Sayın Okurlar
Bu mutluluğa, sadece geçmişe özlem, hasret, ‘nostalji’ denebilir mi?
Günlük hayatımın akışı süresince gayet tabii bulduğum ve yıllardan beri yaşamımı sürdürmek için bana hayat veren gıdanın, içtiğim suyun ‘günü’nü, çevremin ‘günü’nü anmakla bunların gücünü kavrıyorum. Dini bayramlarda peygamberlerimize sığınmakla, milli hislerimizi uyandıran devlet büyüklerimizi hatırlamakla ve ‘öteki’ olarak adlandırdığımız komşu kişinin özelliklerini öğrenmekle, basit bir insandan bir adım öte, belki de ADAM olmaya namzet olabileceğimi duyumsadığım için ümitleniyorum.
Bu hislerimi, yakınlarımla paylaşıyor muyum? Saygıdeğer olmak, başkalarına saygı göstermekle başlamaz mı? Acaba hepimiz, yakınlarımızı bir kutlama gününe ortak etmek için, gerektiği gibi davranıyor muyuz? Ziyaretlerimizi gününde yapıyor muyuz? Bir bayramı vesile edip yakınlaşmayı deniyor muyuz? Bilhassa son zamanlarda ihtiyacımız olan birleştirici olmak için bir adım atıyor muyuz? Haksızlıkları, kırgınlıkları unutmak için, ilk biz elimizi uzatıyor muyuz?
İşte Dergimiz her ayın önemli günlerini bize hatırlatmakla, gereken kişilere saygımızı belirtmemize, sevincimizi paylaşmamıza vesile olmakta, hatta bizi teşvik etmektedir. Bu vesileleri biz yaratmazsak ne olur? Fransız şairi (1844 - 1896) Paul Verlaine’nin “Çatlak vazo” şiirindeki çiçek misali, geçmişte kalan hafif bir yelpaze esintisinden dolayı vazoda oluşmuş kılcal çatlak, zamanla sinsice büyür, suyunu sızdırdığı için de vazodaki çiçek solar ve ölür. Dolayısıyla, anlaşmazlıkları unutmamız, izlerini kaybettirmemiz, helalleştikten sonraki sabah yeni bir dünyada uyanmış gibi mutlu bir güne başlamamız için, bayram günleri güzel vesilelerdir.
Ayın önemli günlerini bize hatırlatan Adalı Dergisi’ne sonsuz teşekkürler.
***
Küçükken, annemiz, dini bayram günlerinde, tüm aile büyüklerimizi ziyaret etmemiz gerektiğini, bunun bir borç ödeme olduğunu söyler dururdu. Babamız da, gününde yapılmayan bir ziyareti geciktirmekle, özrün bizi daha büyük bir sıkıntıya sokacağını ve sevgimizin derecesini yitireceğini anlatırdı, güzel üslubuyla.
O zamanlarda Şişhane’de otururduk. Özel günlerde biz kardeşler, yepyeni cicilerimizi giyerek, peşi sıra akraba ziyaretlerine giderdik. Babamın, yedi kardeşi vardı ve her bir kardeşinin de yetişkin evlatları olduğundan, bu kuzenlerimizin de elini öpmek gerekiyordu. Ayrıldığımızda, hediye olarak her birimize elma, portakal, renkli akide şekeri, meyveli lokum verirlerdi. Aile bağlarını kuvvetlendiren bu bayramlaşmaları, hediye almaktan ziyade, anne ve babamızın zorlamasıyla, onların ısrarlarıyla ve onların hatırına yapardık.
Büyükada’da da, her bir dini inancın bayramı, günün özelliğine göre, çiçek, şekerleme, reçel, üzüm, nar, çörek, pide, yumurta ikramlarından başka, maskeli balolarla, cambazhanenin gelişiyle, otellerdeki tiyatro gösterileriyle, sokaktaki çiçek savaşlarıyla renklendirilir, büyük bir coşku ile aile kavramında kutlanırdı.
Öğrenci iken, milli bayramlar ise, başka bir heyecan yaratırdı. Ay yıldızlı kasketimizi başımıza geçirdikten sonra okul avlusunda sıraya girer ve öğretmenlerimizin nezaretinde uygun adımlarla okuldan çıkarken: “Ses’simizi, yer gök su dinlesin, sert a’dımlarla her yer inlesin!” nidalarıyla, İstiklal Caddesi’ni boydan boya, bayraklar ve çiçeklerle süslenmiş tak dediğimiz kocaman ahşap kemerlerin altından geçip gururla Taksim Meydanı’na varırdık. Burada, Atatürk Anıtı’nın önüne, çelengimizi bırakıp saygı duruşunda bulunduktan sonra bandonun ve silahlı kuvvetlerin geçidini iftiharla seyreder, kocaman megafonlardan yayılan büyüklerimizin nutuklarını dinler, çoğu kez kelimeleri anlaşılamayan fakat ateşli olduğu tahmin ettiğimiz konuşmaları heyecanla alkışladıktan sonra dağılıp Beyoğlu’nun sinemalarına koşardık. Ne güzeldi o günler...
***
Bugünkü bayramlarda İstanbullulara sunulan en değerli hediye, şehirden uzaklaşarak tatil yapabilme fırsatıdır. Kutlamabayramlaşma işi, bazı kişilerce arka plana itilmekte, tereddüt eden veya gereksiz bulanlara ise teknoloji imdada yetişmekte.
Şöyle ki, kutlamanın en kolay yolunu keşfettiğini sanan bazı entel kişiler, bilgisayarın tek bir tuşunu tıklayarak, basmakalıp bir cümleyi, ‘grup’ halinde kaydedilmiş tanıdık ve yakınına ‘ticari müessese reklâmı’ misali, ‘mail’lemekte ve böylece vicdan rahatlığıyla tatile çıkabilmekte...
Sıklıkla karikatürize edilen, şahsi hiçbir sıcak ibare katmadan yollanan bu tür buz gibi soğuk internet yazışmalarındaki tebrik şekli, karşı tarafa bir iyi niyet gösterisinden ziyade, bence gönderenin samimiyetsizliğini, hatta acizliğini ifade etmektedir. Hele de kendilerine gelmiş olan bir basmakalıp mesajın sonuna: “ben de, ben de” sözcüklerinin ilavesiyle ‘forward’ edenlere, acımamak elde değil.
***
Türkiye’nin dört bir yanından ayrılıp, dış ülkelerde yaşayan veya okuyan gençlerimiz var. Noel ve yılbaşı tatili için memlekete gelenlerden acaba kaç tanesi, onlara kucak açan en yakınından başka bir akrabası ile ilgileniyor? Bebek yaşlarındayken, yumuşacık tombul ayaklarını okşayarak, iltifatlarla şımarttığımız bu çocuklar, bugün çeyrek, hatta yarım asırlık yetişkin kişiler olmalarına rağmen, halen büyüklerinden iltifat beklemeleri, acınacak bir durum. Duyduğuma göre, güney sahillerimizde tatil yaptıktan sonra baba ocağına uğramadan işine, okuluna dönenler, hatta o günlerde yakınlarını telefonla dahi aramayanlar varmış. Bir anket yapılsa sınıfta kalırlar. Onlar değil, yanlış anlaşılmasın, anneleri ve babaları sınıfta kalır. Okul masrafını karşılayan o vefakâr babalar!
Avrupa’da yaşamakta olan ve uzun bir tatil için baba evine gelmiş öyle meslek sahibi hanımlar tanıdım ki, çocuklarına her yıl hediye gönderen teyzelerinin kolu kırıldığı günlerde ve olayı bilmelerine rağmen, defalarca teyzenin evinin önünden geçmişler ve içeri girip bir geçmiş olsun demeden geldikleri yere uçmuşlar.
Çok kere: “İlk adımı siz atsanız karşılığı gelir,” dense de, maalesef her zaman beklenen karşılık gelmiyor. Karşı taraf halen kaskatı bir buz dağı... Yapacak bir şey yok... Öyle yetiştirilmişlerse veya dış ülkede yaşayan yeni nesil böyle ruhsuz gelişiyorsa, geçenlerde yazdığım gibi, benim yaştakiler için bu tür olayları görmezlikten gelmek düşer ve:
Yaş almakla bir insan, adam olduysa eğer,
Genç kuşağı tenkitle etmez ömrünü heder,
Görüp duyduklarını, bilgelikle kabuller.
Ümit ederim ki elinizde tuttuğunuz Adalı Dergisi yayını sayesinde, donmuş ruhlar bir nebze erir, hisler ısınıp uyanır, can çekişen geçmişimiz hayat bulur ve bayramlar, ananelerimize uygun şekilde kutlanır
Dilerim öyle olur.
***
Evet, Sevgili Dostlar, Adalı Dergisi şimdi elimdeyken bir bakayım, Mart ayında neleri kutlayacağız? Kimleri ve neyi hatırlamam gerekecek?
*İlk güne dikkat: *Deprem çantam kapı önünde mi? -Paskalyayı kutlayacak dostlarımı aramalıyım! -Çalışan Hanımlara iltifat gerek! -Purim Şekerlemeleri kimler için alınacak? Sonra, -14 Mart “Tıp Bayramı” geliyor! Kardeşim Dr. Musa ile Dr. baldızımı ve Büyükada Anadolu Kulübü doktorunu ve diğerlerini unutmayayım! (İsimlerini yazsam reklâma girer, atlıyorum). En azından onlara bir telefon açacağım ki sesimi duysunlar, ben de seslerini duyayım...
Daha neler öğreniyoruz:
18 - 24 Mart arası “Yaşlılara Saygı Haftası” geliyor. Aman dikkat! Onlara telefon yetmez, evlerine kadar gidip ellerini öpmek gerek. Siz de evlerine gidin. Durumlarının, terk edilmiş birer eski bir çınar olmadığına inandırın onlara. Evlerine girer girmez de: “Biraz sonra gitmeliyim” demeyin sakın! Bir de hatırlatayım, ziyarete giderken cep telefonu, iPhone, tablet gibi, bağımlı olduğunuz nesneleri sakın yanınıza almayın. Alacaksanız, bu ziyaretlerden vazgeçin!
Unutmayın ki bu yaşlı kişi veya kişiler, sizin için saatler önce tüm enerjilerini toplayıp giyindiler. Yorgun vücutlarına rağmen, ziyaretinizde hoş görünmek için, bunca yıllanmış, unutulmuş eşyaları arasında uygun bir kravat renkli bir atkı, antik bir broş seçimi için dakikalarca uğraştılar, belki de ayakta kalıp bir pasta, bir de tatlı hazırladılar sizin için. Süslendikten sonra da kapının arkasında heyecanla beklediler gelmenizi...
Yaşlı bir yakınınız yoksa da bir huzur evine uğrayıp herhangi bir yaşlının elini öpün, sımsıkı sarılın ona, vücudunuzun ısısını hissetsin, avucunuzu bir müddet açmayın ki, kan dolaşımınızı takip etsin, yalınız olmadığını görsün. Yanağından hafif bir çimdik koparın ki gençliğini hatırlasın, birkaç saniye için de olsa göz göze gelmeye bakın ve öylesine durun...
Evet devam edelim, Mart ayının diğer önemli günleri hangileridir?
21–26 Mart: Orman Haftası ve bu haftanın içinde "Su Günü" var, "Nevruz" günleri de var!
Tam da doğanın nimetlerinden faydalanma fırsatı. İnşallah havalar güzel olur da, Büyükada’nın nefis çam ve mimoza kokulu ağaçların arasından Marmara’yı seyrede ede büyük turu yayan yapar, 2015 baharına merhaba deriz.
Şimdi de Mart’ın son günlerine doğru bakalım!
Avak Şapat var, Dünya Tiyatrolar Günü var.
Evet, tiyatro çok önemli. Bazen kendime sorarım:
-Tiyatro sanatı, insanlardan esinlenerek yazılmış senaryolar olduğuna göre bizler bu dünya sahnesi için ‘örnek aktör’ olarak seçilen birer oyuncu değil miyiz?
Öyle ise rollerimize iyi çalışalım, seyircileri sevindirelim ve alkış toplayalım.
Sevgiyle kalalım.