Gün geçmiyor ki serseri bir kurşunun pisipisine can yakmasıyla ilgili bir haber almayalım. Eh trafik kazalarını saymazsak tabii... Neredeyse tüm haber programları bunlarla başlıyor. Bir de savaş tabii... Bu haberler çoğu kez ölümle sonuçlanırlar ve cenazeler, ağlamalar, yakınmalar her haber kanalında içimizi yaka yaka defalarca tekrarlanırlar. Ders olsun diye hesapta... Nasihatler, uyarılar, lanetler, cezalar para etmez, ertesi gün her şey aynen tekrarlanır. Tüm bu ölümlerin üç klasik suçlusu vardır; terör, trafik canavarı ve maganda kurşunu. İşte bu hainlerdir insanlara bu suçları işletenler. Terör canavarını alt etmek için dünya çare arıyor. Trafik canavarını birçok ülke alt etmiş bulunuyor. Maganda kurşunu ise tamamen bize özgü... Ne edeceğimizi, nasıl edeceğimizi bilemiyoruz.
Sahi bu “maganda” sözcüğü ne zaman girdi sözlüğümüze? Yaşıtlarım bilir, Gırgır Dergisi’nde yaratılmıştır aslında, “manda”nın kuşdilinde söylenişidir. Ne kadar başarılı bir buluşmuş ki TDK bile kabul etti. Ama her kullanılışında gülesim geliyor benim. Bir de çok özel bir “polis kurşunu” kavramı vardır ki asla diğer serseri kurşunlarla kıyaslanamaz zira o “beylik silah”tan çıkar ve de asildir. Genel olarak uyarı amacıyla sıkılır, eğer sana rastlarsa o senin kademsizliğindir, ortada suç muç yoktur. O talihsiz bir kazadır.
Bakınız tüm bu girizgâh ne için yapıldı. Geçenlerde, geceyle sabah arası bir saatte o asil polis kurşunlarından biri penceremin camını delip içeri girdi. Korkunç bir patlamayla uyandım, hatta yatağımdan düştüm. Konuşacak kimse olmadığı için bilemiyorum ama kesin dilim tutulmuştu. Ne olduğunu asla anlayamadım. Önce yatak odamın penceresinden baktım, bir şey çarpmadı gözüme ama ön taraftan gelen bir kargaşanın sesleri çalındı kulağıma. Evim caddede ve köşe başında, odam sokağın içinde kalıyor. Olan neyse ön tarafta olmuş, gidip yavaşça bakıvereyim dedim. Fakat o da ne? Salona giremiyorum, yerler hışır hışır, gayrı ihtiyari yukarı baktım, acaba tavan mı çökmüş diye. Kenar kenar parmak ucu yürüyüp pencerenin önüne vardığımda, yerdeki hışırtılar, kıtırtıya döndü. Bir de pencereye baktım ki camda koca bir delik! Ve de cam kırıkları odanın her yerinde... Aman Allahım! Kafamda binbir senaryo dönmeye başladı; kavga çıktı, taş attılar, yok canım ne taşı, silah sesiydi o. Vay be... Demek sonunda maganda kurşunundan ben de nasibimi aldım.
Cesaretimi toplayıp diğer pencereyi açıp baktım, aşağıda altı tane polis arabası, en az onbeş polis ve de yakalanmış da tartaklanan birileri. Bir an “Yahu benim koca camımı kırdınız” diye seslenmek geçti aklımdan ki sonradan olayı anlattığım herkes “Neden seslenmedin?” dedi. Kafam makine gibi çalışıyordu o an gecenin bir yarısı, darmadağın olmuş tek başına bir kadın, dışarısı yağmur çamur, evim sokak kapısına kadar cam kırığı dolu, heyula gibi kaç tane adam, bir anda evime doluşacaklar. Gözüm yemedi. Zaten ne olacaktı sanki? Özür dileyip camın parasını mı ödeyeceklerdi? Işığı söndürdüm, gidip yattım. Ertesi sabah ve ondan sonra bir hafta, akla gelmeyecek her yerden cam kırığı topladım. Nice sonra da içeri giren mermiyi buldum. Pencerenin üst tarafındaki beton pervaza çarpıp -ki orada da bir delik var- parçalanmış. Filmlerdeki gibi.
Topladım o parçaları indim aşağı, doğru yandaki dükkâna, neler olduğunu öğrenmeye. Akşamki kargaşada, bir ara dükkân sahibi de ilişmişti gözüme. Son zamanlarda iyice ayyuka çıkan hırsızlık olaylarından birine polis müdahalesi. Adam dükkânın dışına yeni kamera taktırmış, hani o cep telefonundan izlenenler var ya ondan. Gece tuvalete kalkmış, aklına esmiş “Bir de şu kameraya bakayım” demiş. Bir de ne görsün? Birkaç velet, resmen velet ama kepengi kurcalıyorlar. Hemen polisi aramış, arabasına atlamış, uçup gelmiş ve de hırsızlar içerideyken enselenmişler. Şans işte. “Peki, kim ateş etti?” diye sorunca ben, pek şaşırdılar. “Kimse ateş etmedi” diyorlar. Avucumdakileri göstererek “İyi de benim camımı kıran bu mermi gökten mi düştü?” deyince ancak hatırladılar. İleride bekleyen ve de kaçmaya yeltenenleri durdurmak için polis bir kez havaya ateş etmiş. Kimse vurulmadı ya onu saymıyorlar.
Dizildiler karşıya, deliğe baktılar ve “İmkânsız” dediler. Ta ilerde, polis sağa doğru koşarken havaya ateş ederse kurşun nasıl solda ve kendi hizasında kalan bir pencereye gelir? Alın size bir milyonluk yarışma sorusu. Günlerce ölçtük biçtik, oradan oraya hayali çizgiler çektik, hesaplar yaptık bir türlü cevap bulamadık. Ta ki ben, son zamanlarda pek merak sardığım ‘Arka Sokaklar’ dizisinde fark edene kadar. Çok dikkat ettim, polis uyarı için havaya ateş ederken elini kaldırıp arkaya doğru meylettiriyor. Eh önü sıra koşanı vurmamak için tabii. İyi de kurşunun arkasında ve de yukarılarda kalan bir yere gitmediğinden nasıl emin olabiliyor? Bu durumda herhangi biri vurulup bok yoluna ölüverse, bunun adı ne oluyor? Niyazi mi?
Bir kere sebebi ne olursa olsun polis niye havaya ateş eder? O havaya atılan kurşunlar nereye gider sanırlar, uzaya mı? Hiçbir yere çarpmadan dümdüz yükselseler de sonunda dönüp kurşun gibi aşağı inmezler mi? Yere doğru neden ateş etmezler? Hımm yerden seker de kendi bacaklarına gelir belki diye sanırım.
Aaay... Sinir sahibi oldum valla. Günlerce uyumadım, günlerce. Doğrusunu isterseniz, yılın son yazısı olduğu için, keyifli bir şeyler döktürmek isterdim ama ne yazık, bu ruh durumundayken hoş bir şey çıkamadı. Bu aralar önüme gelene bu olayı anlatıyorum. E insanın evine kaç kere serseri kurşun girer? Acaba diyorum, insanlık bir gün silaha ihtiyaç duymadan yaşamayı becerebilecek mi?
Vallahi bu yılki tek dileğim; barış. Herkese mutlu yıllar.