Adalar’da yaşayıp lodoslu anısı olmayan yoktur. Çoğu kağıda dökülmemiş, unutulup gitmiştir. Ne şanslıyız ki, unutturmayanlar da var. Buyurun:
Dalgalar pencerelere kadar gelirdi
Lodos fırtınası olduğunda, dev dalgalar pencerelere kadar gelirdi o yıllarda, sahiller daha o kadar genişletilmemişti. Bir keresinde o kadar büyük bir fırtına olmuştu ki, dalgalar Kaşıkadası'nın kuyruğunu aşmış, tekneler karaya vurmuş, deniz arka sokağa kadar yükselmişti. O yıllarda daha tsunami adını duymamıştık.
Gece boyunca evimizin üstünden geçen dalgalar, gün ağarınca durulmuş, ama sahildeki tüm evlerin alt katlarına sular dolmuştu. Bizim evin kapısı yüksek olduğu için öyle bir derdimiz olmadı, üstelik kapıyı açar açmaz şap diye suya girmek son derece eğlenceli bile geldi bize. Evimiz denizin içinde gibiydi. İnsanlar iki gün şişme botlarla dolaştılar çarşıda... Taa fırına kadar. (Bercuhi Berberyan, Burgazada Sevgilim, Adalı Yayınları)
İskele her sonbaharda lodosla yıkılırdı
Ana kara ile adalar arası çalışan Şirket-i Hayriye’den ayrı olarak, Ada İskelesiyle Yörükali Plajı arasına mahsus Akay Şirketi’ne ait Haliç tipi küçük bir buharlı gemi hizmet verirdi. Yörükali koyunun sağ tarafında tahtadan inşa edilen uyduruk vapur iskelesi, her sonbaharda lodos fırtınasıyla yıkılır, ertesi yıl da derme çatma bir şekilde yenilenirdi. Ucuza çıkması için olsa gerek, açığa doğru fazla uzatılmadığından, baştankara yanaşan vapurun önü, lodoslu olmayan havalarda sular alçaldığı için, çok kere kuma otururdu. Yolcuların iskeleye çıkmasıyla hafifleyerek suda yükselen geminin burnu, ancak o zaman kumdan kurtulurdu. (Viktor Albukrek, Bir Zamanlar Büyükada, Adalı Yayınları)
Lodosta İstanbul’a inmek işkenceydi
Kışın lodosta, tipide, ilk vapurla İstanbul'a inmek gerçek bir işkence idi. Çoğu zaman vapur gecikir, bazen saatlerce deniz ortasında çalkalanır dururdu. Heybeli'den kalktıktan sonra Burgaz ve Kınalıada'ya uğrar, Kınalı'dan sonraki açık denizde lodosta çok sallanırdı: Vapur çaresiz dalgalara baş verir Yassıada'ya doğru giderdi. Yassıada'nın önünde, lodosun etkilemediği, adanın rüzgârı kestiği düz sularda derhal döner, bu sefer dalgaları arkadan alır, Haydarpaşa'yı tutturmaya çalışırdı.
Haydarpaşa mendireği de şimdiki gibi değildi, daha kısaydı o zamanlar. Haydarpaşa'dan sonra mecburen dalgayı yandan aldığı için sallana sallana Sarayburnu'nu dönmeye çabalardı. Köprüdeki iskeleye yanaşınca yolcularda zaten hâl kalmamış olurdu.
Dalgaların etkisi ile camları kırılmasın diye, şiddetli lodoslarda vapurun pencerelerine tahta kepenkler takılırdı. Bu nedenle orta kamara kapkaranlık olurdu. Zaten kendisini deniz tutan insanlar, vapurun kepenklerini kapalı görünce, “eyvah şiddetli lodos var” diyerek daha vapura binmeden midelerinin bulandığını hissederlerdi. (Nejat Gülen, Adalı Sohbetler, Adalı Yayınları)
Kargalar nereye tüneyeceğini bilir
Mehmet Ali Bey uzun yıllar kargaları gözlemlemiş olduğunu anlattı. Kargalar, gündüzleri karşı sahilde Maltepe, Bostancı, Kartal gibi yerlerdeki tarlalarda nafakalarını çıkarıyor, akşam olunca da zarar verdikleri tarlaların bulunduğu karşı sahilde gecelemiyorlar, kendilerini güvenceye almak için sürüler halinde denizi geçip Adalar’a geliyorlardı.
Gerçekten, akşam olunca karşı sahilden sürüler halinde kargalar gelir ve çamlara tünerlerdi.
O kadar akıllıydılar ki, ertesi gün eğer hava lodos olacaksa adanın poyraz yönündeki, poyraz olacaksa da lodos yönündeki ağaçların üstüne tüneyip gecelerlerdi. Gün batarken gelir, sabah erkenden sürüler halinde yine karşı sahile giderlerdi. (Nejat Gülen, Adalı Sohbetler, Adalı Yayınları)
Lodoslu günlerin cankurtaranı Horoz Reis
Adada kışları çok zor geçerdi. Soğuk fırtınalı havalar, koşulları bir hayli zorlardı. Adada hastane ve uzman doktor olmadığından, vapurların çalışmadığı karayel ve lodoslu gecelerde sıcak yatağından “Horoz Reis” bağırtılarıyla uyanırdı. Adalılar, hastaları olduğunda önce Doktor Yorgo Çiropolus’un kapısını çalar, ardından soluğu bizim evin önünde alırlardı. Kışları çoğu gecenin bir yarısı “Horoz Reis” haykırışlarıyla uyanırdım. Karda, kışta, soğukta gece bu bağrışmalar uykumu bölerdi. Bu bağırışlar, birisi ya hasta ya da yaralı ve karşı anakaraya götürülmesi gerekiyor anlamına gelirdi. Horoz Reis’in “Geliyorum” sesi yükselirdi ardından. Kumsal’a gider, tekneyi hazırlar, hasta bindirilir, karşı kıyıya zorlu yolculuk başlardı. Öyle güçlü motorla ve büyük tekneyle değil, 5-6 metre boyunda içten takma sandalla yapılırdı bu yolculuk. Dalgalı, hırçın denizde bata çıka gidilirdi. Bir de bisikletçi Maça Bey'in bisiklet tamiri için kullandığı oksijen kaynağı, hastaların oksijen tüpü olurdu. Adalıların hastalarını, gecenin bir saatinde karşı kıyıya Kartal’a veya Maltepe’ye taşıyordu Horoz Reis. Bu hizmeti için para almadığı gibi, karşıya getirdiği kişilere taksi ve hastane parasını cebinden veriyordu. (Adil Bali, Horoz Reis, Adalı Yayınları)
Rüzgârlar, meteorolojik toplantı yapacaklarmış...
Poyraz;
“Aman“demiş, “lodos”un haberi olmasın!...
“ Niye?” diye sormuşlar:
“Neden olacak?.. O gelir gelmez su koyuverir de ondan” cevabını vermiş...
Gazetelere, televizyonlara bol bol haber çıkartan, İstanbullular ile, hedef tahtası belediyenin canına okuyan ani kardan sonra gelen lodos, neler yaptı gördük.
Önce rüzgâr, sonra fırtına, arkasından yağmur...
Lodos bu rahat durur mu?.. Gelin de poyraza; “haklısın!” demeyin.
İnsanlar lodos yüzünden helva gibi oldu. Romatizmalıların, ağrıları azdı, migrenliler dayanılması baş ağrıları içinde acı çekip durdu.
Lâf aramızda; bu yazıyı yazarken hüküm süren lodosun ılık havasından yararlanıp yakıt tasarrufu yapan fakir fukara, sırtını kış güneşine vererek kemiklerini ısıtıp duruyordur. Onlar lodostan herhalde memnunlardır. (Akgün Tekin, Ay Karanlığı, Adalı Yayınları)
Lodos aldı
Yaşlı Ada balıkçıları arasında Rumca’dan tercümesi ile “lodos aldı” diye bir tabir vardı. Gerçekten balıkçıların en çekindikleri hava daima lodostu. Ani lodos estiğinde yapıştığı küreklere gerekli gücü veremeyen yaşlı balıkçının sonu, Anadolu sahili yönünde açığa düşmek ve Adalı meslektaşlarının çaresiz, hazin bakışları altında karşı sahilde parçalanan sandalı ile birlikte sulara gömülmesi idi. Şiddetli lodos onlar için daima bir ölüm tehlikesi idi. (Dimitri Rayçanovski, San’at tarihçisi, ikona restoratörü, Heybeliada sâkinlerinden, Adalar'ın dünü, Bugünü, Yarını paneline sunulan tebliğden, 1990)
Bacanın dumanı lodos
Burgazlı Sait Faik arada sırada bize gelirdi, arkadaştık. Bir defasında Cevat Şakir (Kabaağaçlı)’le birlikte gelmişlerdi. Hep birlikte balığa çıkacaktık. Hemen Kartal-Yunus’taki çimento fabrikasının bacasına baktım. Baktım bacanın dumanı lodos gösteriyor. “Ben gelmiyorum, bana kalırsa siz de gitmeyin hava lodosa dönecek” dediysem de dinletemedim ve gittiler. Aradan 1-1,5 saat geçti geçmedi bir fırtına patlak verdi, deniz kabardı. Derken Sait’le Cevat Şakir sırılsıklam olmuş, ıslanmış sıçana dönmüş vaziyette geri döndüler. Sait gürledi: “Nereden bildin ulan eş...oğlu eş..k” dedi. Ben kahkahadan kırılıyordum. (Aktaran: Şakir Sırmalı, Kitap: Büyükada: Bir Ada Öyküsü, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)
Büyükada vapuru
"Büyükada" adı verilen bu yaşlı fakat güzel vapura İstanbul’da bir hayli para harcanarak gayet lüks kamaralar ve salonlar yapıldığı bilinmektedir. Bu vapuru satın alanlar ilk tahminlerinde yanılmamışlardır. Mudanya ve Bandırma seferlerinin yapılamadığı lodos fırtınalarında "Büyükada" hiç çekinmeden korkusuzca denize açılmış, Haydarpaşa’ya ve Büyükada’ya gidip gelmiştir. Fakat çok kömür yakması, tayfa adedinin çokluğu, kazan ve makinelerinde sık sık arızalar çıkması, Deniz Yolları İdaresi’ni masrafına dayanılmaz hale getirdiğinden, 8 yıl kadar hizmetten sonra seferden alınmış, Haliç’e çekilmiş, kamaraları bozulup lüks eşyası büyük posta vapurlarına verilmiş, tekne, kazan ve makineleri de hurda olarak satışa çıkarılmıştır. (Semiha Akpınar, Büyükada: Bir Ada Öyküsü, Adalı Yayınları)
“Erkek olan vapureeee!"
1961 kışının ya Kasım ya da Aralık ayında büyük bir lodos patlak verdi. Büyükada’dan 5.30’da ilk seferi yapan Pendik vapuru Kınalıada açıklarından geri döndü. Pek lodos almayan Heybeli’ye yanaştı. 6.25 seferini yapan gemi de gidip Heybeli’ye bağlandı. Heybeli kahveleri iyice dolmuştu. 7.15’i yapan Ataköy de Heybeli’ye geldi ve daha ileriye gitmeye cesaret edemedi. Tek ümit Yalova’dan gelecek olan ekspresdeydi. Ekspres Yalova’dan geldi fakat Büyükada’ya yanaşamayıp Heybeli’ye gitti ve bağlandı. Heybeliada kahveleri artık insan almıyordu. Derken bir süre sonra Ataköy’ün kaptanı "Erkek olan vapureeee!" diye bağırdı; binen bindi. Kaptan bir cesaretle Burgaz, Kınalı derken İstanbul’a gitmeyi başardı. (Aktaran: Avadis Hacınlıyan, Kitap: Büyükada: Bir Ada Öyküsü, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)
Eski kaptanlar daha mı cesurdu?
Eskiden çok büyük lodos ve karayel fırtınaları olurdu. Yine 1950’li yıllardan birinde böyle şiddetli bir lodos patlak vermiş Köprüden 16.15’de kalkan vapura Heybeliada’dan biz ortaokul öğrencileride binmiştik. Vapurda Fahrünisa ve Hayrünisa ablamı bulmuş, ancak vapur Büyükada’ya yanaşamayınca gerisin geri Heybeliada’ ya yanaşmış (malûm Heybeliada iskelesi lodos almaz) ve o gece vapurda sabahlamıştık.
Eve ancak ertesi sabah gelebilmiş ve o gün hiçbirimiz okula gidememiştik. Eski kaptanlar daha mı cesurdu bilmiyorum, yoksa vapurlar mı daha sağlamdı veya daha uygun dizayn edilmişlerdi? Şimdilerde İDO’nun kaptanları en ufak bir lodosta hareket etmekten kaçınıyorlar. (Büyükada: Bir Ada Öyküsü, Semiha Akpınar, Adalı Yayınları)
“Marabetler Banyosu”
Burgazadası Deniz Kulübü’nün batısında yer alan ve “Marabetler Banyosu” diye bilinen, rahibelere ait özel kulübe, 1970’lerin sonunda meydana gelmiş şiddetli bir lodos fırtınası sonucu yıkılmıştı. Bu yapının yeniden inşa edilmesi için o zaman izin alınamadığından, rahibeler artık günün çok erken veya geç saatlerinde, sahil boşaldığında denize girebiliyor. Bugün artık kullanılmayan “marabet” sözcüğü, eski Ermenicede rahibe anlamını taşır ki, yine eski bir Ermeni atasözü şöyledir: “Bulamayınca bir Garabet19, hırsından oldu marabet!” (Robert Schild, Burgazada: Canlı bir Etnografik Müze, Adalı yayınları)
Burgazada ve... yanmayan hatıralar
Marmara'nın değil yedi denizlerin en güzel adası yandı. Burgazada, günlerdir "Kara kara düşünüyor." Gerçekten o yemyeşil cennetin efsanevi ve gizemli yüzünü böyle görmek insanın içini yakıyor. Burgazada yandı. Geriye yanık doğa kokusuyla, hatıralar ve alevlerden kurtanlabilen yanık cennet kaldı. Arkadaşım Refik Durbaş. Burgazada yangınını hüzünlü bir ifadeyle şöyle anlattı: "Sait Faik bir yerlerde adasına ağlıyordur... Rüzgar ve lodos en candan arkadaşlarıydı Sait Faik'in, dün onunla birlikte herkes yandı. Altınsarısı akşamüstleri ve zargana balığı dahi..."
Burgazada üzerine bugünlerde ne söylense içinden yanık ormanın iniltileri geliyor. Lodosun bir gün Ada'yı yakacağını "Usta"ya söyleseler, herhalde şöyle derdi: "Benim lodosum asla katil olamaz." (Necmi Tanyolaç, Martılı Kahve, Adalı Yayınları)