Pazar, 04 Temmuz 2021 08:23

"Ada'ya Yolculuk"

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

H. Can Yücel

Adalı dergisi yazarlarından H. Can Yücel, 7 yıllık bir çalışmanın ardından geçtiğimiz ay “Ada’ya Yolculuk” adıyla bir kitabı yayımlandı. Adalı Yayınları’ndan çıkan kitap, sevgili Yücel’in Marmara Adası üzerinden denizciliğimizin tarihi olarak okunabilir. Büyük boy, 360 sayfalık kitap, önemli bölümü kendisine ait çok sayıda fotoğraf, bilgi-belge, doküman ve özel söyleşiyle sadece Marmara Adası için değil denizciliğimiz için de bir kaynak eser olmaya aday.

Kitabın henüz dumanı üstündeyken Can Yücel ile kitabın hazırlık öyküsü de dahi olmak birçok şeyi konuştuk.

Niye böyle bir kitap? Fikir nereden çıktı?

Öncelikle böyle bir söyleşiyi gerçekleştirdiğiniz için size çok teşekkür ederim. Adalı Dergisi ve Adalı Yayınları benim için çok kıymetlidir. Doğup büyüdüğüm, havasıyla suyuyla, yüreğimde iz bırakan simalarıyla kısaca beni ben yapan Marmara Adası’nı kuru kuruya sevmekten ziyade ona kendimden bir şey katmalı, ada için elle tutulur gözle görülür bir şey yapmalıyım düşüncem daima vardı. Ancak “Ada’ya Yolculuk” kitabının oluşmasındaki ana neden; Haliç Tersanesi’nde Türk mühendis ve işçilerinin yıllar süren alın teri ve emeğiyle inşa edilmiş son yolcu gemimiz “Mavi Marmara”nın 2010 yılındaki satışından sonra iyice gözle görünür hale gelen nitelikli, devlet güvencesiyle sürdürülen ulaşım hakkının elimizden alınmasıydı. Çocukluk yıllarımdaki “Ayvalık”, “Avşa” ve “Uludağ” vapurlarıyla yaptığım seyahatler, iskelelerdeki ayrılış seremonisi, sevdiklerimize kavuşma anındaki heyecan ve gemiye yetişme telaşlarımız hatırımda bir bir silikleşen anılar olmaya başlamıştı yıllar ilerledikçe... Eski kaptanların deniz maceraları ve tatlı tebessümlerin çehrelere oturduğu mey donanmış sofralarda anlatılan tüm bu güzel hikâyeler unutulmasın diye böyle bir konu seçtim. Yaman Koray’ın adamızı ve kılıç balığı avcılarını anlattığı “Deniz Ağacı” adlı romanını okuduğum anda da içimde yükselen ada özlemini artık kelimelere dökmenin zamanının geldiğine karar verdim, bundan 7 yıl kadar önce.

Adalı olmanın, adada yaşamanın etkisi de var galiba, bu yolculuğa çıkmanda?

Arkadaşım Zafer Yalçınpınar’la 2014 Aralık ayı Adalı Dergisi’nde yayınlanan söyleşimizde şu sözü dile getirmiştim; “Ada’da yaşamak denizi yaşamaktır”. Hakikaten de öyledir. Adalılık ve deniz iç içe geçmiş iki olgudur. Ancak adada yaşayanların veya aklı kalbi daima adada olanların hissedebileceği bir aitlik duygusudur adalı olmak. Aynı zamanda gönüllü mahpusluk halidir yaşadığımız. Denizin buyruğundaki hayatlarımızda bir ayağımız daima sudadır. Gitmek-gelmek üzerine kurulu yaşam döngümüz içinde de sayısız olayla karşılaşmış, bazen kazalar atlatmış bazen de denizin ve temiz havanın sefasını sürerek saatler süren yolculuklar yapmışızdır. Tutkuyla bağlıyızdır bir geminin güvertesinde olma haline. Başka seçeneğimiz de yoktur aslında. Adada yaşamak her açıdan zor ve meşakkatlidir çünkü. Doğanın ve mevcut imkânların size sunduklarıyla yetinmek zorunda kalırsınız çoğu zaman. Hava raporları daha sık takip edilir düşmeden yollara, mevsim geçişlerinde kopan fırtınalar iliklerine kadar işler tüm adalıların. Konuştukları dil deniz terminolojisiyle harmanlanmıştır ve 7’den 70’e herkesin dilindedir onları karşı kıyıya taşıyan gemiler, takalar, kaptanlar. Tıpkı Büyükada’nın Horoz Reis’i, Bozcaada’nın Yakar Kaptan’ı gibi Marmara Adası’nda da yüreği ummanlar kadar büyük kaptanlar ve denizciler yaşamıştır. Denizcilik İşletmeleri’nin mavi patiskaları yırtan beyaz gövdeli gemilerine de aşinadır tüm adalılar. İster Ege’de ister Marmara’da fark etmez hiçbiri. Yaşanılan anlar ortaktır aslında...

7 yıl sürdü diyorsun hazırlığı, bayağı bir uzun süre. Hangi kaynaklara başvurdun, seni en çok besleyen neler oldu?

Kitap yazma düşüncesi hâsıl olduğunda bu işin nasıl yapılacağına dair bir fikrim yoktu. İlk ve ortaokul yıllarımda amatörce küçük hikâyeler yazar, bunları biriktirirdim. Kompozisyon yazma konusundaki maharetim sanıyorum biraz işimi kolaylaştırmıştı ama araştırma yaptığım konu büyük bir bilgi birikimi gerektirmekteydi. Biraz da yazmak konusunda deneme yapmalıydım. Bu sırada imdadıma Adalı Dergisi yetişti. “Kancabaş” adlı ilk makalemi derginize göndermek konusunda beni cesaretlendiren Zafer’e burada tekrar teşekkür etmem gerekir. O dönemki Adalı Dergisi Editörü Semra Uzuner Hanımefendi’nin “yazılarınızı bekliyoruz” sözü benim için çok kıymetliydi! Adalı Dergisi’ne makale yazarak kalemimi geliştirirken, bir taraftan da ada ulaşımına dair yerel araştırmama devam ediyordum. Adalı hemşerilerimle yaptığım sohbetler ve saatler süren ses kayıtları akabinde onların deşifresi ile noksan kalan kısımları detaylandırarak yaptığım yeni röportajları sabırla biriktiriyordum. Bunun yanında mesleki olarak da denizcilik sektörü içinde bulunmam bazı kaynaklara ulaşmamı daha kolay kılıyordu. Sahaflarda geçen hafta sonları, Denizcilik ve Tersane Mensupları Derneği kurucuları ve yöneticileriyle kurduğum diyalog sayesinde de kapılar birbiri ardına açılmış, kendi alanında yetkin birçok insanla tanışma fırsatı bulmuş ve yepyeni bilgilerle kuşanmıştım. Her yeni bilgi beni bir başka ayrıntıya taşımış, araştırmam derinleşmişti. Bunun yanında görsel hafıza da çok önemliydi. Kitaptaki 217 görseli de düşünürseniz böylesine büyük bir arşivi oluşturmak gerçekten de tahminimden uzun sürmüştü. Müzayedelerden, internet üzerinden, sahaflardan topladığım görsel materyal olduğu kadar, bu uğraşıma destek veren diğer adalılar ve deniz tarihi araştırmacılarının da koşulsuz desteği sayesinde hayalini kurduğum kitap yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştı. 2017 yılında Bozcaada ile tanışmam, ada kültürlerinin benzeşmesi beni aslında hiç tanımadığım bu ada hakkında yazmaya, hatta merakımı cezbeden konularda araştırma yapmaya sevk etti. İki senenin sonunda da ilk şahsi kitabım “Tarih Denizinde Bozcaada” okuyucuyla buluştu. Şüphesiz Bozcaada ile ilişkimin başlamasını da Mendirek Dergisi ve “Ada’ya Yolculuk” kitabımın kapak yazısına imza atan sevgili Mustafa Dermanlı’ya borçluyum. Bir kitap yazmak için çıktığım bu uzun ve meşakkatli yol diyebilirim ki hayatımı değiştirdi. İyi ki de değiştirdi...

Çok sayıda görüşme, konuşma, söyleşi yapmışsın. Sanıyorum içinde artık hayatta olmayanlar da var. Aynı zamanda kapsamlı bir sözlü tarih çalışması da denebilir, öyle değil mi?

Evet öyle de denilebilir. İlk zamanlar cep telefonuyla yaptığım ses kayıtlarını daha sonra satın aldığım basit bir ses kayıt cihazıyla devam ettirdim. Bir taraftan da bazı ince nüansları not alıyor, sohbet esnasında detaylandırmaya çalışıyordum. Marmara Adası merkez yerleşkede az çok herkes birbirini tanır. Bunun da avantajını kullanarak onlarla daha kolay diyalog kurabiliyor, aynı dili konuşabiliyordum. Elli-yüz yaş aralığında birçok adalı sima ile yaptığım sohbetlerin deşifreleri ve aile arşivlerinden toplayarak dijitalleştirdiğim birbirinden kıymetli fotoğrafları titizlikle tasnifliyor, inceliyor ve biriktiriyordum. Bunlardan bazılarını onlardan edindiğim bilgilerle harmanlayarak makaleye dönüştürüyor ve Adalı Dergisi vasıtasıyla tüm ada tutkunlarıyla paylaşıyordum. Gözle görülür anlatılar internet denen sanal hafızamıza dökülse de, geniş bir kesim tarafından takip edildiğinden adaya dair verdiğim bu uğraş saygı görüyor ve bazen bilgiler kendiliğinden gelip beni buluyordu. Bu ise benim için paha biçilemez bir duyguydu. Fakat araştırma derinleştikçe zaman aralığı uzuyor, seneler birbirini kovalıyordu. Bazen içinden çıkamadığım, adeta samanlıkta iğne aradığım günler-haftalar oluyordu; ancak içimde beni daima kamçılayan, başladığım işi bitirmem gerektiğini hatırlatan ve hissettiren üzücü olaylar yaşıyordum. Bunların içinde beni en çok üzen de ansızın gelen ölüm haberleriydi. Kimisi genç denilebilecek bir yaşta göçüp gidiyordu bu diyardan, kimisinin de yılların bitap düşürdüğü bedenleri sonbahar ve ilkbahar aylarında çıkıyordu bilinmez yolculuklara. Kanlı-canlı sohbet ettiğim onca ada yüzlü insan, kıymetli vakitlerini ayırarak anılarını bana anlatırken, biriktirdiğim bunca bilginin bende bıraktığı manevi yük bazen yüreğimden taşıyordu. Kayıtları sohbet kıvamında aldığımdan bazen konu dışına çıkıyor ama ada tarihi açısından önemli olayları dillendiriyorlardı. Anlattıkları onca şey bende bir değil birkaç kitaplık materyal birikmesine sebep oldu, bu sayede yazma isteğim arttı. Röportaj yaptığm kişilere farklı sorular sorarak ada sohbetimizi daha da derinleştiriyordum. Kasap Fikri (Erbil), Saime Aslan, Pervin Özenç, Emin Toksöz, Lodos İbrahim (Pala), İbrahim Kaptan (Denizyaran), Rahmi Gezgincan ve daha niceleri... Hepsi ışıklarda olsun. Marmara Adası’nın gelecek kuşaklarına çok kıymetli kültürel bir miras bıraktılar. Anlattıkları onca şeyi yazmaya sözüm var. Ve kalemim tükenene kadar da yazacağım...

Kitap Marmara Adası özeli gibi görünüyor ama, tümüne bakarsak, aslında Osmanlı'dan bugüne denizciliğimizin ve deniz taşımacılığının tarihi diye de okunabilir. Bu kapsamda başka çalışma var mı, yayınlanmış?

Evet aslında yazmaya başlarken anlatmaya çalıştığım da biraz buydu. 1870 yılından beri özellikle Marmara Adalarının bulunduğu Tekirdağ-Bandırma güzergâhındaki deniz ticareti ağır aksak da olsa günümüze kadar gelişme göstermiştir. Ancak tarihi yüzyıllara dayanan Denizcilik İşletmeleri ve sahibi olduğu gemilerin özelleştirmeler kapsamında satılarak kurumsallaşmış bir denizcilik kültürünün adeta göz göre göre yok edilmesine kadar. Bu konuda Türk Deniz Ticareti ve Denizcilik İşletmeleri’nin tarihçesine dair daha önce yayınlanmış birçok kıymetli eser ilk başvuru kaynaklarım oldu. Bunlardan bazıları; Eser Tutel’in “Seyr-i Sefain Öncesi ve Sonrası”, “Gemiler, İskeleler, Süvariler”, Mustafa Hergüner’in “Seyri Sefain İdaresi Rehberi”, “Cumhuriyetimizin Başlangıç Yıllarındaki Denizciliğimize İlişkin Bir İnceleme”, Orhan Kızıldemir’in “İlk Buharlı Geminin Türkiye’ye Gelişi ve Türk Deniz Ticareti Resmi ve Özel Kuruluşları”, Efsanevi Kaptan Refik Akdoğan’ın “60 Yılın Hesabı” adlı birbirinden kıymetli kaynak eserleridir. Ayrıca araştırmalarıma önemli bir kaynak da sayın Ali Bozoğlu’nun makaleleri ve merhum Orhan Kızıldemir’in arşividir. Ancak bu kitap ve makaleler ada ölçeğinden ziyade Türkiye’nin tüm deniz ticaret tarihini ve armadasını ele alan kaynaklardır. Bense burada daha çok adada gerçekleştirdiğim yerel tarih araştırması ile adalıların yaşanmışlıklarını ve kendi tanıklıklarımı da harmanlayarak Marmara Adası’nın ulaşım tarihini yukarıda bahsettiğim mevcut kaynaklardan da faydalanarak anlatmaya çalıştım. Ada-deniz-gemi üçlüsüne dair daha önce yayınlanmamış veya üzerinde fazla durulmamış çeşitli konular barındıran bu kadar kapsamlı bir kitap bildiğim kadarıyla yazılmadı. Sanıyorum Türkiye’deki diğer adalar için de benzer nitelikte hazırlanmış bir kitap bulunmuyor.

Yitip giden, kaybolan gemilere çok yer vermişsin. Ayvalık, Avşa, Mavi Marmara gibi. Bir bölümünün yeniden kazanılması için de uğraşıyorsun. Seni en çok etkileyen hangisiydi karşılaştığın öyküler içinde?

Güney Marmara Adaları’nın ve Marmara Hattı’ndaki diğer iskelelerde de uzun yıllar çalışan Ayvalık-Gemlik yolcu vapurları, Marmara havalisinde yaşayan halkın ortak bir görüşle en beğendikleri ve adından en çok söz ettikleri gemilerdi. Fakat Hollanda yapımı bu güzel gemilerden Gemlik 1988’de yanarak, Ayvalık da 1996’da seferden men edilerek adalardan koparılmışlardı. 80 ve sonrasında doğanların neredeyse hiç hatırlamadıkları gemilerdi. Oysa halefi Avşa ve Uludağ vapurları ben ve akranlarımın Marmara-Avşa seferlerinde daha sık seyahat edebildikleri gemilerdi.

Şüphesiz beni en çok etkileyen de çocukluk yıllarıma denk gelen “Avşa”yla yaptığım sömestr seyahatleri ve hurdaya gidişi, delikanlılık çağımda sık sık seyahat etme olanağı bulduğum “Mavi Marmara” vapurlarının hazin öyküsüydü. Avşa 1999’da hurdaya ayrılarak tamamen sökülürken üzerinde taşıdığı birçok ekipman üniformasını gururla taşıdığım Denizcilik Lisesi’nin atölye derslerinde kullanılmak üzere okula verilmişti. Bahçede yatık bir vaziyette duran filikasının bordasındaki “M/S Avşa” damgasını gördüğüm anda da yılların cefakâr gemisinin ince bir selamıyla karşılaşmış ve gözyaşlarıma engel olamamıştım. Türkiye’nin siyasi olarak en çalkantılı yıllarında Fatih’in kurduğu 565 yıllık Tersane-i Amire’de kızağa konan “Avşa” gemisi, kurumun emekliye ayrılmış en meşhur gemilerinden biri olan “Ankara” yolcu vapurundan çıkma ahşap malzemeyi, kutsal bir emanet gibi güvertesinde taşımıştı yıllarca. Mavi Marmara ise, delikanlılık çağımda ilk kayıplarımın hüznünü taşımıştı yüreğimle beraber. Nonna’mın (anneannem) ve Deniz Dayı’mın ansızın gidişiyle hüzün yüklü bulutlar sarmıştı ufku Marmara’dan İstanbul’a doğru. Kuytuluklarında kalmıştı akıtılan gözyaşları. Kış aylarında tek vasıtayla varılabilen Ada’ma acaba yeniden gemiyle gidebilecek miyim diye düşünürken, hoyratça koparılıp alınmıştı biz adalıların elinden Mavi Marmara vapuru. Yıllarca oradan oraya sürüklenecek, uluslararası olaylara sahne olacak ve nihayetinde de yapısı bozularak Tır-Kamyon taşıması için feda edilecekti son yolcu gemimiz. Tüm bu yaşanmışlıklara isyan edercesine kelimeler satırlara aktı ve sonunda da elinizde tuttuğunuz bu kitapta toplandı.

Bundan sonra ne gelecek?

Marmara Adası hakkında kalıcı eserler bırakmak üzere çıktığım bu yolda ilk önce ada hakkında arşiv oluşturmaya başladım. Birçok farklı konuda kayıtlar alarak araştırmalar yaptım. Birkaç kitaplık bir seri düşünmekle beraber aklımdaki ilk konu, adada 1800’lü yıllardan beri en önemli ekonomik faaliyet olagelmiş balıkçılığa dair tarihsel bir inceleme kaleme almak. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e balık avcılığının yanı sıra Ada balıkçılığına dair birçok farklı konu başlığını içinde barındıracak ikinci Marmara Adası kitabımı da en yakın zamanda okuyucuyla buluşturmak istiyorum. Hakikaten yazacak çok şey var...

Son değişiklik Pazartesi, 05 Temmuz 2021 09:31
Yorum yapmak için oturum açın