“Sanatçı zamanın insanı olmalı ve
gördüklerini resmetmelidir.”
Eduard Manet
İzlenimcilik: İlk kez Lois Leroy tarafından küçümseyici bir anlamda kullanıldı... Albert Wolff’a göre ise “ağaçlar menekşe rengi değildirler... gökyüzü tereyağı rengi değildir, bir kadının gövdesi böyle morumsu yeşil beneklerle dolu et yığını olamaz...”
1860’larda Manet’in sanat sahnesinde olmasıyla başladı bu serüven. 1869’da düzenli olarak toplanan ressamlar 1874 yılında sergi açtı. Bu sanatçılardan sadece Monet 1873 yılında çalışmaya başlayarak 20 yy. sonuna kadar ışığın etkilerini resmetti.
Empresyonist fikirler, daha çok Gusta ve Courbet ve çağdaşlarından etkilenmiştir.
Rembrant’ın resimlerini aydınlatan ışık atölye ışığıydı ve sanatçının isteğine göre ayarlanabiliyordu. Manzara resimlerindeki ışık bile bir noktadan süzülüyordu.
Monet ise, pırıl pırıl olan gün ışığını kullanmak istiyordu çalışmalarında. Monet günün her saatinde doğada resim yapıyordu. Biçim ve renkleri erittiği empresyon resminde; belirsizlik içinde pembe ve mavinin uyumunu görüyoruz. Bu resim (empresyon) akıma ismini vermişti. Bu resimde Monet olup biteni göstermekten çok doğanın geçici bir anını göstermek istemiştir. Monet ışığın etkilerinin peşindeydi. Fotoğrafın sürekli gelişip ilerlemesi karşısında resmi bağımsız bir dil olarak sadeleştirmenin ne kadar gerekli olduğunu anlamıştı. Empresyonistler ışığın etkilerini resmetmeyi amaçlamışlardı. Fırça darbeleriyle, saf renklerle, günlük hayatı resmediyorlardı ve Rönesans’tan beri süregelen resim geleneğini yıkıyorlardı bu dönemde.
Japon ağaç baskılarının sadeliğinden etkilenmişlerdi ve onların saf ve parlak renkleri perspektiften uzak duruşları onlara ilham kaynağı olmuştu. Ayrıca fotoğrafçılığın gelişmesinden etkilenmişlerdi. Hareket özelliğinin, makineler tarafından çekilmiş olması onları çok etkilemişti.
Dünyayı bir oluş ve eylem olarak algılamak isteyen ressam o zaman biçimi bozup, değişik anları yakalamaya çalışmalıydı. Her fırça vuruşu bir duyuma karşılık gelerek eşyayı hem var hem yok gibi gösteriyor gibidir. Gölgeler mavilerle gösteriliyordu, eşyanın rengi kendi rengi değil onun üstüne düşen ışığın rengiydi ve ışığa göre değişiyordu.
Empresyonizm Fransa’da doğdu ve burada doruk noktasına ulaştı. Monet, Sisley, Pisarro, Deges 1860’ların sonunda sergi açmaya karar vermişlerdi. Ancak bu sergi açılınca acımasızca eleştirilmişlerdi. Monet’in ‘empresyon’ resmiyle alay etmişlerdi ve isim akımın ismi olarak kalmıştır. Bu ressamların içlerinden sadece Monet sonuna kadar empresyonist kalmıştır. Sanat merkezi Paris olduğu için sanatçılar eğitim almak için buraya geliyorlardı.
İngiliz Philip Sleer, Alman Max Lieberman ile Louis Corinth ve Amerikalı Chide Hassam, Paris’e gidip empresyonizmi öğrendiler. Steer, Julian Akademisi ve Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim görmüştü.
ABD’de bu akım daha büyük destek görmüştü. Mary Cassatt arkadaşlarına alıcı bulmaya çalışmıştı. Hassam akımın daha çok tanınmasını sağlamıştı. Kendisi şehir manzaraları resimleri yapıyordu.
Avustralya’da Tom Roberts açık hava manzaraları yapıyordu. Monet kırlarda kamp kuruyordu. Almanya ve İspanya’da ise bu akım az etkili olmuştu.
Konu: Akademik sanata baş kaldıran empresyonistler günlük yaşamı, manzaraları resmetmeyi tercih ettiler. Konudan çok, konunun nasıl resmedildiği önemliydi.
Üslup: Ressamlar açık havada çalışarak ışığın anlık renk değişimine etkilerini resmetmek için hızlı çalışıp resimleri orada bitiriyorlardı. Bundan dolayı da kırık fırça vuruşları ile resmedilen öğeler en saf hallerine indirgenerek resmediyorlardı.
Eduard Manet: Eski ustaların tablolarını saygısızca yeniden yorumlaması ve renk kullanımından dolayı tepki çekmiş ve1863’te salon sergisine katılamamıştır. Yaptığı tablolardan ötürü alaya alınmıştı. Ama geleceğin empresyonistleri tarafından sevilmişti. “Kırda yemek” tablosuyla ün kazanmıştı.
Cladue Monet: Empresyonist hareketin merkezinde olan birisiydi. Hayatının sonuna kadar bu akım için çalışmıştır. Özel hayatı felaketlerle doludur. Londra’dan sonra Paris yakınlarında Argenteuile yerleşmişti ve önemli eserlerini burada yapmıştır. 1880’lerde empresyonist hareket dağılmaya başlayınca Monet daha çok çalışmaya başlamıştı. Kendi bahçesindeki nilüferlerin resimlerini değişik açılardan gelen ışıklarla farklı versiyonlarda defalarca resmetmiştir.
Renoır: Monet’le birlikte açık havada resim yapıyordu. Konuların benzerliğinden resimlerini ayırt etmek zordu. Maddi sıkıntı çekmesine rağmen neşeli resimler yapıyordu. Zamanla farklı üslupları benimsemiştir.
Pissarro: Empresyonist hareketi bir arada tutmak için önemli bir rol oynamıştı. Empresyonist sergilerin hepsine katıldı. Empresyonistlerin aksine bütün resimleri salon sergilerine alınmıştı. 1860 Fransa-Prusya arasındaki savaş nedeniyle İngiltere’ye sığınmıştı ve evine el koyan Prusya savaşçıları bütün resimlerini tahrip etmişlerdir. Puantilist çalışmış olup hastalığından dolayı dışarı çıkamadığı içinde penceresinden gördüklerinin resimlerini çizmiştir.
Mary Cassatt: Amerikalı olup 1874’de Paris’e gitmiştir ve Empresyonistler grubuna katılmıştır. Anne ve çocuk resimleri çizmiştir. Gravürcü ve yetenekli bir grafikçidir. Empresyonizme önemli katkıları olmuştur.
Edgar Degas: Akademik eğitim almıştır. Geleneksel resim çalışmaları yapmıştır. Ancak Monet’le tanışınca geleneksel çalışmalarından vazgeçmiştir. Empresyonizmin günlük yaşam konuları onu etkilemişti. Onlar gibi doğaya çıkmayarak, atölyede çalışmıştır. Işığın eşyanın üzerine düşen etkileri yerine fotoğrafların rastlantısal etkilerini taklit etmiştir.
Özetle ışık üzerine yapılan çalışmalar özellikle beyaz ışığın prizmadan yansıtılınca tayf renklerine ayrışması çalışması insanın gün içerisinde eşya üzerindeki değişiklikleri düşünmesine neden oldu. Sabahın ilk ışıklarının düştüğü açı gün içerisinde sürekli değişeceğinden dolayı renkler de değişecektir. İşte tam bu noktada ressamlar tuvallerini alarak doğaya çıkarlar ve bir manzara karşısına oturarak bu değişiklikleri resmetmek isterler. Bu iyi bir gözlem ve sabır işidir. Sabah ışığıyla başlayıp hava kararana kadar devam ederler çalışmalarına ve bu çalışmalar bazılarının gözlerini yitirmelerine dahi sebep olmuştur. Ve ispat olunmuştur ki artık renkler ışığın geliş açısıyla sürekli değişmektedir ve eşyanın gölgesi bilindiği gibi siyah değildir.
Her gölge o nesnenin renginden ve zıtlıklarından bir şeyler taşır. Ve bilimle sanatın paralel gittiğine dair örneklerden biridir Empresyonizm akımı.