Büyükada’nın Heybeliada tarafına bakan batı yüzündeki “Güvercin Çatlağı” denen su altından su üstüne uzanan çatlağın oluşturduğu kovuk; sanki adanın su altından yükselişinin bir tanığı gibi.
Şöyle biraz geriye gidelim, hem de oldukça geriye, 350-400 milyon yıl öncesine! O zaman Prens Adaları diye bilinen dokuz ada da yoktu. Aslına bakarsak Anadolu Yarımadası diye bir yer de yoktu. Bugün üzerinde yaşadığımız kara parçası, o zamanlarda büyük bir denizin altındaydı. Asırlar geçip, günümüzden 250-270 milyon öncesine gelindiğinde bugün yaşadığımız topraklar yavaş yavaş su üstüne çıktı. Prens Adaları da o dönemlerden beri bu şekilde su üstünde günümüze kadar ulaşmış. En azından öyle olduğu tahmin ediliyor. Bu kuramın doğruluğunu gösteren adalarda birçok yer var. Örneğin Büyükada’nın Heybeliada tarafına bakan batı yüzündeki “Güvercin Çatlağı” denen su altından su üstüne uzanan çatlağın oluşturduğu kovuk. Sanki adanın su altından yükselişinin bir tanığı gibi. Adanın çevresinde yaptığımız dalışlarda mutlaka uğradığımız bir yer.
Buraya ilk defa Serço ile birlikte daldım. Zaten bilmeyen biri burada bir su altı mağarasının bulunduğunu tahmin edemez. Benim burada ilginç fotoğraflar çekeceğimi tahmin ettiği için mutlaka bu küçük su altı mağarasına birlikte girmemizi istedi. Gerçekten de ilk dalışımızdan beri, fotoğraflarım için farklı ışık açıları yakaladığım, gözden ırak bazı deniz canlılarımıza rastladığım bir yer oldu. Aslında burada, bir değil, iki mağara yan yana. Birine rahat girerken diğeri çok dar olduğu için elimizdeki ekipmanlarla girmemiz çok zor. Serço, yıllar öncesinden bildiği çatlakların her ikisine de dalmış. Bana da ilk dalışımızdan önce her iki mağara için de şu bilgileri vermişti;
“Eskibağ-Arapburnu’nu geçtikten sonraki küçük koyda başlayan yukarıdan aşağı dikey olarak inen bölgeye Güvercin Çatlağı (veya Güvercinlik Çatlağı) adı verilir. Rumca ismi ise “Peristerona” olarak bilinirdi. Yukarıdan aşağı dikey inen çatlakların bazılarında Güvercinler yumurtlama zamanında yuva yaparlar ve yavrularını tehlikelerden uzak büyütüp uçururlar. Bölge bu nedenle bu ismi almış. Günümüzde dikkatimi çeken bir gelişme de kargaların küçük olanları (mavi gözlü) da bu bölgeyi keşfetmiş ve yuvalarını oraya yaparak güvercinlerle alanlarını paylaşır olmuşlar. Eskiden oraya sandalımı demirleyip dalışa hazırlanırken, kaya çatlaklarından sadece Güvercin’ler uçardı şimdiyse içeriden kargalar da uçarak kaçışıyor. O bölgede iki tane içine sualtından girilebilecek çatlak var, ancak bir tanesi geniş bir oda kadar olmasına rağmen diğeri bazı yerlerde çok dardır. Özellikle çatlağın son bölümünde hava giren bir bölümü ve tavanında bir öksürükten bile etkilenip dökülebilecek küçüklü büyüklü taşlar doludur. Onun için dar olan çatlağa girilmesi, hele 2-3 arkadaş peş peşe girilmesi halinde birinin sıkıntı yaşaması durumunda ciddi sonuçlar doğabilir, bu nedenle tavsiye etmem. Unutmadan şunu da söylemek istiyorum; içeriye doğru ilerlemişken dışarıdan geçebilecek süratli geçen büyük bir teknenin meydana getirdiği dalgalar çatlaktaki dalgıcı çok zor durumda bırakabilir. Bende iyi ve çok kötü dalgalı şartlarda çektiğim görüntüler var. Güvercin çatlağı demekle beraber dışarıdan baktığınızda o bölgede birkaç tane çatlak görebilirsiniz ancak ikisi sualtından ulaşılabilecek konumdadır. Bu çatlakların çıkışlarından sonra dalışa devam edilip daha derine inildiğinde eskilerin Sargos taşı veya Sargopetra diye bilinen, seksenli yıllara kadar Sargos, Eşkina, Lipsoz, Istakozların köyü diyebileceğimiz bu taşlar maalesef terk edilmiş bir köy gibi olmakla beraber, denizin üstünde hiç olmazsa Güvercin’i, Karga’sı ile hayat devam etmekte.”
Biz de dalarken, küçük ve dar olanın değil de daha büyük ve geniş olanını tercih ettik. Girişte deniz tabanı 8 metre derinlikte, mağaranın içine de yaklaşık 15 metre kadar ilerlenebiliyor. Doğal olarak mağaranın arka duvarına yaklaşıldığında gün ışığı çok zayıflıyor ve dalış fenerleri devreye giriyor. Ancak sırtımızı mağaranın iç tarafına doğru döndüğümüzde, mağaranın ağzından gelen ters ışık gözlerimizi okşuyor. İster istemez, İstanbul’da değil de Ege’nin herhangi bir yerinde masmavi sularda bir mağaraya dalmışız duygusuna kapılıyoruz. Dalgıçlar, böyle sualtı mağaralarına girerken içeride büyük bir deniz canlısı ile karşılaşacağı hissine kapılırlar. Kıyılarımızda, eğer bir fokun mesken tuttuğu mağaraya girilmemişse karanlıkta karşınıza başka büyük bir canlının çıkma ihtimali yoktur. Genellikle, mevsimine göre çevredeki gezici veya bölgenin yerli balık türlerinden birkaçı mağara içinde görülürler. Burada da rastladıklarımız birkaç genç eşkina balığı, papaz balıkları ve lapinlerden başka canlılar değildi. Ancak, mağaranın duvarlarında belki de adalardaki en geniş Domates Anemonları (Actinia equina) kolonisi yaşıyor. Ancak yine de mağara duvarlarının hâkimi midyeler. Bu da doğal olarak onlarla beslenen denizyıldızlarını da mağaraya çekmiş ve adalar çevresinde çok alıştığımız görüntüler burada da ortaya çıkmış; dipte biriken ölü midyelerden geriye kalan kabuk yığınları.
Güvercin Çatlağı, Büyükada’nın ilginç, güzel ama saklı kalmış bir köşesi. Doğrusu balıklardan, güvercinlerden, dalgıçlardan başka bileni de yok. Ama en tepedeki Aya Yorgi, denize doğru ilerlemiş Dil Burnu ve Büyükada’nın diğer güzel, bilinen, gezilen yerleri gibi en azından tanınması, korunması gereken yerlerinden biri.