Beş kardeştik biz, bir elin beş parmağı gibi hepsi birbirinden farklı dört kız, bir erkek! Baş parmağımızdın sen, tıpkı baş parmak gibi ayrı bir yöne dönüktü hayata bakışın bizlerden.
En büyüğümüzdün ama sana abla demezdik, yaşlarımız yakın olduğundan hepimiz birbirimizi isimlerimiz ya da lakaplarımızla çağırırdık. Sana “Marbel” adını takmıştık, sonraları sevgili yeğenlerinin taktığı “Ayze” en çok benimsenen lakabın oldu. Senin de isim takmakta üstüne yoktu doğrusu! Öylesine hazırcevap ve lafı gediğine oturtma ustasıydın ki “Nasrettin hocamız” diye tanıtırdık eşe dosta. Çok meraklı ve uyanık olmana, bir gördüğünü ya da duyduğunu bir daha unutmamana rağmen okul yıllarında zekânı ve enerjini dersler için harcamaya hiç yanaşmazdın. Birkaç okul değiştirdikten sonra kız enstitüsünün çocuk gelişimi bölümünü bitirmiş, benimle aynı yıl lise diplomanı almıştın. Sonrasında sen büyük bir kuruluşta büro elemanı olarak çalışma hayatına atılırken, bizler üniversiteyi bitirip evlendik, çoluk çocuğu karıştık, bir yandan da kariyer yaptık. İki numara diş hekimliğinde profesörlüğe yükseldi, ikizim avukat oldu, ben gazeteci, beş numara ise endüstri yüksek mühendisi! Sen bizleri de, eşlerimizi ve çocuklarımızı da çok severdin. Ne bizlerle yarışırdın ne de birimize haset ederdin. Yeri geldiğinde esprini patlatmaktan, dalganı geçmekten geri durmazdın. Yıllar önce Nişantaşı’ndaki evin önünden geçen bir çifti işaret ederek, adalı olduklarını ve filanca apartmanda oturduklarını söylemene şaşırmış, “Mahalle muhtarı mısın?” demiştim. Cevabın, “Sen de ne biçim gazetecisin yahu” olmuştu. Kardeşlerin gibi siyasi ve sosyal konuları takip etmez, magazinle haşır neşir olurdun. “Gazeteciliği seçsen iyi bir magazin muhabiri olurdun” diye düşünürdüm.
Babamın ölümünden sonra annemle baş başa kaldığında, duygu durumunda gelgitler başlamış, bir dönem onun otoritesinden uzakta yaşamayı denemiş, geri döndüğünde toparlanman zaman almıştı.
Doğumundan itibaren her yıl yaz aylarını geçirdiğin Adalar, en sevdiğin ve mutlu olduğun yerdi. Hikâyesine birçok yazımda değindiğim Büyükada Kumsal’daki Panjur, bizim deyişimizle Panço Sokak tanıktır bisiklet sürüşüne, mahalle arkadaşlarınla tiyatroculuk oynayışına, deniz yatağını kucaklayıp plaja gidişine, genç kızlığında giyinip süslenip iskeleye inişine ve çıtı pıtı bir kızdan kiloları ile mutlu “tombul teyze”liğe geçişine. Bayılırdın çay bahçelerinde oturup kestane, mısır, lokma yiyerek geleni geçeni seyretmeye. Emeklilik yılların, yüzlerce roman okuyarak, televizyonda yarışma, eğlence ve müzik programlarını izleyerek geçti. Eniştelerin arasında nazın en çok Cengiz’e geçerdi, “Sizi severim bilirsiniz” diyerek arada tatil programlarımıza dahil olur, “Anlaşırız kolay” sözünü dilinden düşürmezdin.
Fazla kiloların ve hareketsizliğin yüzünden sağlık sorunları erken kapını çaldı, birçok ameliyat geçirdin, cilt kanserini bile yendin ama bir pıhtı atımı son iki yılda hayatını altüst etti. Tedavi gördüğün dönemde Büyükada’yı uzaktan da olsa görmek istemiştin, seni arabayla Maltepe sahiline getirdiğimizde, aracın içinden hüzünlü gözlerle adayı seyretmiştin. Doğum günlerini adada kutlamayı severdin, geçtiğimiz 7 Ağustos’ta ise hastanedeydin. Başucundaki pastalı kutlama için adadan sevdiğin kurabiyeleri getirmiştim. Peş peşe gelen problemlerin ve şuurun kapalı olarak geçirdiğin ayların ardından, 4 Kasım Cumartesi akşamı 65 yaşında hayata veda ettin.
Adadaki evimde kaldığın günlerden birinde bana, “Beni Büyükada’ya gömün” diye vasiyet etmiştin. Yurt dışında yaşayan kardeşimizi de bekleyerek seni 8 Kasım Çarşamba günü adaya getirdik. İlk durağın Panjur Sokak’taki çok sevdiğin ve ömrünün büyük bir bölümünü geçirdiğin aile evi oldu, burada tabutunu çiçeklerle donattık. Hamidiye Camii’nde eski iş arkadaşlarının ve vefakâr “Pançolular”ın da katıldığı cenaze töreninin ardından seni Büyükada Mezarlığı’nın tepelerinde, çamlar altında toprağa verdik. Hem de sana “Aynurcuk” diye seslenen sevgili dostumuz Sevinç Alantar’ın yanı başında. Sonrasında Çarşı’da, Nusret’in yerinde dostlarla seni anarak yenen yemeği, “ruhuna gitsin” diyerek çok sevdiğin lokmayla sonlandırdık.
Bize hep “Beni seviyor musun?” diye sorardın, seni hep seveceğiz! Sen bizim gülen yüzümüzdün, geride hüzün bıraktın. Huzur içinde uyu Aynur! Yokluğunla Panço Sokağı Çocukları bir eksik!