Cuma, 02 Eylül 2016 14:30

Kardeş Adalar: Paros & Antiparos

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)
Naoussa'da güneşin çekilmesiyle lokantalar hareketleniyor. Naoussa'da güneşin çekilmesiyle lokantalar hareketleniyor. Yazı ve Fotoğraflar: Nilgün Refiğ Pala

 Naoussa'nın dar sokakları... Naoussa'nın dar sokakları...Paros denilince aklıma ilk gelen, doğal güzelliklerin rafine zevklerle, estetik ve zarafetle harmanlandığı muhteşem sahil kasabası Naoussa. Adanın merkezi Parikia’da ise iç görünümü ile Ayasofya’nın küçük bir modelini andıran Yüz Kapılı Kilise görülmeye değer. Paros’un yanı başındaki Antiparos ise sessiz, sakin, huzurlu, ada gibi bir ada!

Kyklad grubunun üçüncü büyük adası olan Paros’a 25 Haziran’da Atina’dan kalkan Aegean Havayolları uçağı ile yarım saatlik bir uçuşla ulaştık. Taksiyle adanın içlerine doğru ilerlediğimizde her yanın dağlar ve tepelerle kaplı olduğunu gördüm. Tepeler arasında açılmış yollar boyunca karşımıza genelde iki katlı evlerden oluşan seyrek yerleşimler, bunları çevreleyen fıstık ve Kaliforniya çamları, palmiye, zeytin ve limon ağaçları çıktı. Zakkumlar, begonviller bahçe önlerini ve duvarlarını süslüyordu.

Taksici adada bu mevsimde sıcaklığın 32-34 derecelerde seyrettiğini söyledi. Adanın yerleşik nüfusunun 13 bin dolayında olduğunu da ondan öğrendik. Yaklaşık 25 dakika süren yolculukla adanın doğusundaki balıkçı köyü Piso Livadi’de, önceden rezervasyon yaptırdığımız Aloni Hotel’e vardık. Otel sahibi bize odamızı gösterirken nereden geldiğimizi sordu, “İstanbul” deyince, iki yıl önce şehrimize geldiğini ve Boğaz’a hayran kaldığını söyledi. Prinkipolu olduğumuzu söylediğimizde ise ağzından kocaman bir “Oooo” nidası yükseldi.

Odamıza yerleştikten sonra otelden çıkıp 5-6 dakika yürüme mesafesindeki plaja yöneldik. Plaj, balıkçı teknelerinin dizili olduğu bir mendireğin korumasındaydı ve yoldan ılgın ağaçları ile ayrılıyordu. Kumsalda güneşlenen aileler arasına karıştık, pırıl pırıl suya dalıp yolculuğun yorgunluğunu attık. Sonra hemen plajın önündeki otobüs durağından sefer saatlerini öğrendik. Yakındaki turizm acentesinden otobüs bileti alırken görevli nereden geldiğimizi sorup tıpkı otel sahibi gibi İstanbul ve Adalar’a iltifatlar yağdırdı. Otele dönüp otel sahibinden akşam yemeği için restoran tavsiyesi istedik. Limanın ucundaki Halaris Balık Restoranı’nın balıkçı bir aile tarafından işletildiğini, orada her zaman taze balık ve deniz ürünleri bulabileceğimizi söyledi. Akşam saatlerinde gittiğimiz Halaris’in deniz kenarındaki masalarını çeri domateslerle doldurulmuş kavanozlar süslüyordu. Menüden safranlı rizotto eşliğinde Sword balığı, buharda pişmiş midye, cacıki, Yunan salatası ve Paros uzosu sipariş ettik. İşletmeci ailenin genç ve güleryüzlü mensupları siparişleri koşar adım getirdiler, hepsi de taze ve lezzetliydi. Biz oturduğumuzda neredeyse boş olan lokanta tıklım tıklım dolunca, yemek sonunda istediğimiz hesabın gelmesi neredeyse 45 dakikayı buldu. Sonunda 40 Euro hesapla birlikte ikram olarak portakal reçelli yoğurt ve minik bir şişe sakız likörü geldi. Lokantadan ayrılıp yakındaki korudan yükselen cırcır böceklerinin konserini dinleyerek otelimize döndük. Ertesi sabah odamızın panjurlarını açtığımızda ciğerlerimizi Ege’nin kadim rüzgârı “meltemi” ile doldurduk. Kahvaltı otelin terasında yapılıyordu. Tepsilerde alışıldık kahvaltılıklar dışında, tapas gibi ekmek üstü sıcak atıştırmalıklar ve krep, revani gibi seçenekler de vardı. Kahvaltı sonrası mendirek çevresinde yürüyüş yaptık. Bir zamanlar mermer ocakları ile ünlü olan şimdilerde tatil köyüne dönüşen Piso Livadi’de alışveriş için girdiğimiz bir butikte sohbet ettiğimiz dükkân sahibi hanım büyükannesinin Anadolu kökenli olduğunu, kendisine “yavuklun var mı” diye sorduğunu anlattı.

Köyden 11.40’ta kalkan otobüsle, adanın cazibe merkezi olarak bilinen kuzeydeki Naoussa kasabasına hareket ettik.12.10’da vardığımız Naoussa’da sahile doğru inen kanalı takip ettik. Kanal üzerinde bir köprü vardı, çevresinde kazlar, ördekler ve adını bilmediğim ibikli kuşlar geziniyordu. Sol tarafa doğru ilerlediğimizde o saatte kapalı olan Bizans Müzesi’nin önünden geçtik. Daha ilerde bir plaj vardı. Limanın sağ tarafında ise balıkçı tekneleri diziliydi. Balıkçılar sandalyeler arasına ipler germiş, tuttukları ahtapotları kurutuyorlardı. Adımlarımızı kafeler, barlar, lokantalarla çevrili limandan içerilere doğru yönelttiğimizde, Naoussa’ya cazibesini kazandıran, estetiğin ve zarafetin ön planda olduğu labirentvari sokaklar, begonvillerin süslediği tek ya da çift katlı bembeyaz binalar ve çok zevkli, tasarım ürünler satan küçük butik ve dükkânlarla karşılaştık. Öğle yemeği için limandaki Achinos Restoran’a oturup ızgara ahtapot ve sardalya ile bira söyledik.

Yemek sonrası otobüsle adanın merkezi Parikia’ya hareket ettik. Limana vardığımızda ilk gözümüze çarpan rıhtımdaki yel değirmeni oldu. Kordon boyunca kafeler, lokantalar ve barlar diziliydi. Parikia’yı keşif turumuza 4. yüzyıldan kalmış bir Bizans kilisesi olan, kapı sayısının çokluğu ile ünlü Panagia Ekatopiliani’yi (Yüz Kapılı Kilise) ziyaret ederek başladık. Ardından Parikia’nın Naoussa kadar gösterişli olmasa da güzel butikler ve kafelerle dolu çarşısında turladık. Mana Mana Cafe’de kahve molası verdik. Dar sokaklar tek ya da çift katlı, begonvillerle sarmaş dolaş yapılarla çevriliydi, siestacı kediler gölgeliklerde keyif çatıyordu. Otobüsle Parikia’dan ayrılıp Piso Livadi’ye döndük. Soluğu denizde alıp sıcakta yaptığımız ada turunun yorgunluğunu üzerimizden attık. Akşam yemeğinde yine aynı restoranda ve aynı masadaydık. Bu kez şarap sosunda midye, mini karides tava, içine kapari ve börülce de katılmış zengin Paros salatası ve barbun balığı ile uzo sipariş ettik. Aile işletmesinin mensupları artık bizi tanımışlardı, bir akşam önce bir türlü gelmek bilmeyen hesap, bu kez istemeden geldi.

Parikia'daki Yüz Kapılı Kilise,Parikia'daki Yüz Kapılı Kilise,
Paros'a ince dokunuşlarla kazandırılan güzellik...Paros'a ince dokunuşlarla kazandırılan güzellik...
Naoussa limanı ve kalesiNaoussa limanı ve kalesi
 

Halaris'in taratorlu midye tavasıHalaris'in taratorlu midye tavasıErtesi sabah otobüs ile Parikia’ya doğru yola koyulduk. Yol boyunca gördüğümüz yerleşimlerde evler en fazla üç katlı, beyaz badanalı ve genelde mavi panjurluydu. Otobüs, Osmanlı hakimiyeti döneminde adanın merkezi olduğunu öğrendiğimiz dağlık kasaba Lefkes’den de geçti. Kasaba meydanında geniş teraslı lokantalar ve kafeler ile yerel ürünler satan dükkânlar vardı. Bahçeleri zeytin, incir, nar ağaçları, Kaliforniya çamları, renk renk zakkumlar donatıyordu. Otobüsümüz 10.00’da merkez Parikia’ya vardı. Bu günü komşu ada Naxos’a ayırmıştık. Paros’a 19.00’da geri dönüp, Parikia’nın labirenti andıran sokaklarını tekrar dolaştık. Apollon Garden Restoran’da akşam yemeğimizi yedikten sonra sahilde tur attık. Feribot iskelesi önündeki yel değirmeninden limanın ucundaki yel değirmenine kadar cadde gece trafiğe kapatılmıştı. Gündüz güneş ışığı altında yanan ve sessiz sakin kabuğuna çekilen Parikia, gece hem ışıl ışıl hem de cıvıl cıvıldı. Lokantalar, kafeler, barlar, mum ışıklarının aydınlattığı masalarda müşterilerini ağırlıyordu. Geceleri ışıklandırılan kiliseler ile limana gelen ışıltılı gemiler bu atmosferi daha da güzelleştiriyordu. Biz de limanın ucundaki yeldeğirmenine kadar yürüyüp buradaki Alexander Cafe’nin terasında oturarak büyüleyici manzarayı seyre koyulduk. Geç saatte Piso Livadi’ye döndük.

Ahtapot ızgaraAhtapot ızgaraParos’taki dördüncü günümüzde sırada ikinci komşu ada turu vardı ve bu kez Antiparos yolcusuyduk.

Antiparos, Paros adasının güneybatısında yer alan küçük, şirin bir ada. Sarkıt ve dikitlerin yer aldığı mağarası ve Venedik kale yerleşimine örnek mimari kalıntıları ile ünlenen ada, şık kafeleri ve güzel plajları ile her gün Paros’tan tekneler dolusu turisti kendine çekiyor.

Paros’un Parikia limanından 25 dakikalık bir tekne yolculuğu ile ulaştığımız adanın ön görünüm bölgesi ve onu dik kesen çarşı caddesi boyunca lokantalar, kafeler ve küçük oteller diziliydi. Çarşı caddesini sonuna kadar yürüyüp birkaç basamak merdivenle 15. yüzyıl Venedik kalesi kalıntılarının bulunduğu alana ulaştık. Kalenin avlusuna bakan ve dik merdivenleri ile dikkat çeken eski evleri begonviller sarmıştı. Karnımız acıkınca “Rafine Ege Mutfağı” tabelası ile dikkatimizi çeken ana caddedeki Kalokeri Brunch&Dinner adlı mekânın yol üstündeki masalarından birine oturduk.

Lezzetlerinden memnun kaldığımız brunch için iki kişi 30 Euro hesap ödedik.

Antiparos ana caddesiAntiparos ana caddesiMasamıza gelip bizimle ilgilenen, çaylarımızı tatlandırmamız için polenli ada balı getiren uzun boylu, kır saçlı hanım, adının Vanna olduğunu söyledi ve nereden geldiğimizi sordu. Adaya daha çok İskandinav turistlerin geldiğini, ancak onların bira yanında damaklarının alışkın olduğu tatlardan başkasını denemeye pek istekli görünmediklerini söyledi. Menülerindeki yiyeceklerde kullandıkları her malzemenin Ege adalarının en kaliteli ürünleri arasından seçildiğini söyleyen Vanna’nın tavsiyesine uyup özel ekmek içinde hazırlanmış zengin malzemeli bir sandviç ile peynirli menemene benzeyen domates soslu yumurta ve avokadolu içecek sipariş ettik. Lezzetlerinden memnun kaldığımız brunch için iki kişi 30 Euro hesap ödedik.

Antiparos sakin sessiz bir adaAntiparos sakin sessiz bir adaVanna’nın anlattığına göre, lokantaya bir akşam önce Belçikalı bir grup gelmiş ve menüdeki etli patlıcan yemeği ile ilgilenmişler. Onlara, yemeğin orijinal adının Hünkar Beğendi olduğunu söylemiş. Gruptakiler, “Siz Türklerle düşman değil misiniz?” diye sormuş. O da, “Tarihte ve politik nedenlerle sonraları gerginlik ve problemler yaşansa da Türk ve Yunan halkları birbirine düşman değildir. İlişkilerimizdeki gelgitlerde Avrupa’nın da rolü var” cevabını vermiş. Adı “iyi yazlar” anlamına gelen Kalokeri’nin sıcakkanlı işletmecileri ile vedalaştıktan sonra tekrar limana yöneldik. Kilise ve yeldeğirmenini geçip sahile indik. Karşımıza çıkan ilk plajda, ılgın ağaçlarının altına serdikleri örtülerde, kurdukları hamaklarda ya da şezlonglarda güneşlenen adalılarla turistlerin arasına karıştık. İki kez denize girip kumsalda şekerleme yaparak güneşlendik. Plajda kanoyla kürek çekenler ve sörf yapanlar da vardı. İkindiye doğru plajdan ayrılıp balıkçı teknelerinin dizili olduğu limana döndük. Nautica Cafe’de oturup çay istediğimizde yanında limonlu kakaolu kek geldi. Belli ki diğer Yunan adalarında kahve ve çay yanında servis edilen kurabiyenin yerini burada kek almıştı.

 Kalokeri, Antiparos ana caddesi üzerinde... Kalokeri, Antiparos ana caddesi üzerinde...
Antiparos'ta kale bölgesindeki evlerAntiparos'ta kale bölgesindeki evler
Piso Livadi balıkçı mendireği ve kumsalıPiso Livadi balıkçı mendireği ve kumsalı
 

Antiparos plajlarında güneş keyfi...Antiparos plajlarında güneş keyfi...Antiparos’a günübirlik ziyaret yaptığımız ve vaktimiz kısıtlı olduğu için adanın güneyinde Agios İlyas dağı eteklerinde olduğunu öğrendiğimiz ünlü mağarasını gezmeye fırsatımız kalmadı. Çağlar öncesinde bir parçası olduğu Paros’tan depremlerle kopan Antiparos’tan 16.30’da kalkan tekne ile ayrılıp 17.00’de Parikia limanına döndük.

Paros’taki son akşamımızı Naoussa’ya ayırmıştık. Gündüz güzeli Naoussa’nın gece nasıl bir hal aldığını merak ediyorduk. Otobüsle Naoussa’ya vardığımızda motosikletli bir grup Türk’le karşılaştık. Bodrum’a komşu Oniki Adalar’daki Türk bolluğundan buralarda pek eser yoktu. Limandaki Sigi İkthios Restaurant’ta somon fümeli, kaparili salata, safran ve uzo sosuna yatırılmış karides, buharda pişmiş midyeden oluşan hafif akşam yemeğimizi yerken çevredeki şık lokantalar ve barlar havanın kararmasıyla birlikte turistlerle dolup taşmaya başlamıştı. Naoussa’nın çarşısında son bir tur atıp taksiyle Piso Livadi’ye döndük.

Adadaki son saatlerimizi koşuşturma yaşamadan Piso Livadi kumsalında geçirdik. Öğlen artık müdavimi haline geldiğimiz Halaris Restoran’da taratorlu midye tava ile ahtapot ızgara yedik. Adının Lefteris olduğunu öğrendiğimiz otel sahibinin arabasıyla yola koyularak havalimanına, oradan da Atina aktarmalı uçuşla İstanbul’a döndük.

Ah benim Büyükadam!

Dönüş yolculuğunda ister istemez “kendi köyüm” Büyükada (Prinkipo) ile beş günde gezdiğim üç adayı karşılaştırdım. Muhteşem yeşili, eşsiz köşkleri, yalıları ile benim adam şüphesiz bambaşkaydı, ama artık ne güvenerek denizine girebiliyor ne de bir zamanlar çok sevdiğim midyesini korkmadan yiyebiliyordum. Benim adam bir zamanlar nezih bir sayfiye yeriyken ve bu haliyle korunsa dünyada bir marka olabilecekken, yaz aylarında işporta tezgâhlarından geçilmeyen, aşırı kalabalık ve sokakları çok kirli bir kasabaya dönüşmüştü. Kendi kültürünü yaşatmak yerine Arap kültürüne teslim olmayı seçmiş, çay bahçeleri nargilelerle donatılmış, mikrofonlardan bizim şarkılarımız yerine Arap şarkıları yükselir olmuştu. Akülü araçların yarattığı kaos alıp başını gitmişti, ne yollarda yürümek mümkündü ne tehlike atlatmadan bisiklete binmek. Denizlerini de, evlerinin ve dükkânlarının önlerini de tertemiz tutan, kıyılarını herkese açan, görselliğe, estetiğe önem veren, çorak alanlarda mimari harikası kasabalar, köyler yaratan bu insanların turizmde kat ettikleri mesafeye hiç şaşırmayıp, kendi adamın derdine yanmalıydım!

“Prinkipo’dan Yunan Adaları’na” Seyahat Blogu

Adalı’nın sürekli okurlarının adına yıllardır aşina olduğu, son dört yıldır da Kardeş Adalar dizisi ile bizleri Ege, Akdeniz ve İon Denizi’ndeki adalarda gezintiye çıkaran gazeteci Nilgün Refiğ Pala, seyahat yazılarını “Prinkipo’dan Yunan Adaları’na” adı altında bir blogda topladı.

Blogger’lığa yıllar önce ailesinin ve yakın dostlarının yemek tariflerini bir araya getirdiği “nil-gün-lük” adlı blog ile adım atan Nilgün Refiğ Pala, Haziran ayından bu yana üzerinde çalıştığı yeni sitesinde yalnız Yunan Adaları’na değil başta Büyükada olmak üzere Marmara ve Ege’deki adalarımıza da yer veriyor.

Blogda ilk etapta 15 Yunan adası yer alıyor. Bunlar: Kos, Kalimnos, Leros, Patmos, Symi, Tilos, Girit, Midilli, Sakız, Samos, Santorini, Paros, Antiparos, Naksos ve Korfu.

Bloga www.nilgunrefigpala.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Son değişiklik Pazartesi, 05 Eylül 2016 16:16
Yorum yapmak için oturum açın