Şehrimin coğrafyası deniz ve denizi de kaderi olduğundan balık benim ve ben gibi nice İstanbullu için candır, canandır. Lüferine şiirler, palamuduna, orkinosuna sikkeler, uskumrusuna güzellemeler boşuna değildir İstanbul’umun. Bin bereketli birer kuluçkahane olarak çalışan Marmara ile Karadeniz’i bağlayan ve herkesin ne kadar değerli bir biyolojik koridor olduğunu anlata anlata bitiremediği İstanbul Boğazı’nın güney açılımında, nefes kesen meralarıyla Adalar’sa balığın göz bebeğidir. Cinsine, karakterine ve elbette mevsimine bağlı olmakla beraber balık burada yuvalar, burada mola verir, burada ürer. Canlılığı göz kamaştırır, normal koşullarda. Mercanları ayrı bir heyecandır, dalanlar için. Balık içinse yaşamdır, tümü. Ve deniz İstanbul’un coğrafyasıysa, biliyoruz ki kaderidir de.
Bu kader, doğanın biçtiği kader, İstanbul’un kurulu olduğu topraklara yaklaşık 8500 yıl önce getirmiş insanı. Yenikapı’da yapılan kazılar bu dönem İstanbullularının balıkla beslendiğini gösteriyor bize. Kâseler dolusu olta iğnesi var, kim bilir hangi balıklara hangisi uygundu o vakitler. Kim bilir hangi balıkları seviyordu o günün İstanbulluları. Bunlar ayrı birer yazının konusu fakat iyi bildiğimiz bir şey var, insan hep kendine doyduğu yeri yurt edinmiş. İstanbul da bir biri ardınca akan balık sürüleriyle insana aç kalmayacağı bir yerleşke vaat etmiş. Taa 8500 yıl önce!
Hiç değil.
Devletin finansal kaynaklarını arttırdığı, İstanbul’un yerel yönetimlerinin mali becerisini geliştirdiği son 30 yılda, maalesef denize hemen hiç kimse, ne ulusal ne de yerel yönetimler olarak, gerçekçi ve sürdürülebilir bir politika yazmamışlar. Yazılan, uygulamaya konulan politikalarsa talanı desteklemiş. Örneğin kalın sac ithalatı için politika yazılmış, gırgır filomuz güçlensin, av kapasitesi artsın diye. Bakınız 80’ler! Yine destek verilmiş, sonarlar, radarlar alınsın ki Japonya’ya ihraç edebilelim Marmara’nın orkinoslarını. Bu da 80’ler! Bu süreçte bir yasadışı avcılık patlamış ve önü alınamamış ki, affa gidilmiş ve Türkiye’nin av filosu birden katlanıvermiş. Bakınız 90’lar! Hiçbiri ön çalışmaya tabi tutulmamış bu kararların. Herhangi bir stok tespiti yapılmamış denizin. Çinekop ve lüfer başka başka balıklarmış gibi ayrı av boyları tesis edilmiş, yasada! İnanmazsınız, 2000’ler, bu da. Sürdürülebilirlik doğa için değil, muhtaç olduğumuz denge için düşünülmemiş. Ekonomi gelişsin, yeter denmiş. Büyüme diyoruz, malum. Bizler de alkışlamışız. Kriz zamanı dahi durmayan büyümemizle övünmüşüz.
Coğrafyamız, denizimiz ya da İbn Haldun’dan hatırlayıp kaderimiz diyelim, bugün çölleşmeye doğru giderken, uyanmakla uyumaya devam etmek arasında pek mahmur İstanbullu. Mücadele var, hem de her zamankinden de güçlü. Adalar bölgesi, örneğin, arzu edilen kadar olmasa da bir mera olarak tanındı geçtiğimiz dönemde ve kısmi bir koruma bölgesi olarak ilan edildi ve lüferde yok oluş kabul gördü. Boy değişikliğine gidildi fakat bu gayretler ne hakkıyla bir denetimi beraberinde getirdi, ne de İstanbullunun silkinip kalkmasına sebep oldu şehrin her an daha da ağırlaşan koşulları içerisinde.
Ön saflardan haber vereyim size, mücadelenin “az gittik uz gittik bir de dönüp baktık ki” halinde, pek yalnız ve pek yorgun hissediyor dava arkadaşlarım. Hele tebliğ dönemlerinde…
Geçtiğimiz günlerde 2016-2020 yılları arasında yürürlükte olmak üzere 4 numaralı su ürünleri tebliği yayınlandı. Profesyoneller için 4/1, amatörler için 4/2 diye geçiyor ve denizlerimiz, ırmaklarımız, göllerimizde avcılık ve bu avların ticaretini konu alıyor.
Bu tebliğde Adalar bölgesini ilgilendiren bazı kararlar var:
Adalar Bölgesi için 2012-2016 yılları arasında yürürlükte kalan 3 numaralı tebliğ ile tariflenen koruma alanına gırgır ve trollerin girmesi yasaktı. Denetim zaafı yaşandı, gerek troller ve gerekse de gırgırlar bölgede cirit attılar, denizin tüm bereketini yok ettiler. 4 numaralı tebliğde genişletilmesi talebiyle gittik Bakanlığa ancak kabul görmedi. 4 numaralı tebliğ bu bölgede sadece olta ve uzatma ağları ile avcılığa yani küçük ölçekli balıkçılık yapanlara avcılık izni veriyor. Gırgır ve trollere hala yasak. Yasağın uygulanıp uygulanamayacağı ise geçmiş tecrübeden Sahil Güvenlik Komutanlığı ve GTH Bakanlığı, İstanbul Tarım Müdürlüğü yetkililerinin ne kadar ders çıkarttıklarına bağlı.
Adalar Bölgesi’nde yasak alan genişlemediyse de İmralı Adası etrafındaki yasak devam ediyor ve bunlara ilaveten Gemlik Körfezi’nde Sarıburun ile Kurşunlu Balıkçı Barınağı’nı birleştiren çizginin doğusunda kalan, trolün her halükarda yasak olduğu alanda, gırgır ve algarnaya da avcılık yasaklandı.
Bir acı verici durum var ki o da 15 Eylül itibarıyla Marmara Denizi’nde izni verilen ışıkla avcılık! Akdeniz’de orkinos avcılığına giden 60 metrelik ultra donanımlı gırgır kayıkları dahil, tüm reislerin ağzını sulandıran ışıkla avcılığın, hangi bilimsel değerlendirme ile izninin verildiği herkesin merak konusu. Kimileri “geçen yıl denetlenemedi, ondan” diyorlar. Doğru. Geçen yıl yasak olduğu halde eşkıyalık yapıp lamba yakan reisler oldu. Az da değil. Devletin yasasını koyup denetimini yapamadığı örneklerden biri, buydu geçen yıl. Denilen o ki, bu yıl da denetleyemeyeceğiz, o yüzden bari biz izin vermiş olalım! Gerçek olmamasını, kötü niyetli dedikodu olmasını diliyorum bu sözlerin, zira Marmara, ki iç denizimizdir, bizler, yasalarımız ve güvenlik kuvvetlerimizce denetlenip korunamıyorsa sınırlarımız kime emanet olur ki? Her halükarda 15 Eylül-31 Ekim arası yapılacak ışıkla avcılık Marmara’nın süper güçlü bir süpürge ile temizlenmesi demek olabilir. Zaten denizlerin çölleştiği, İstanbul’un rengini, ışığını kaybettiği bir dönemde lüferi, palamudu, yunusu hamsisiz bırakmak denizi iyiden iyiye küstürecektir bize.
Lüferde durum fena! Adalar’da 2013 yılında lüfer çıkmaya başladığında pek umutlanmıştık, yasaklar işe yarayacak diye. 2015 kıyımı çok sert geldi. Lüfer geçen sezon küstü. Büyükadalı işletmelerin tüm yıl 300 civarı lüfer satabildiğini hesaplamış Ada’nın her bir taşını bilen deniz dostu Serco Ekşiyan. Bu yıl olur mu bilemem ama 27 cm’de üreyen canım lüferin 18 cm’de avlanması yasal oldu bu son tebliğ ile. Yani devlet eliyle, yasasına uyarak yok etmeye devam edeceğiz lüferi. Cehenneme müjdeler olsun!
Kabaca durum bu.
Mücadele devam ediyor. Kimimiz için basının karşısında, kimimiz için denizde, kimimiz için devletin yasama ve yürütme mercileri karşısında… hepimiz ama tezgahta omuz vereceğiz, gerektiğinde. Adalet adına, iyi ve temiz olan uğruna, yarının aşkına ve İstanbul için.
Denizimiz coğrafyamızdır. Coğrafyamız kaderimiz. Yarınımızı biz tayin edebiliriz.