Denizden gelen tuzlu esintiyi ciğerine çekmek için kalktı masadan. Her yaz olduğu gibi Heybeliada’daki evindeydi. Ne “Rize’nin Köylerinden” de Rize bacaklarını hamsili sahillerine sokup, sırtını yeşilim fındık ormanlarına yaslamıştır.” [1] cümlesiyle tanıttığı memleketi Rize’deki deniz kokan çocukluk anıları ne de babasından kalan armatörlük şirketinde çalışırken gemiyle uzak ülkelere gidip aylarca denizde yaşaması soğutabilmişti onu dört tarafı denizle çevrili Heybeli’den.
Denizin beraberinde getirdiği balıkçı tekneleri ve denizciler ona yeni gemici hikâyeleri yazması için ilham veriyordu; ama onun aldığı ilham yine bir “Ada” aşığı olan çok sevdiği yazar Sait Faik’le aynı değildi. Sait Faik, ekmeğini denizden çıkardıktan sonra akşam evine dönen denizcileri anlatırken o, ekmeğini aylarca uzak denizlerde kalarak kazanan gemicileri anlatıyordu. “... sevmek gerek böyle şeyleri, bu katran, kömür kokularını, denizlerin kenarını, mavnaların ziftli bordalarını, geceden sabaha geçişi.”[2] diyen Ohannes gibi deniz tutkunu gemicileri ya da “Bize dümeni bıraktılar miras; dümeni değil dümeni çevirmeyi... Babadan oğula dümen çevirmek... Kala kala bu kalıyor dümenin başında kaldın mı? Ben çocuklarıma başka bir şey bırakmazsam, onların olacağı da bu...”[3] diyen İdris gibi tek çaresi “deniz” olan gemicileri... Direğin Tepesinde Bir Adam, Kıçüstünde Toplantı, Bir Şarkı Gibiydi, Denizlerin İstanbul, Koca Denizde İki Nokta, Karaya Vurdu Deniz kitaplarında denizcilerin sadece gemideki maceralarını, dayanışmalarını ya da kavgalarını anlatmakla kalmayıp onların hatıralarını, özlemlerini, umutlarını ve beklentilerini de anlatıyordu. Tek bir roman yazmıştı, onun dışında genellikle hikâyeler yazıyordu ve hikâyelerinin birçoğunda da bu denizcilere yer veriyordu.
1989’da Cumhuriyet Dergi’de Refik Durbaş’a verdiği röportajındaki şu cümleleri onun neden hikâyeye daha fazla ağırlık verdiğinin sebebini açıklıyor: “Hikâyeyi şiire daha yakın buluyorum. Kurgusal açıdan bakarsak ikisi de daha doğal, daha candan, daha bir kendiliğinden. Oysa roman öyle değil. Romanda işin içine birtakım hazırlıklar giriyor, planlamalar giriyor. Şiir ve hikâye okurla sevişerek, bir rastlantı ve karşılıklı anlaşma sonucu evlenirken, roman görücü usulüyle evleniyor. Şiir ve hikâye okura oldukları gibi görünüyorlar. Roman ise önceden tuvaletini yapıyor, kaşını gözünü alıyor, hazırlığa girişiyor.”[4]
Yaz aylarında hareketlenen Ada’nın sesleri odasına dolarken Almancadan yaptığı çeviriye yoğunlaştı yeniden. Tadeusz Borowski, Heinrich Böll, Bohumil Hrabal, Goethe, Yukio Mişima, Miguel Angel Asturias, Primo Levi, Jose Mauro De Vasconcelos, Wolfdietrich Schnurre, Friedrich Dürrenmatt, İvo Andriç, Wiliam Saroyan, Siegfried Lenz, Ferenc Molnar, Tadeusz Novakovski gibi yazarların kitaplarını Almancadan Türkçeye çevirmişti, üzerinde çalıştığı kitap da bunlardan biriydi. Almancadan çeviriler yapması, Taksim’de geçen ilköğretim yıllarının ardından babası tarafından yabancı dil öğrenmesi için Alman Lisesi’ne gönderilmesinin bir sonucuydu. Her ne kadar o yıllarda lisedeki bazı hocaları tarafından yürütülen Nazizm politikalarından rahatsız olsa da edebiyat öğretmeni Zeki Ömer Defne’nin onu yazı yazmaya teşvik etmesiyle yazarlık serüvenine Alman Lisesi’nde okuduğu yıllarda başladığını tüm içtenliğiyle kabul ediyordu.
Onun edebiyata olan ilgisi Zeki Ömer Defne’nin öğrencisi olmadan önce başlamıştı aslında. Yazmaya başlamadan önce sıkı bir okurdu. O dönemlerde okuduğu kitapların özellikleri de onun, eserlerinde yoğunlaştığı meselelerin şekillenmesine önayak olacak nitelikteydi: “Babamın deniz ticareti işiyle ilgili olarak, denizden, özellikle denizcilerden kaynaklanan kitaplar da her zaman ilgi odağım olmuştur. Çevremizde sürekli bu konumda insanların var olması, onların renkli dünyalarından, renkli serüvenlerinden etkilenmiş olmam, bu konulardaki kitaplara ilişkin bir ilgi alanı doğurmuştur elbette. Denizdeki, başka her yerdekinden daha kuvvetli olan ferahlık, özgürlük havası da beni etkilemiş olsa gerek. İşte Jack London’un Martin Eden’i, Melville’in Moby Dick-Beyaz Balina’sı, Hemingway’in İhtiyar Balıkçı’sı bu türden eserler. Halikarnas Balıkçısı, edebiyat ürünlerinden çok, ilginç kişiliğiyle, özellikle kuru bir bölge olan Bodrum’a, doğayla, doğanın yeşilliği ve canlılığıyla renk katmış olmasıyla ilgimi çekmiştir.”[5] cümlelerinde geçen armatörlük işini uzun yıllar devam ettirip bıraktıktan sonra kitap yazmaya ve üzerinde çalıştığı Almanca kitap gibi nice kitabı çevirmeye tüm vaktini ayırmaya başlamıştı.
Tutkunun Köşeleri adlı romanını; Deprem adlı uzun hikâyesini; Kavganın Sonu ve Başı, Direğin Tepesinde Bir Adam, Kıçüstünde Toplantı, Koca Denizde İki Nokta, Karaya Vurdu Deniz, Soyunanlar, Çiçekli Dağ Sokağı, Gemi Adamları, Bir Şarkı Gibiydi, Aramızdaydı O Gün, Denizlerin İstanbul, Derin Dondurucu İçin Öykü, Bahar Yorgunluğu isimli hikâye kitaplarını ve çocuklar için yazdığı Yavru Kayık, Martılar adası, Uyumsuz Nuri isimli kitaplarını hayatın ona sunduğu tüm bu birikimlerle yazmıştı.
Kitaplarındaki karakterlerin birçoğunu gözlemlediği gerçek kişilerden seçmesi, memleketi Rize’nin ağız özelliklerini ve kültürünü eserlerine yansıtması, hikâyeyi kendisi gibi az ve öz konuşan insanlara benzetmesi[6] ve bu yüzden hikâye yazmayı hep bir adım önde tutması onu kendisinin ve çevresindekilerin bir nevi tarih yazıcısı yapmıştı. Heybeliada’yı çok sevmesi de oranın, hayatındaki tüm birikimleri kâğıda dökebileceği en uygun yer olmasından ileri geliyordu. Heybeliada’daki sakinlik, onun çalışma şevkini artırırken adadaki dalga, martı ve tekne sesleri anılarındaki kişilerin yeni hikâyelerine kahraman olması için onu zaman yolculuğuna çıkarıyordu. Zaman yolculuğuna çıktığı her an, gemicilerin Homeros’u olmaya bir adım daha yaklaşıyordu.
[1] “Rize’nin Köylerinden”, Cumhuriyet, 2 Ocak 1950; “Yunus Nadi Mükâfatı”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 1950.
[2] SELİMOĞLU, Zeyyat, Kıçüstünde Toplantı, Eksikparça Yayınları, İstanbul, 2017, s. 16.
[3] SELİMOĞLU, Zeyyat, Direğin Tepesindeki Adam, Eksikparça Yayınları, İstanbul, 2017, s.96.
[4] DURBAŞ, Refik, Haftanın Konuğu: Zeyyat SELİMOĞLU, Cumhuriyet Dergi, 2 Temmuz 1989, s.6.
[5]SELİMOĞLU, Zeyyat “Okurluk Serüvenim,” http://emeginsanati.forumup.com
[6] DURBAŞ, Refik, Haftanın Konuğu: Zeyyat SELİMOĞLU, Cumhuriyet Dergi, 2 Temmuz 1989, s.7.