Bizi üzen, canımızı sıkan, çaresiz bırakan konulardan uzak, farklı bir konuda bir yazı paylaşmak istedim. Beğeneceğinizi umarım.
Ne güzel kadın, ne yakışıklı adam, şu kız da fıstık gibi, ya şu çocuk maşallah lokum gibi demez miyiz? Güzel yürekler bir görüş bir bakış insana hemen güzel sıfatını yapıştırıverir, kimisine de “aman neresini beğendin” dedirtir içindeki şeytan.
Güzellik bir kavram, makyaj gibi insanın çehresini aydınlatır veya silinip kaybolup gider. Bazen de kişinin ruhunu geliştirip kalıcı makyaja dönüşür. Tanrının özenerek yaratmadığı kuluna, insanı kul köle eder.
Genç kız annesi ile babasının mutlu görüntülerine anlam veremediği gibi canı kadar sevdiği babasını, ipek gibi narin, biblo kadın annesinin, ne koluna ne de koynuna yakıştırırdı. Anne güzel, baba ise yakışıklılıktan yana hiç nasibini almamıştı ve genç kız yuvalarında mutluluk kelebeklerinin uçuştuğunu hep şaşkınlıkla izlerdi.
Kalbinin bir erkek için çarptığını hissettiği an tercihi hep yakışıklılıktan yana olmuş ama zaman zaman aşktan başı dönmesine karşın, huzuru ailesinin yanında bulmuştu. Sevdiği erkeğin o güzel gözlerinin zamanla anlamını yitirdiğini, o gözlerin artık kalbini delmediğini, o ateşli dudaklardan dökülen inciler yerini taşlara, yaşlara bıraktığını fark etmişti. Sevdiği adamın şahsiyetini, duygusallığını, hem aşkının hem sevgisinin başka ellerde şekillendiğini hissetmişti. Kendi kendisini üstelik fark etmeden bitiren bu güçsüz yakışıklının, içindeki ateşi söndürüp kendisini de küle döndürdüğünü bu kez suskunlukla karşılamıştı.
Eş ve sevgili seçiminde kesin bir genelleme olmamasına rağmen tercihin salt görsel güzellikten veya yakışıklılıktan yana yapılmamasının, sevgi ve saygıyı yaşamakta ne denli önemli olduğunu zihnine iyice yerleştirdi. Bedensel güzelliğin ruh güzelliği ve iç güzellikle tamamlanmadığı zaman, yaşamda insana haz vermediğini, bu duyguyu yaşarken anladı.
Eve dönünce bu kez kendisinin bile zorlukla anlam verdiği bir kıskançlık sardı yüreğini. Annesini mi kıskanmıştı? Hayır, olamaz diye haykırdı kendi kendine. Bu kez hayatı farklı yönleri ile keşfettiğini anladı. Görsel ve içsel duygular, değişik kavramlar, işlenmiş ve işlenmemiş beyinler, kara vicdanlar, huylar, huysuzluklar ve dengesizlikleri cehaletin gün yüzüne çıkardığını, güzelliğin ise bunları örtüp yok edemediğini keşfetti.
Yan odada annesiyle babasının sohbeti genç kızın ilgisini çekti. Babasının mantıklı yorumlarında huzur buldu. “Babacığım fikirlerini kabul ettirmeye çalışırken ağzından adeta bal damlıyor. Bir insanı mutlu etmeye çalışmak, huzurlu yaşatmak, özgüvenini kaybettirmemek, sevgi ile hayatı paylaşmak, bunu hissetmek ve hissettirmek ne güzel olmalı “ dedi kırık ve kırılgan yüreğine.
Ebeveynlerin evlâtlarını eğitmesi, okutması, şahsiyet kazandırması, hayata özgüvenle bakmasını sağlaması gerekirken, koruyucu melek rolüne girip evladının elini kolunu, hayatını zincire vurmak yerine imkânlarını kullanmasını veya imkân yaratmasını sağlamaları ne güzel diye düşündü. Kendisini asosyal bir genç olarak değil de ilkin kendisine sonra da topluma faydalı bir fert olarak yetiştiren ailesine şükran borcu olduğunu bir kez daha anımsadı.
Sabır ve özveri, değeri olan insan için bolca gereken duygularsa, buna değen insan için harcanan emek ve karşılıklı sevgi de hayatın paylaşımına ışık tutan nimettendir.
Güzel olan duygu insanın güçlü olduğu için gülmesi değil, kendisini mutlu edenin yanında, kolunda veya omuzunda mutlu olduğu için gülmesidir.
Mutlu eden, mutluluğu hissettirebilen kişi, güzelliklerin en âlâsını yaşayıp yaşatırken “Hayat ne güzel” dedirtebilen, gerçek güzelliği bulabilen mutlu insandır.