Akdeniz’in mavi mavi masmavi sularının çevrelediği kayalık sahilleri ile havadan çorak görüntü veren ama yaşam alanlarının devasa ağaçlarla gölgelendiği şirin mi şirin bir adadır Malta adası. Tarihin sizi alıp götürdüğü, coğrafyasının sarıp sarmaladığı, insana dönük, tertemiz bir Avrupa ülkesidir Malta. Fenikeliler, Kartacalılar, Romalılar, Malta’ya iz bırakmışlar. Kısa dönem Fransızlar hatta Araplar Malta’yı ele geçirmişler. Osmanlı donanması da Malta’yı işgal etmek istemiş ve şehitlerini Malta’daki Müslüman mezarlığına bırakıp geri dönmüş. İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanların zulmüne uğramış fakat İngilizlerle mutlu olmuş. Şöyle ki Malta Cumhuriyeti kurulduktan ancak bir hayli zaman sonra İngilizler Maltalılarla iyi ilişkiler içinde adadan ayrılmışlar.
Hıristiyan ve koyu Katolik bir ülke olan Malta, haçının çizimine sekiz köşe yerleştirmiş ki bu da ülkede sekiz ayrı lisan konuşulduğunun simgesi olmuş.
Çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Malta Cumhuriyeti insanı cezbeden ve biraz da kıskandıran yanı, defalarca yenilgi yaşamalarına rağmen tarihlerine sahip çıkmaları, vefalı oluşları ve tarihi yok etmedikleri gibi korunması için azami çaba göstermeleridir.
Adada 13. asırdan bile hâlâ ayakta kalmış ve orijinalitesi bozulmamış cumbalı, balkonlu, bazen de bahçeli evler, müthiş ilgi çekiyor. Bina sahipleri dış cephe ile ilgili bir değişim yapamıyorlar, tadilatlar iç mekânda serbest fakat dış görünüş kesinlikle ülkeye ve tarihe ait oluyor ki tahminimden daha çok kaliteli turist çekiyor. Malta taşı ise, Mardin taşı renginde ve hâlâ kullanılan kalkerli bir taş cinsi. Tunus Belediyesinin beyaz badanayı, mavi boyayı halka dağıttığı gibi Malta adasında da kurallara uyma mecburiyeti var.
Kaliteli turist kimdir? Bence, gideceği yeri niçin ve hangi amaç ile seçtiğini bilen turist kalitelidir. Elinde torbalarla bulduğunu satın almak için terlik eskiten veya gittiği ülkenin dükkânlarını didikleyen, alışverişi ile tatmin olan kişi özlenen turist değildir. Peki, alışveriş yapılmasın mı demek istiyorum? Hayır, fakat yabancı bir ülkeyi ziyarete gitmeden eğer o ülke veya şehrin tarihi, kültürü, müzeleri, coğrafyası, yönetimi, sosyal hayatı, ekonomisi hakkında bilgilerini yenileyip gitmemişsen, yalnız alışverişini yapıp geri döneceksen, sen kaliteli turist değilsin.
Bunca yapılacak gezilecek yer varken, elinde iki deste oyun kâğıdı, bir restoran kafede veya bistro gibi bir yerde, otelin lobisinde zaman öldüreceksen, üstelik tarihi ve coğrafi zenginlikleri açık havada sergilendiği, değişik mutfakların birbiri ile yarıştığı Malta gibi bir ülkede Mc Donald’s a itibar edeceksen, sen seyahat etme lütfen. Bu şeklinle de ülkeni temsil etme!
İnsanların kendilerine, çevreye ve çevreciliğe saygılı olduğu bir yerdi Malta. Göze batan hiçbir görüntü ve çevre kirliliği yoktu. İnsanlar çekirdek çıtlatıp çöpünü yere atmadıkları gibi, parklarda devasa ağaçların gölgesinde tertemiz banklarda oturup denizi seyrediyorlar gündüz gece.
Sahiller herkese açık, kayalık bir deniz, içilesi bir su, sahilleri pazar yerine çeviren yok, yiyecek içecek satan yok, balıkçı kasabaları ve en muhteşem gezilecek ada Gozo’da bile mahdut sayıdaki kulüp ve plaj tesisleri dışında sahiller nezih insanlara kucak açıyor.
Minicik turistlere gelince, onlar güzellikleri ile gönülleri fethediyorlar. Onlar adeta yürüyen ve konuşan biblolar, bebeklerin birçoğu da çocuk arabalarında oturarak veya uyuyarak dolaşıyorlar fakat huzur bozmuyorlar. Onlar daha minicikken görgü kurallarını öğreniyorlar, şımartılmıyorlar, bağırmıyor, yerlere yatmıyor, tepinmiyorlar. Anne olduğum günden beri dış ülkelerde çocuk ve ebeveyn arasındaki ilişkileri gözlemlerim. Galiba, çocuklar eğitilirken hata minicik yavrularda değil de şark tipi eğitiminde oluyor.
Avrupa’nın birçok şehrinde olduğu gibi Malta’da da faytonculuk hala revaçtaymış. Faytoncuların atlarını okşadığını, vücutlarını serinlettiklerini gördüm. Kulağıma ahenkli ahenkli ilerleyen atların nal sesleri gelince, atların faytona yakışır yolcuları taşıdıklarını görmek beni mutlu etti dersem, inanmayın çünkü mutluluğum ani bir hüzünle birden yok oldu. Keşke dedim, keşke, her yerde her şey ve herkes birbirine yakışır olsa.
Her tatilde ve her seyahatte insanın beynine işlenen unutulmaz anlar vardır. Güzeli yaşadığınız anlar, kısa bile olsa size haz verir. Malta adasında duygularımı yükselten en güzel görüntü Akdeniz’in çividi mavisinde tekne ile kayaların arasından süzülürken, denizin taş rengi ve gri kayaları okşadığı yerde şerit halinde mercanların kuyumcu dükkânlarındaki mücevherlerden çok daha canlı, cok daha gösterişli bir görüntü sergilemeleriydi.
Malta adasında hırsızlık vakaları yok denecek kadar az. Ülkede turistlere göçmenler hizmet veriyor. Akademik kariyer yapmak için Türkiye’den de Malta’ya gidip eğitimlerini tamamlayan çok sayıda gençlerimiz var. Uzakdoğu’dan, Afrika’dan gelen işçi kesimi göze çarpıyor. Hepsi de son derece güler yüzlü ve kibar insanlar. Bu kişiler çalışma izni ile adada kalabiliyorlar. Devlet onlara vatandaşlık vermiyor.
MÖ 150 yılında kimler tarafından kurulduğu belli olmayan surlarla çevrili M’dina’da bulunmak ve Unesco koruması altında günümüze kadar yıkılmadan, bozulmadan, tarihi, mimari ve sosyal değerlerini kaybetmeden, turistlerin ziyaretine açılan bu şehrin tekbir yolundan geçmek bile beni mutlu edecekti. M’dina palasları yani malikânelerin sahipleri, tarihte yaşamış asilzadelerin birer uzantısı ve mirasçıları.
Maltalılar çok vefalı, hiçbir zaman adayı Malta yapan şövalyelerini unutmamışlar. Her yerde şövalyeler anılıyor ve onlardan bahsediliyor. M’dina’daki yaşam çok farklı ve özel olmasına rağmen bir şey var ki beni hem şaşırttı, hem duygulandırdı. Aslında şaşırmamalıydım “Ot koparıldığında, köküne bakılır” demezler mi? Asalet para ile pulla olmadığı gibi sonradan hiç olmuyor. Duygulandım çünkü günümüzde sevgi, sabır, emek, güven, insan hayatı bile harcanabiliyor, nankörlükle ödüllendirilebiliyorsa, M’dina’da şahit olduğum bir manzara asil ruhlarda vefanın asaletin bile önüne geçtiğini açıkça ortaya koymuştu.
Muhteşem bir malikânenin sahibi giriş katını café-patisserie şeklinde turistlere açmıştı ve biz o nezih ortamda limon ağaçlarının gölgesinde kahvemizi yudumlarken biraz yorgunluk çıkardık. Verilen bu güzel hizmet ve eşeğe duyulan vefa borcu beni etkiledi. Evet, yanlış okumadınız. Girişte bizi süslenmiş ve değerli bir halı üstünde duran bir eşek heykeli karşılamıştı. M’dina’nın kuruluşundan itibaren daha kim bilir kaç yıl eşekler bu tarihi şehre emek vermişlerdi. Ya bizim eşekler? Prens Adalarının inşaatlarında yük taşıyan eşekler? Biz onları unuttuk.
Başkent La Valletta 2018 yılı Avrupa Kültür Merkezi seçilmiş ve şehir ziyaretçilerini karşılamaya hazırlanıyor.
Malta’da dikkat edeceğiniz en önemli şey farklı yönde işleyen trafik kuralları ve özleyeceğiniz buram buram kokan bir kadeh demli çaydır.