Uzun zamandır eski lodosları hatırlayıp dururum. Günah mı işledim ben Tanrım. Marmara Denizimiz bizlere öyle bir lodos haftası yaşattı ki, kendimi adeta suçlu hissettim.
“Bir Pazar günü, kat kat jüponlu gri kareli kıyafetimi giymiştim. Belime de gümüş rengi kalın metal kemerimi takmıştım ki tam arkadaşımın deniz kıyısındaki evine birkaç adım kala aniden deniz kabardı, dünya tersine döndü sanki.
Eteklerimi toplamaya çalışırken dalgalarla denizden fırlayan taşlarla elim, kolum, sırtım taşlandı. Fırtına dinince etrafımı koşuşan, ağlayan, bağıran insanlar sardı. Yerler taşla toprakla dolmuştu. Deniz ise daha durulmamıştı.
Bir sıcak Pazar gününü denizde geçirmek isteyenlerin tekneleri görülmüyordu. Çılgın bir bekleyiş başladı. Bir müddet sonra kıyıya varanlar oldu fakat uzun süre beklenenler yürek yaktılar. Tek tesellimiz can kaybı olmayışıydı.
Manzara korkunçtu. Devrilen ağaçlar, kırık dallar, damlardan uçan tuğlalar bizleri adeta korkutmuştu. Can kaybı korkusu kalmayınca herkes hayatına devam etmek zorunda kaldı. İlk işimiz yakınlarımızı aramak oldu. O yıllarda evlerimizde telefon yoktu, çocuklar ve gençler akrabalarını yoklamak için yollara düştüler. Daha sonra, bahçeler süpürüldü, kapılarımızın önü temizlendi, elimizden geldiği kadar taşlar yolun kenarına yığıldı. “Nerede o insanlar.” Ufak tefek yaralananlar olmuştu, onlar eczaneye koştular ve o gecemiz korku ile geçti.”
Lodos, bu yılın kış mevsimine damgasını vurdu. Denize bakıyorsunuz Ayvazovski tablolarına taş çıkartacak güzellikte fakat gördüğümüz tablo değil, yaşanan bir doğa olayıdır dolayısı ile verdiği tahribatı da aynı anda yüreğimiz yanarak izliyoruz. Gökyüzü ürkütücü, rüzgâr alabildiğince esiyor, deviriyor, kırıyor, betonlar çatlıyor, bir uğultu, bir karanlık, etrafı sel götürüyor. Doğa kızmış, doğa inliyor, doğa kükrüyor.
Fransızların bir sözü vardır. “Bir kişinin felâketi, diğerinin mutluluğudur” derler. Doğa hızını aldıktan sonra kendi kabuğuna çekildiğinde ada kıyıları bazı yerlerde şekil değiştirdi. Kıyısı yüksek olan yerler en az zarar gören yerler, ya kıyısı denizle aynı seviyede olanlar? Ya o kıyılarda evi olanlar? İşte felâketin merkezi o Flamingo yollarda.
Bu yollar nasıl temizlenir Tanrım diye başımızı avuçlarımızın içine aldığımız yerde mutlu bir azınlık var. Onlar işin kaymağını yiyorlar. Kimler mi? Tabii ki kuşlar. Martılar, kargalar, az da olsa son yıllarda görülen güvercinler. Ya serçeler? Hayır, ne yazık ki kıyılarda onlara göre yiyecek yok. Denizden kopup yolları dolduran midyeler, diğer kabuklu hayvanlar, denizyıldızları, canlı canlı kuşların midesine iniyor. Kuşların keyfine diyecek yok.
Tüm bitkiler zarar görmüş, kurumuş güzelim ağaçlar gördüm, saksılar kurumuş, yeşillikler yanmış. Sümüklü böcekler nerede?
Yaşadığımız bu olay, alışagelmiş bir doğa olayı değil, nitekim İBB’nin resmi açıklamalarında bu olaya “Afet” tanımlaması yapıldı.
Bizler ne tuhaf insanlar olduk?
Şehir hattı vapurları henüz işlemeye bile başlamadan, “Ne olacak bu adaların hali, Adalar Belediyesi nerede?” diye tepinenler oldu. Yollara fırlayan midyeler daha canlıyken, yollar neden temizlenmiyor diye yazılar yazıldı internette. Afet ilân edilince, sistemin durduğu, Valiliğin, İBB’in ve Afet Koordinasyon Merkezi’nin devreye girdiği, prosedürün değiştiği herkesçe bilinmediği için, bazı kişiler gerçek bilgiyi internetten öğrenip sabırlı olabildiler ve gördüler ki hemen ertesi gün İBB’den gelen bir heyet, rapor düzenlemek amacıyla Adaları ziyaret etti ve zaten İBB ve Adalar Belediyesi birlikte karar alıp devreye girmeden, Kınalıada’da, afet ile ilgili resmi görevi başlamadan şahsi çabalarla adaya ağır iş makineleri çıkartıp hizmet veren biri var. Akabinde iki Belediyenin işbirliği ile yollar temizlendi. Bu çok sevindirici haberden sonra onarım çalışmaları başladı bile ve zannederim her şey biraz daha farklı fakat Adaların ve adalıların lehine, olması gerektiği gibi bir şekil alır.
Evleri su bastı. Evet, bu doğrudur. İnsanlar nasıl “İtfaiye uyuyor mu?” diyebiliyorlar. İtfaiye, Belediye, Karakol, her ne ise, müracaat edilmeden kapı kırıp eve girebilir mi? Yetkisi var mı?
Yollar taş yığını olmuşken, betonlar kırılmış, sahil perişan olmuş, esnaf zarar görmüşken nasıl da hemen “Temizlik işleri başlamadı mı?” diyebilenler oldu. Adaya yeterli sayıda ağır iş makineleri, kamyon vs çıkartması yapılmadan nasıl temizlik yapılabilir? Soruyorum size. Taşlar poşetlerle mi toplansaydı?
Geçenlerde hazır bulunduğum bir galada, tanıdığım bir Bey yanıma gelip “Herkes kendi kapısının önünü temizlesin demişler, doğru mu?” diye sormaz mı? Vallahi ben bilmem, demiş mi, dememiş mi?
Bildiğim bir şey var ki iyi ki demiş. Önemli olan söylenen şeyi anlayabilmektir. Sanki biz yan gelip yatıyoruz, gelin Adayı temizleyin demiş. Tabii ki tonlarca yük taşındıktan sonra, her insan kapısının önüne sahip çıksa fena mı olur? Öyle olması gerekmez mi? Nerde o “eski” insanlar?
Avrupa’da, bilhassa Amerika ve Kanada’ da vatandaşlar akşam yatıp sabah kalktıklarında insan boyu karla karşılaşıyorlar, evlerinin kapısı zor açılıyor ve kar evin içine giriyor. Mecburen küreklere davranıp yol açıyorlar ve işlerine de saatinde yetişiyorlar. Bu davranış, mecburiyetten öte, vatandaşlık görevidir.
Bizdeki Lodos doğanın kükremesiydi. Yarın tekrarlanmayacağı ne malum? Afettir bu, laf değil.