Salı, 05 Eylül 2017 18:15

Kutular

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

muzedeki kutu 280x

İnsanoğluna kültürel evrimin yolunu açan ilk şey, bir taşıma kabı akıl etmesi olmalı. Yani içine bir şeyler konabilen bir şey. Küçük büyük deniz kabuklarından, meyve kabuklarından falan yola çıkılmıştır herhalde. Sonra da yaratıcı zekâ sonucu, malzemeler düşünülmüş, imal edilmiştir. Hem de silahtan önce. Fisher’in ‘Çuval Kuramı’nı bilir misiniz? Birçok yazar, düşünür ve kuramcı tarafından işlenmiş bu konu. Ben de bir kitapta rastladım, pek doğru, pek mantıklı geldi, daha önce üzerinde hiç düşünmemişim. Kesici bir alet yapmaktan da önemli değil midir, içine bir şeyler dolduracak bir kap yapmak? Önce bir çanak, sonra sepet, torba, çuval, küp, şişe, kutu... Hatta sandık, dolap, çekmece, kasa... Ve binlerce büyüklü küçüklü kap.

Bana en ilginç gelen kap, kutudur. Kullanım alanı sonsuzdur ve de garip bir gizem içerir. İlk ne zaman kullanılmıştır acaba? Araştırdım, bulamadım. Birçok kutuyla ilgili bilgi var, sırf kutu kavramı yok. Öyle çok amaçla kullanılıyor ki sanki hep vardı gibi kabul ediliyor belki de. Kaybolması istenmeyen şeyleri saklamak için gerek duyulmuştur tabii. Bir kutuya koyarız, kapağını kapatırız, ya göz önünde tutarız, ya ortadan kaldırırız. Biliriz ki hep oradadır. Pek severim ben kutuları, yapı olarak biraz dağınık olmasam koleksiyonunu yapardım. Ne çok çeşidi vardır... Kalem kutusu, kibrit kutusu, para kutusu, mücevher kutusu, anı kutusu, ilaç kutusu, müzik kutusu... Ah hele müzik kutusu, nasıl da gizemlidir. Bazen korku filmlerine konu olsa bile, beni çok duygulandırır.

Yıllar önce bir antikacı dükkânında rastladığım bir mücevher kutusundan çok etkilemiştim mesela. Dantel gibi işlenmiş dikdörtgen gümüş bir kutu, kapağının ortasında kibrit kutusunun yarısı kadar bir kapak daha var. Açılıyor ve içinden serçe parmağının tırnağı kadar minik bir kuş çıkıyor; renk renk tüylerle süslü, gagası ve ayakları gümüş, kanat çırparak cıvıldıyor. İnanılmaz ve unutulmaz bir güzellikti. Geçtiğimiz Mart ayında, işçilik bakımından çok daha hafif olan bir benzerine, New York’taki Metropolitan Müzesi’nde rastladım. Karşısına dikilip ağladım.

En önemsizinden başlayıp, önemlilerine kadar saymaya kalksam sonu gelmez. Kara kutu var mesela hatta Pandora’nın kutusu... Ve de en önemlisi; bellek kutuları. Bu kavramı bilir miydiniz? Tibetli bir hekim Lama’nın hayatını anlatan bir kitap okumuştum, ilk kez o zaman ilgimi çekmişti. Adam, ilaç yapmak için şifalı otlar topluyor ve her birini nasıl tanıyacağını, neye yaradığını, ne şekilde kullanıldığını öğreniyor. Binlerce ot var. Bir dolu detayı aklında tutması lazım... Tibet’in kıdemli hekim Lamalarından öğrendiği, şöyle bir metot uyguluyor: Önce belleği, duvarlarındaki raflara binlerce kutu sığabilen kocaman bir oda farz ediyor ki hiç de zor değil. Her bir otu, ilgili tüm bilgilerle bir kutuya koyuyor ve ona bir numara veriyor. Ondan sonra aklında tutması gereken tek şey, aradığı bilginin kaç numaralı kutuda bulunduğu. Nasıl? Hoş değil mi?

Büyük bir ihtimalle birçok hekim, ya bilinçli olarak ya da farkına bile varmadan bu metodu uyguluyordur. Benim bir hekim dostumun uyguladığını biliyorum. Günümüzdeki hastalık çeşitlerini ve ilaçları düşünün. Bunca şeyi aklında nasıl tuttuğunu sordum bir gün. Aynen “Kutulara koyuyorum” dedi. Hemen bu konuda okuduklarım geldi aklıma. Duyumsamaya çalıştım sonra, kendi bellek odamı ve kutularımı. Vay canına... Ben de kutulara koyuyormuşum meğer. Ama bilinçli olarak yapmadığım için olmalı, hiçbirini numaralandırmamışım. O yüzden aradığım şeyin hangi kutuda olduğunu bilemiyorum bazen. Büsbütün geç kalmadan, bir gün oraları bir düzene sokmalıyım. Belki çöpler de vardır arada. Onları atmalıyım.

Bence siz de yapın. Zaman zaman bellek odanıza bir göz atın, düzenleyin, kutularınızı numaralandırın veya isim verin, çöpleri atın. Hatta bazı kutuları açıp havalandırın. Mutlaka vardır, en altta kalanlar, zorla veya isteyerek en arkaya tıkılanlar, hatta kilitli tutulanlar. Hele Ermeni’yseniz kesin vardır. Kimileri miras kalmıştır, sırlar gizler, acılar barındırır, nesilden nesile devredilerek ve de kapalı olarak bu günlere kadar gelmiştir. Ruhları yaralasa da saklanırlar ve özellikle gerilere itilip, kilitli tutulurlar. Açın artık onları, şimdi zaman; açıklık zamanı. Kapalı kutular zarar verirler. Hem büyük yaralar, hava almazlarsa kangren olurlar. Valla bunca kutu örneğinden sonra ‘Kutu kutu pense’ adlı çocuk oyununa bağlayıp şakayla bitirmek vardı yazıyı. Nasıl böyle oldu, bilemedim. Konuyu kurcalarken, belleğimdeki olmayacak bir kutuyu mu açtım, ne yaptım? Neyse, siz en iyisi önce güzel çocukluk kutularınızı açın, onlar genelde daha keyifli, sonra artık nereye isterseniz oraya bağlarsınız. Kutularınızı numaralandırmayı da sakın ihmal etmeyin. Hem bu, Alzheimer’i de önlüyormuş.

Aram Gülyüz kitabı Adalar’ı dolaştı

buyukada imza 280xGeçen ay Kınalı’daki imza günümüzü anlatırken Büyükada’dakinin tarihini vermiş, Burgaz’dakini de Eylül ayında düşündüğümden nasılsa sırası geldiğinde önceden veririm haberini demiştim. Ama planlandığı gibi olmadı. Ani bir kararla Büyükada’dakinden önce yani 13 Ağustos’ta Burgaz ASSK’da yapıverdik imza günümüzü. Aram abi yine gelemediği için biraz buruk da olsa, mekân kendi çöplüğüm olunca, eski dostlarla falan hafif nostalji kokan bir keyif yaşadım. Biraz apar topar olduğu halde, ilgi de fena sayılmazdı.

18 Ağustos’ta da kadim dostum Fıstık Ahmet’in yeri; Prinkipo’daydık. Eh bu kez Aram abi de vardı. Onu yormamak için bir adım bile yürütmeden, krallar gibi götürdük valla mekâna. Adalar Müzesi’ndeki konserle çakıştığından, görebilmeyi umduğum kimi dostlar bulunamadılar. Ama kuşkusuz, günün yıldızı; Ediz Hun’du. O da Aram Abi’nin kadim dostu. Bir şey söyleyeyim mi? Adam hâlâ çok yakışıklı...

Gün güzeldi, keyifliydi, sonu eğlenceye bağlandı. Ve de böylece, yeni kitap Adalar turunu tamamladı. Hadi yolu açık olsun.

Son değişiklik Çarşamba, 06 Eylül 2017 21:28
Yorum yapmak için oturum açın