinde yaklaşık kaç adım atmışım, kalp hızım, kan basıncım, nefes sayımım, nabız ölçüm derken bir de duygu durumumu gösteren bir sayaç var.
Geçen gün adaların imar planı ile ilgili haberleri okurken kalbimin sıkıştığını, içimin öfkeden, korkudan titrediğini, özlem duyacağıma dair, yitireceklerimin acısını çekeceğime dair büyük bir sarsıntı yaşadığımı fark ettim. Hemen telefonumdaki programı açtım parmağımı kameraya koyup değerlerimi ölçtüm ve bana ruh halimin; kızgın, kavgacı, korkmuş, düşman’ mesajları ile dolu olduğunu yazan bir sinyal verdi.
Evet, gerçekten de öyleydim. Vücudumun okunabilen sinyalleri doğru söylüyordu. Bunu geçen haftalarda okuduğum ulaşımla ilgili haberlerde de hissetmiştim. Aslında toplumsal yasaları ihlal ederek kaybettiğimiz doğa, çevre, eğitim, arkadaşlık, boş zamanlar ile ilgili konular da beni derinden sarsıyordu.
Peki, ne yapmalıydım?
Günlerdir yazı yazmam gerektiğine inancıma rağmen yazamadım. Çünkü doğru ile yanlışı ayırt edecek bir done bulamadım. Ta ki sevgili Mevlana’nın imdadıma yetiştiği bu sabaha kadar...
Yazmam gerekiyor, çünkü ben, rejimi cumhuriyet olan yani halkın kendi kendini yönettiği bir ülkede yaşıyorum; araştırmam gerekiyor, çünkü kendimi yönetebilmek için bilime ve öğrenmeye yani araştırmaya ihtiyacım var.
Kırk yaşımdan sonra sosyoloji okumaya karar verdim ve iyi ki de okuyorum. Dört yılda öğrendiğim en önemli şey demokrasinin de cumhuriyetin de insanın başına bela edilebileceği oldu.
Nasıl mı?
Ortaya bir konu atarsınız eğer araştıran bir topluluk değilse konunun muhatapları, zararlı olabileceğini söyleyeceğiniz bir iki örnekle açıklayabileceğiniz her konuda inandırıcılığı sağlayabilirsiniz. Çünkü öncelikle, kişisel çıkarlarımız ağar basar.
Maddi bir yatırımda gösterebileceğimiz sabır, manada istense aynı karşılığı bulamaz. ‘Bakalım ben görebilecek miyim?’, ‘ Ya öyle olmazsa.’
İstanbul İli, Adalar İlçesi, Marmara Denizi’nde yer alan 9 adadan oluşmaktadır. Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedef Adası yerleşik adalar, Kaşıkadası, Yassıada, Sivriada ve Tavşanadası yerleşik olmayan adalardır. Maden Mahallesi, Nizam Mahallesi, Heybeliada Mahallesi, Burgazada Mahallesi, Kınalıada Mahallesi mahalleleri yer almaktadır.
İstanbul İli, Adalar İlçesi Gayrimenkul eski eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 15.12.1973 tarih ve 7621 sayılı kararı 25.07.1975 tarih ve 8544 sayılı kararı; 10.06.1976 tarih ve 9461 sayılı kararı 10.12.1976 tarih ve 9580 sayılı kararı 10.06.1977 tarih ve 9871 sayılı sayılı kararı 10.11.1979 tarihi ve 11572 sayılı kararı, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu’nun 31.3.1984 tarih ve 234 sayılı kararı ile ‘Sit Alanı Bütünü’ ilan edilmiş ve İstanbul V Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 07.03.211 tarih ve 3125 sayılı kararı ile uygun bulunan 1/5000Ölçekli Koruma Amaçlı Nazım İmar Planında da Sit Derecelendirilmesi yapılmıştır.
Sit alanı ne demek? “Sit olarak korunmasında kamu yararı bulunan alan” demektir.
Kamu ne demek? “Bir ülke halkının tümü, halk.” demektir.
Güzel, demek ki bir ülkede tabiat değerinin korunması bir ihtiyaç olarak yasalarca onaylanmış. Bu durumda tabiat koşullarını kendi belirleyecek biz ona müdahale etmek istersek belli kurallara uyacağız. Yani biz ona uyacağız, o bize değil!
Buraya kadar tamam. Tabiatı anlamak ve yaşatmak isteyenler için kanunlar da kurallar da zorlayıcı olmaktan ziyade hatırlatıcı olacaktır. Buna itiraz edebilecek birilerinin olmaması eğitim ve öğretimle mümkün olacaktır.
Peki, fayton bir ulaşım aracı mıdır? Bunu bilmiyorum ama eğitim ve denetimle dünyanın en gözde adaları olması da ulaşımın sadece faytonla sağlanması sayesinde mümkün gözüküyor.
Atların denetimini üstlenmiş bir yerel yönetim, faytoncular odası, hayvan sağlığından sorumlu bakanlık, faytoncuların eğitiminden sorumlu Milli Eğitim Bakanlığı birlikte hareket edemeyecekse ülkenin turizmden dünyadaki payını alması da, hayvanların dünyada kendi geçimini sağlayabilmek için güvenli bir işte çalışmaları da sadece hayal olacaktır.
Atın insan ruhuna olumlu katkıları da yaşam sevgisini ya da coşkusunu arttırması da, insani duygularımızı kendimize hatırlatması da bir yana dünyada var olan tüm halklar için görsel ve ruhsal aynı duyguları uyandıracağından, en büyük turizm metası ya da geçim kaynağı olduğu gerçeğini göz ardı etmek ne kadar doğru olacak?
2017 yılının hakkını vermek adına şimdi bizden beklenen nasıl yollar, nasıl, ahırlar, nasıl bir fayton modeli, nasıl bir rehberlik eğitimi, yabancı dil eksikliğinin nasıl giderilebileceğine odaklanmak olmalıyken bizler, yüreğimizi parça parça eden hayvanların acı çekmesine katkı sağladığımız eğitimsiz ve vizyonsuz vasıfsız sayılabilecek birçok faytoncunun (aralarında haklarını saygıyla tenzih ettiğim işinin ehli öğretim görevlisi vasfında olanlar da var) verdiği milli gelir zararını zihinlerimizde normalleştirip öldürerek kurtulmaya çalışıyoruz bu beladan.
Oysa adalar ve fayton bir bela mı yoksa ülkemizin başına konmuş bir talih kuşu mu?