Cumartesi, 06 Kasım 2021 12:25

Geçmiş yıllara tanıklık

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Kınalıada

Kınalıada’da bir devre tanıklık yapmak üzere çalışıyorum bugünlerde. Güzel anıları tekrar yüreğimde yaşamak beni mutlu ediyor. Adada yaşayan insanların birbirlerini tanıdığı, selamlaştıkları, hal hatır sordukları, iyi ve kötü günlerde olabildiği kadar destek oldukları bir dönemden söz ediyorum, insanların daha saygılı daha sevecen ve yardımsever oldukları bir dönemden. Bence eğitim ve kültür seviyeleri arasında uçurumların fazla olmadığı bir ada toplumunun içine serpiştirilmiş yüreği güzel insanlar, bu uyumun kolaylıkla sürdürülebilmesini sağlıyorlardı.

Sadece iki gün görünmeyen komşumuzun sağlığından endişe edip kendisine ulaşmaya çalıştığımız o günlerde adamızın çok sevilen bir bekçisi vardı. Bekçi babanın düdük sesi bizi rahatsız etmez, aksine gülümsetirdi; çünkü adada gece vakti kayda değer adli vaka olmazdı, hırsızlık kelimesi bile bize yabancıydı. Balkon kapılarımızı, pencerelerimizi ancak adayı bırakıp anakaraya geçtiğimizde kapatırdık. Sokak kapılarımızı kapalı tutardık gerçi ama yine de paspasın altına veya saksının içine bir anahtar bırakmayı ihmal etmezdik. Ya biri gelir de bizi evde bulmazsa, içeriye girebilsin diye.

Aylardan eylüldü. Eylül mehtabına doyum olmaz. Öyle bir günde kızım doğdu. Doğum yaklaştığı için kışlık evimize geçmiştik. O gün bize uğrayan anneme iyi olduğumu söyledim. Adaya dönmesini istiyordum. Yalnız olmalıydım. Güvendiğim doktorum ve eşim bana yeterdi. Tahmin ettiğim gibi o gece yarısı hastaneye koştuk.

Annem ve babama haber ulaştırmak için Kınalıada karakoluna haber bırakıldı. O yıllarda henüz evlere telefon bağlanmamıştı. Karakol da bize uzak sayılmazdı. Sosyal hizmetler gönüllüsü bekçi baba eve haber bırakmış. Tabii ki bizimkileri bir telaş bir sevinç almış. Sabah ilk vapurla hastaneye gelmek için evden çıkmışlar ki bekçi baba belki yardıma ihtiyaçları olur diye onları karşılamış. Birlikte iskeleye kadar yürümüşler.

Kızım yedi aylık bebek iken adaya ilk adım attığımızda yine bekçi karşıladı bizi ve adada kızım bisikletle dolaşana kadar bekçi baba ona “Uslu musun sen? Doğum haberini ben verdim dedeye” dedi.

Bir zamanlar insanlar iç içe yaşarlardı. Yine bir sonbahar günü sabah güneşinden faydalanmaları için henüz üç yaşındaki kızım ve birkaç arkadaşını yan yana getirdik. Çocuklar bahçede gözümüzün önünde oynarlarken “beş dakikada çıkıyoruz, uzaklaşmayın e mi” dedim ve o beş dakika tamamlandığında kızım evin bahçesinde değildi. Hep birlikte seslendik, ayrı yollara sapıp aradık. Ben artık tenha yollarda koşmaya başladım derken bir de baktım ki manavın çırakları, kasabın yardımcısı, galeteci, sucunun çırağı bakkalın eşi, köşedeki domatesçi, örgülü saçlı, yeşil şortlu, çizgili T’shirt’lü küçük kızı da aramaya katılmış. Emlakçı her ihtimale karşı iskeleyi tutmuş.

Sonuçta kızımı hiç olmayacak bir yerde kumla oynarken buldum. Usulca yanına yaklaştım ve tatlı bir sesle “ne yapıyorsun, niye buradasın?” dedim. “Artun’un anneannesi geldi, ben eve gideyim, benim anneannem de geldi mi? Kovama kum dolduruyorum.” dedi. Elinden tuttum. “Tutma, büyüdüm ben” dedi. Göğüs kafesimin kalbime dar geldiğini nereden bilecekti.

Bugün vapurdan adaya inip İETT araçlarına doğru yürüdüm ve sevdiğim yer boş olunca hemen oturdum.  İstanbul kartımı çantamdan çıkarıp tam okutacakken, bir ses “Merhaba Sosi, iyi görüyorum seni, yorulma, ver kartı ben okutayım” dedi. Adını hatırlayamadım. O benim için sadece pembe yanaklı çocuktu.

Birlikte kısa bir yolculuk yaptık. Akasya Caddesi’nden bisikletle hızla inerken Pergola’nın önündeki bugün artık devrilmiş olan kestane ağacına çarptığımı ve zor doğrulduğumu hatırlattı bana.

Kınalıada’nın çamuru özlenir oldu belki ama toprağı hâlâ kınalıdır. Nostaljiye takılıp kalmamak lâzım ama biraz nostalji iyi geliyor insana.

Son değişiklik Cumartesi, 06 Kasım 2021 21:38
Yorum yapmak için oturum açın