Adalar’ın sadece sayfiye gözüyle görülmesi, okullar açıldığında yazlıkçıların göç etmesi sonrası yalnızlığıyla baş başa kalması, “Dört mevsim yaşanılır Adalar için ne yapmalı?” sorusunu gündemde tuttu on yıllarca. Doğalgazın gelmesine, deniz ve kara ambulansları ile acil durumlarda şehir hastanelerine nakil kolaylığı sağlanmasına, sosyal yaşamı canlı tutacak çeşitli adımlar atılmasına rağmen Adalar’da yaşam Haziran-Ekim dönemine hapsolmaktan kurtulamadı, ta ki pandemi boy gösterene kadar. Korona açısından riskli bölgeler haritasında İstanbul ile birlikte kırmızıya boyansa da mavi rengi en fazla hak eden ilçe olan Adalar, bu sayede son bir yılda cazibe merkezine döndü, evlerinden dört mevsim ışıkların süzüldüğü bir yerleşim hüviyetine büründü.
Doğası bozulmamış, sağlıklı ve kaliteli bir hayat sürmek için çok şeye sahip Adalar, bu artıları ile kendine çektiği, aralarında sanat dünyasında tanınmış isimlerin de bulunduğu yeni misafirleri için pandemi sona erdiğinde de sürekli yaşanacak bir yer olur mu? Bunun cevabı, Adalar’ın gitmeyip kalacaklara hangi olanakları sunacağında yatıyor.
Yeni adalılar kalıcı olup yaz kış adada yaşasın, eski adalılar da adalarını terk etmesin diye yapılacak birçok şey var elbette. Sağlık, eğitim ve ulaşım hizmetleri ile sosyal ve kültürel faaliyetlerin yoğunluğu ve kalitesi, gitmek ya da kalmak konusu açıldığında en çok dile getirilen etmenler. Bunun olmazsa olmazları, acil durumlarda karşı kıyıya gitmeye gerek bırakmayacak tam teşekküllü bir hastane, 24 saat hizmet verecek doktor kadroları; anaokulundan meslek ve güzel sanatlar yüksek okullarına kadar kaliteli eğitim kurumları; kış aylarında arttırılmış vapur seferleri ve Adalar’da sosyal yaşamı canlı tutacak, kültürel açıdan insanları besleyecek tiyatro, sinema, konser etkinliklerine ev sahipliği yapacak mekanlar.
Eski bir adalı olarak benim için vazgeçilmez olansa, Adalar’ın kontrolsüz turizm hareketinin baskısından kurtarılması ve koruyamadığımız o sakin şehir hüviyetini yeniden kazanması. Çocukluğum Büyükada’nın adeta bir yavaş şehir hayatı sunduğu yıllara denk geldi. Henüz Rumlar göç etmek zorunda kalmamıştı. Dillerimiz dinlerimiz farklı da olsa bir olup kendi oyun dünyasını kurmuş çocuklardık. Sokaklar bizimdi. Ulaşım araçlarımız bisiklet ve faytondan ibaretti. İstersek doğal kumsallardan ücretsiz yararlanırdık istersek paralı plajlara giderdik ailelerimizle. Sahiller ve deniz tertemizdi. Evlerimizin önü de öyle. Komşular birbirlerine saygıyla hitap ederdi. Siesta saatlerimiz vardı, sokaklar sessizliğe bürünürdü öğleden sonraları. Ada içi nakliye, şimdiki gibi göz zevkimizi bozan akülü araçlar veya gürültülü kamyonlarla değil eşekler ya da katırlarla yapılırdı. Sebze ve meyveyle, dondurma ve mısırı, seyyar satıcılar el arabaları ile kapılarımıza getirirdi. Büyük market zincirleri yoktu, herkesin devamlı alışveriş ettiği bir bakkalı olurdu. Adayla şehir arasında tek bağlantı aracımız vapurlardı, karpuz teknelerine benzeyen motorlar piyasaya sürülmemişti. Adaya ayak basmak büyük mutluluktu, şehre dönmekse özlemin başlangıcı. Benim ailem de adayı sayfiye olarak gördüğü, beş çocukla yaz-kış yaşamak için eğitim, kültür, ulaşım ve sağlık hizmetlerini yetersiz bulduğu, ısınma da önemli bir problem olduğu için eylül ayı geldiğinde o zamanın usulünce denkler hazırlanır, şehrin yolu tutulurdu.
Şimdi Adalar çok daha fazla konfor sunuyor insanlara, doğalgazın düğmesine bir dokunuşla suyumuzu ve evimizi ısıtabiliyoruz. İhtiyacımız olduğunda ambulans beş dakikada kapımızda. Ada içi faytonsuz ulaşım benim gibi birçoklarının içini acıtsa da, elektrikli araçlarla seyahat etmekten memnun olanlar var. Vapur seferlerine el atıldı ancak hala kış nüfusunun artan ihtiyacına cevap verecek şekilde düzenlenmeye muhtaç. Sosyal kültürel yaşamı canlı tutacak aktiviteler için kültür merkezlerine ihtiyaç sürüyor. Ama en çok da Adalar’ın kış ayları dışında maruz kaldığı kontrolsüz turizm hareketi ve bunun yarattığı karmaşa, Adalar’da yerleşik nüfusu olumsuz etkiliyor. Pandemi sona erdiğinde günübirlikçi ziyaretçi baskısının eskisinden de fazla olacağını kestirmek zor değil. Yavaş şehir ideali ne kadar ütopik hale gelirse, Adalar’ın sürekli yaşanacak yerler olmaktan o kadar uzaklaşacağını tahmin etmek de zor olmasa gerek!