Pazar, 04 Temmuz 2021 05:32

Müsilaj + Nostalji

Ögeyi değerlendirin
(1 Oylayın)

Covid belası az gelmişti bir de nurtopu gibi yepyeni bir müsilaj derdimiz oldu değil mi? Böyle devam ederse bir adadan diğerine yürüyerek gidip geleceğiz galiba. Kınalılar, biraz lodos, biraz rüzgâr, biraz yağmurla, o sevimsiz salyalar kıyıdan uzaklaştı diye hemen sevindilerdi bir ara. Bir dolu fotoğraf gönderdilerdi bana “Bak nihayet denizimiz pırıl pırıl oldu” diye. Züğürt tesellisi bile diyemedim vallahi... Biraz temiz göründü diye inanmışlar mıydı acaba gerçekten bittiğine? Ey Adalılar! Sakın ha, güvenip de yayılmayasınız, atmayasınız kendinizi sulara. O görünen sahte temizliğin dibi berbattır bilesiniz.

Bir müddet balık da yemeyin ha... Artık bu müddet ne kadar olur bilmem. Pek hasret çekerseniz, ton balığı konservesi ya da donmuş Norveç somonuna fit olmaktan başka çare yok. O da ne kadar dayanırsa tabii, baksanıza bu musibet Ege ve Akdeniz’de de görülmeye başlamış. Böyle devam ederse biz okyanusları bile bitiririz vallahi, sosyal medyada bir de video dolanıyor bu aralar gördünüz mü? Bir gemi, denizin ortasına beyaz beyaz bir şeyler boşaltıyor. Ne olduğu bellisiz. Böyle sorumsuzluklar, aldırmazlıklar öyle çok ki... Eh sırf kanalizasyon pisliği olacak hali yok ya. Malum, bize ‘atık su’ denince aklımıza önce o gelir.

Hatırlar mısınız yaşıtlarım? Biz küçükken adalarda, başka türlüsünü tanımadığımız ‘atık su’ yani kanalizasyon sahilden açık açık denize dökülürdü, biz de birkaç metre ötesinde yüzerdik. Hiç de bir şey olmazdık, neden acaba? Çünkü o yıllarda gerçekten de ‘atık su’ dedikleri sadece çiş kaka ile beyaz sabundu. Kanalizasyona dökülecek deterjan mı vardı? Şampuan bile yoktu. Annelerimiz çamaşırı da bulaşığı da yalnızca beyaz sabunla yıkamaz mıydı? Eh bir de arapsabunu vardı, yerler kapılar, camlar falan onunla silinirdi. Beyaz çamaşırlar, beyaz gömlek gibi şeyler de kaynatılırdı. Pek pek birazcık soda katılırdı bazen.

Sonra çamaşır suyu çıktı ki üstünde ‘Eau de javel’ yazardı ve şimdiki çamaşır suyuyla kıyaslanamazdı bile. Biliyor musunuz? Çamaşır suyu şişesinin kapağını açar açmaz içindeki tehlikeli madde 30 saniyeden daha kısa sürede, ağzımızdan, burnumuzdan ve cildimizden bedenimize nüfuz edermiş. Artık yaptığı tahribatı siz tahmin edin, ben bu kadar araştırabildim.

Küçükken çamaşır suyu kokusundan hiç etkilenmezdim ama şimdi bütün itirazlarıma rağmen temizlikçi hanım, zaman zaman kullandığında, ben başka bir odada da olsam gözlerim yanmaya, hapşırmaya başlıyorum. Belki diyeceksiniz ki insan yaşlandıkça olur böyle şeyler ama hayır efendim, ben kendimi bildim bileli alerjiğim. Gücünü arttıracak ne katıldı kim bilir içine. Mesela çok eskiden klozet temizliği için kezzap kullanılırdı, o da tehlikeli bir şey ama kırk yılda bir birazcık denk gelirdik. Şimdilerde ise öyle ağır yakıcı şeylere gerek bile yok, biraz çamaşır suyu aynı etkiyi yaratıyor, neden acaba?

Gayrı ihtiyari yapılmış biraz nostaljiden sonra diyeceğim o ki, tüm insanlığın yıllardır acımadan doğayı katlettiği gibi biz de güzelim denizimizi elbirliğiyle öldürüyoruz ya siz ona bakın. Balıklar birer birer karaya vuruyormuş orada burda, ölü yunuslar varmış sahillerde. Midyeler, istiridyeler, deniz yıldızları, dip balıkları, mercanlar hatta yosunlar bile ölüyorlarmış. Denizimizin dibi artık kapkaranlıkmış, hiç güneş görmüyormuş. Büyük ciddiyetle temizliğe girişilse bile ki hiç sanmıyorum, en az beş yıl yıl sürermiş. Ya görürüm ya görmem.

Bence bizim nesil göçüp gitmeden, etrafınızda ne kadar tanıdığınız varsa, sorun söylesinler, anlatsınlar, kaydedin yazın gençler. Her birimiz birer canlı tarih sayılırız. Biz gidersek dünya hep böyleydi sanacaksınız. Genç bir dostum “Yahu sen kendi sağlığına baksana, dünyanın halinden sana ne?” dedi geçen gün. Şimdi buna ne cevap verilir? Nasıl anlatırsın genç bir insana tüm o kaybedilmiş şeylerin değerini? Bir süre sonra kaybedilen bir şeylerin varlığından bile bihaber olacak. Ki “Biz küçükken bu denizin suyunu içerdik” dediğimde ağzı bir karış açık bakakaldı. Hatta inanmadı... Düşünemiyor, bir süre sonra “Eskiden biz bu denizde yüzerdik” dediğinde, bu günün çocukları ağızları bir karış açık bakakalacaklar. Ne yazık değil mi? Gençler bilmiyor; yapmıyor, yaşlılar biliyor; yapamıyor.

Tam yeniden bu nostalji moduna girmişken, oturdum bilgisayarın başına, aradım eski yazılarım arasında ‘deniz suyunu içme’ konusunu ve buldum. Yazının asıl konusu domateslermiş valla... Eski mis kokulu domateslere öykünürken pat diye eski mis kokulu denizler gelmiş aklıma ve anlatıvermişim. ‘Ne ilgisi var?’ dediniz mi? Demeyin, şimdi ben tam o bölümü kırpıp buraya alacağım ve beni anlayacaksınız. Kes-yapıştır. Yaşasın teknoloji :)

“Çook eskiden, domatesler Eau Sauvage (eski bir erkek parfümü) denizler iyot kokarken (o da yeni kesilmiş karpuz gibi kokar ha) ve pırıl pırıl, tertemizken ve de biz çook gençken, en büyük zevkimiz yüzerken domates yemekti. Alırdık elimize domatesi, atlardık suya. Yüzerken yerdik keyifle. Ama onun usulü var tabii. Sırt üstü yüzerek yenince hiçbir özelliği olmaz. Yüz üstü durulacak. Ağız tam su hizasında olacak, yani alt dudak suyun altında üst dudak suyun üstünde... Denizle öpüşür gibi hani... Sahi siz hiç denizle öpüştünüz mü? Ah ne zevktir... Neyse dağılmayalım... Deniz suyu ağızda yayılırken, domates ısırılacak. Denizin suyu domatesin suyuna karışacak. Domates denizin tuzuyla tatlanacak. İkisi birlikte yutulacak.

Nasıl? Keyifli değil mi? Ama nerdee o eski domatesler...? Nerdee o içilesi denizler...?      Ne yazık... Bu kadar küçük bir mutluluğu bile tatmak mümkün değil artık. Ne oldu bize böyle? Ne yapıyoruz dünyaya? Nasıl beceriyoruz da her şeyi teker teker yok ediyoruz? Hayır, sonra pişman olmasak, evrim budur diyeceğim... Denizleri kirletiyoruz, ormanları yakıyoruz, hayvanları öldürüyoruz... Önce yok ediyor sonra yapayını yaratmaya çalışıyoruz üstelik. İnsanı bile... Tanrı olmaya mı özeniyoruz acaba? Onun yaptıklarını bozup, biz daha iyisini yaparız moduna mı giriyoruz? Tanrı vergisi zekâmızı kendi marifetimiz sanıp uçtukça uçuyoruz. Baklayı paçaya bulaştırınca da Tanrı’ya sığınıyoruz. Bence Tanrı çoktan pişman olmuştur insanı yarattığına... Aman nereden girdim ben bu Tanrı konusuna? Hiç niyetim yoktu oysa... Doğaya meydan okuyoruz diyelim. İyi, o da gerekli karşılıkları veriyor işte. Biz ise her seferinde teknolojimize sarılıyoruz. Sonra da böyle, bir domates kokusuna hasret, doğayı teknolojiyle alt etmeye çalışıyoruz. Sonunda kendi yarattığı teknoloji gelecek insanlığın hakkından... Doğa da rahatlayacak, Tanrı da.”

Vallahi inanmayacaksınız ama alıntı yaptığım bu yazıyı ben 2003’te yazmışım. Kahin miyim ne...

Son değişiklik Pazartesi, 05 Temmuz 2021 09:34
Yorum yapmak için oturum açın