Cuma, 02 Eylül 2016 14:33

Teneke Kayık

Ögeyi değerlendirin
(5 oy)
Bir sonbahar günü şifalı su kayalıkları" Bir sonbahar günü şifalı su kayalıkları"

Çocukluğumun vazgeçilmeziydi ‘Teneke Kayık’. Marmara Adası’nda yaşayan çocukların başlıca oyuncağıdır tenekeden yapılan gemiler… Kimin ne zaman ve nasıl keşfettiği bilinmemekle birlikte, 1930’lu yıllardan beri adada tuzlu balık konserveciliğinin yapıldığını düşünürsek nesilden nesle aktarılan bir oyuncak olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Zeytinyağı, peynir ve konservelerin tenekesinden, tamamen el emeği ile yapılan bu oyuncaklar, yapıldığı yere göre de çeşitlilik gösterirdi… Örneğin; Gündoğdu köyü sakinlerinin büyük bir çoğunluğu deniz taşımacılığı ile uğraşırdı ve kullandıkları gemiler ise 1990’ların başlarına kadar Karadeniz çektirmelerinden oluşmaktaydı… O kadar çoklardı ki rengârenk, borda bordaya kıçtankara yanaşan bu tekneler köyün önünü kaplardı. Gündoğdulu çocuklarsa genelde çektirme formuna benzer teneke kayıklar yapıp sahilde yüzdürürlerdi. Teknenin alt kısmı sivri kaldığı için, dengeyi sağlamak maksadıyla safra alırlardı, yani kum yüklerlerdi. Marmara’da ise halk daha çok balıkçılıkla uğraştığından, mevcut teknelere benzer yani ‘Ayna Kıç’ olarak tabir ettiğimiz tipte kayıklar yapılırdı. Teknenin arka kısmına kavak veya çam ağacından bir tahta parçası monte edilerek yapılan bu çeşit kayıklar, kimi zaman ahşap eklemelerle tam bir yük gemisine veya balıkçı teknesine benzetilirdi. Ama en önemlisi baş formuna şekil vermekti! Bazı çocuklar sabırsızlıktan yapar yapmaz suya atarken kimileri de çekek yerinde gezer, arta kalmış boyalarla kayıklarını itinayla boyarlardı. Tahta ile teneke arasından su sızmasını önlemek içinse cam macunu arayışı başlardı. Teneke kayıklarla baş tarafına bağladıkları bir ip vasıtasıyla saatlerce bıkmadan usanmadan büyük bir keyifle bir o yana bir bu yana ada sahillerinde koşturup dururdu adalı çocuklar.

3 deniz dayim 280x Deniz DayımDiğer çocuklara nazaran teneke kayığımın benim için daha kuvvetli, manevi ve derin bir anlamı vardı. Teneke kayık, çok genç yaşta kaybettiğim Deniz Dayı’mla aramızdaki bağın en somut örneğiydi… Her çocuğun bir kahramanı vardır. Benimse en büyük kahramanım Deniz Dayı’mdı… Gizlediği macerası, gömleğinin sol cebinden eksik etmediği samsun sigarası ve sarkık bıyıklarıyla muzipçe gülümsemesi hâlâ gözümün önünde. Bazı günler alkolün tesiriyle esip gürlerdi. Kızgın olurdu hep böyle akşamlarda, bir şeylere sitemli… Tuzu biberiydi anlattığı hikâyelerin söylediği küfürler… Tıpkı Can Baba’nın dediği gibi: “İşçi sınıfının dilinde bir çiçekti küfür.” Oysa kendinden başka kimseye zararı olmayan bu kocaman yürekli adamla birlikte bir şeyler yapmanın keyfine vardığımdan beri nefes aldırmazdım ona hiç. İple çekerdim sömestr tatillerini, büyükannem ve ben Avşa vapuruyla Marmara Adası’na giderdik. Bu on beş günlük tatilde gecenin geç saatlerine kadar Edip Akbayram şarkıları dinler, sözlerinin çözümlemelerini birlikte yapardık. Kadehi boşaldığında yenisi dolmadan başka bir hikâye anlatmaya geçmezdi. Bazen susardı,  Sansaryan Han’la tanışıklıklarından bahsederken. 15 gün su misali akıp giderdi… Dönüş günü gelip çattığında ise gemi güvertesinde, Ada uzaklaşırken boğazıma bir yumruk otururdu... Ama bilirdim ki Dayım orada ve her zaman olduğu gibi İskele Meydanı’ndaki palmiye ağacı altında oturup beni beklerdi gözleri ıraklarda… Çocukluk yılları çabuk geçiyordu, okuldu sınavdı derken yaz geliyordu bir çırpıda. Denizden uzakta geçmiş ayların sonu demekti bu… Pas ve iyot kokusu içinde geçirilecek keyifli günlerin habercisiydi.

23 Nisan 2000 yılında son kez suda yüzen Teneke Kayığım23 Nisan 2000 yılında son kez suda yüzen Teneke KayığımYaz tatillerinin vazgeçilmez adresiydi ada… Marmaralı çocukların büyük bir şevkle ve bakırcı ustalarının ciddiyetiyle tenekelere şekil verişini izlerdim. Her sokaktan teneke ve çekiç sesleri yükselirdi. Bir zamanlar paylaşımcıydı çocuklar! Yenisini yapan bir arkadaşın eski kayığına talip olmuştum böylesi sıcak bir Haziran günü. “Al senin olsun…” dediğindeyse dünyalar benim olmuştu. Annemin “Yeter artık Can başına güneş geçecek!” uyarılarına kulak asmadan saatlerce beline kadar suyun içinde dolanan bir çocuktum. Konserve tenekesinden imal ettiğimiz filikasını içine koyduğumdaysa artık bir gemi olmuştu. Fakat hala bir şeyler eksikti. Ta ki Dayım; “Can… gel bu kayığa direk ve kamara ekleyerek bir kotraya çevirelim” diyene kadar…

Bir Pazar gününü bana ayırmıştı ve sabah erken saatte başlamıştı donatım işine.  Biraz endişeli olmakla beraber merak içinde geçen saatlerin ardından akşamüstü çay faslına gelişini beklemiştim. Buluşma anı gelip çatmıştı… Birden yokuşun başında onu gördüm, tenekeden gemim kucağında kılavuz kaptan edasıyla merdivenlerden inerken gözlerime inanamamıştım… Cıvadrası, direği, yelkenleri, dümen dolabı, vardavelaları ve hatta 4,5 voltluk yassı pille çalışan sancak-iskele borda fenerleri ve oyuncak araba lastiklerinden usturmaçaları bile üzerindeydi… O günkü mutluluğumu kelimelerle tarif etmem imkânsız. Tabii hemen soluğu denizde almıştım, seyir tecrübesi için paçaları sıvayıp saldım onu suya. Nazlı nazlı sallanan bir kuğuydu adeta… Uzun yıllar onsuz bir gün bile yüzmeye gittiğimi hatırlamıyorum. Hatta birçok kez ağabeyimle kavga etmişliğimiz vardı. Çünkü Manastır veya Aba plajlarına giderken bizi sandalıyla götürüp getiriyordu. Ama dalgalardan her zıplayışımızda teneke gemim fiber sandalın iç yüzeyini çiziyordu! Kendince ağabeyim de haklıydı tabii. Herkes kendi gemisinin kaptanıydı ne de olsa… 1990’ların ortasıydı; adalı çocuklar yarış Yolculuklar 1 SergisiYolculuklar 1 Sergisitutardı, sahilde koşarlardı, arkalarında suya kanat açarak ilerleyen teneke kayıklarıyla… En hızlı gidense ‘Kaptan Ali-2’ posta motoruyla özdeşleştirilirdi hep… Oysa ne çok kez batırmıştı dalgaları benim küçük gemimi. Seneler geçiyordu, yaş ilerledikçe bambaşka meşgaleler ediniyor insan. Platonik yaz aşkları peşinde tüketiliyor zaman ve yüzdürülen değil de içine binilebilen bir sandala evriliyor hayaller…  Kayığımı son kez bir sonbahar günü sevgili ustası Deniz Dayı’mla birlikte şifalı su kayalıklarında yüzdürmüştük. Tuzlu su katiliydi tenekenin o nedenle evde izliyordu denizi artık. Yıllarca salonun başköşesinde seyretti denizi uzaktan sessizce. Dayım bilinmez dünyanın labirentlerinde kaybolduğunda apansız, tarifi zor bir hüzün kaplamıştı içimi… Kalbimin hiç dolmayacak boşluğuna gömmüştüm onu… Dayım toprak olup gitmişti belki ama ardında unutulmayacak anılar bırakmıştı… Mesleğimi seçmemdeki en büyük etken annem ve dayımın teknik ressamlık konusunda beni teşvik etmesiyle birlikte tenekeden yapılan gemilere gönlümü kaptırmış olmamdı belki de.

Yolculuklar 2 SergisiYolculuklar 2 SergisiMarmara Adalı ressam İsmet Değirmenci için de farklı bir anlamı vardı tenekeden gemilerin. Çocukluğu Gündoğdu köyünde geçmişti. Tenekeden yaptığı gemisiyle oynarken köyün önünü kaplayan çektirmeleri taklit ederdi adeta hep bir yerlere gitmenin hayaliyle…  Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel bölümünde okuduğu yıllarda bazı hafta sonlarını ailesiyle geçirmek isterdi… Fakat tıpkı bugünkü gibi düzenli ulaşım yoktu o yıllar İstanbul’dan. Bu nedenle okul çıkışında Yenikapı’ya gider, köye dönecek bir ‘çektirme’ arardı. Doğu Alman motorunun homurtularıyla nazlı nazlı ilerleyen teknelerde yolculuk ederdi. Kamarada kaptan ve mürettebatla yapılan sohbetler eşliğinde sabahın ilk ışıklarıyla varırlardı Gündoğdu köyüne. Dönüş yolunda ise İstanbul’a navlun atacak ilk çektirmede alırdı soluğu. Gemi ne zaman gelecek adlı şiir kitabında sık sık yer vermişti adanın süsü olan bu rengârenk yük gemilerine. Sanatçı 1995 yılında ‘Yolculuklar-1’ adlı düzenleme sergisini Beşiktaş Deniz Müzesi sanat galerisinde açmıştı. 10 Nisan 1999 günü ise ‘Yolculuklar-2’ adlı sergisinde tenekeden gemiler yapmış ve üzerlerinde kolajlama çalışmıştı… İlkinden farkı, bu serginin Yeşilköy balıkçı barınağında yapılmış olmasıydı. İzlemeye gelen sanatçılar ve çocuklar sahilde gemileri yüzdürerek bir performans gerçekleştirmişlerdi. Sergi sonundaysa teneke gemiler bir bir suya salınmış ve ufukta kaybolana dek izlenmişti...

Yokluğu ile koskoca 14 yıl geçen Deniz Dayı’mın anısına 16 Eylül günü bir nostalji yaparak tenekeden gemimi yüzdüreceğim İsmet Değirmenci gibi… Çocukluğuma doğru bir yolculuğa çıkacağım. Şimdilerde adalı çocuklar bilgisayar başından kalkamadıkları için hayatı kaçırıyorlar. Halbuki Ada’nın vazgeçilmezidir teneke kayıklar. Yıllar geçtikçe kayboluyor ada kültürü! Oysa 1974 senesi adamızda çekilen “Kanlı Deniz” filminde bile tenekeden gemiler yüzmektedir dalgalara inat. Bir zamanlar tenekeden gemiler yapıp suya indiren tüm Adalılara selam olsun…

Son değişiklik Çarşamba, 07 Eylül 2016 14:31
Yorum yapmak için oturum açın