Pazartesi, 01 Eylül 2014 00:00

Büyükada’da bir kurtarma operasyonu - 1

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Sıcak mevsim bitmek üzere. İlköğretim başlayalı bir hafta oldu. Çocuklu yazlık evler, birer birer kapanıyor. Büyükada’nın sokakları, her geçen gün biraz daha tenha.

Bir kısım yazlıkçının, özenle sokaklarda beslediği kedi ve köpekler, şimdi, aç kalmamak için, aşağı mahallelere taşınıyor. İskele meydanı, bu sevimli dört ayaklıların miting alanına dönüştü. Son günlerde, mevsim icabı soğuyan hava, bu sabah lodosa dönüşünce, tatlı bir sıcaklık, bahar havasını anımsatıyor. Hele dün gece çiseleyen yağmurdan sonra nemlenen toprak, aylar boyu içinde sakladığı gizemli çiçeklerin parfümünü, yeni doğan bir bebeğin süt kokusu gibi etrafa yayarak, tatlı bir umut veriyor insana. Takvime bakmazsanız, Nevruz günü sanırsınız.

Saat Kulesi etrafında toplanan genç hayvancıklar, bu sahte baharın sevinci ile aşka gelip, orta yerde porno pozisyonları sergiliyor. Daha yaşlıları, burunlarını birbirlerine sürterek geçmiş mevsimin dedikodusunu nakletmekle, hasret gideriyor. Çarşı-Pazar, bu cana yakın insan dostu yaratıkların kalabalığından geçilmiyor.

İşte böyle bir pazar gecesi, arkadaş ziyaretinden eve döndü-ğümüzde, arka bahçemden gelen acıklı bir kedi miyavlaması dikkatimi çekti. Balkona çıkıp sesin geldiği yönü gözlerimle tararken, asırlık çam ağacımızın yatay dalının ortasında, iri bir kedinin parlayan iki gözü ile karşılaştım. Zavallı kedi ağaçtan inmek için yardım diliyordu. Kim bilir ne zamandan beri orada, aç ve susuz! Belli ki bu yükseklikten yere atlamaya güvenemiyor. Beni fark ettiğinde, miyavlaması çığlığa dönüştü, ağlıyor, yakarıyor, kükrüyor. Saat, gece yarısını geçmişti. Civar evlerin ışıkları tek tük yanmaya başlamasından, kedi çığlıklarının, komşularımızı ayağa kaldırdığı anlaşılıyor. Mahallelinin beni mesul tutmaması için balkondan içeri kaçtım. Ses kesildi.

Hayvancağız ağlamakta haklı idi. Bu yaşlı ağaç, dört katlı binamı-zın boyunu geçiyor ve kedinin bulunduğu dal, yerden sekiz metre yükseklikte. Ağaç, binamızın epey ötesinde bulunduğundan, benim yapabileceğim bir şey yok.

Yatmaya hazırlanırken, kedi tekrar miyavlamaya başladı. Eşimin: “Kalk bak, yine ne oluyor” demesi ile balkona çıktım. Samanyolu’nun nazlı ışınları etrafı görmeme yardım ediyordu. Yatay dalın ortasında oturan umutsuz kediyle göz göze geldiğimde, bana derdini anlatmak için dalın sağındaki bağlantı buda-ğına kadar yıldırım hızı ile koştu, çarptı, zıpladı ve ani bir dönüşle dalın sol tarafındaki son ince ucuna yöneldi, bu zayıf daldan düşüyor numarası yaptı, çamın iğne yapraklarından tutunarak hızla tekrar dala bindi, geriye dönüş yapıp dalın ortasına geldi, oturdu. Fosforlu gözlerini bana diktikten sonra benimle konuşmaya başlamaz mı?

Neler anlatmıyor ki, biraz evvel yapmış olduğu bale hareketlerini, bir opera librettosunda açıklanan dans figürlerini izah eder gibi, sebebini açıklıyordu bana. Sağ taraftan, ağaç gövdesi dik olduğundan aşağıya inemediğini, sol taraftan ise, yükseklikten korktuğu için atlayamadığını değişik lisanlarda anlatıyordu. Arada bir susarak, çare aramam için zaman da tanıyordu bana. Kısa sukutlardan sonra, başka bir tonda, derdini tekrar anlatıyor; dua ediyor uzun uzun; ağır nağ-melerle gece ayinleri, noktürnler besteliyor…

Ben, sessizce içeri süzüldüm, balkon kapısını kapamadan yata-ğıma uzandım, yattım. Bir ninniyi andıran bu tatlı miyavlama sesine tam alışmışken, aniden yükselen kedi yakarmaları ile yataktan fırladım. Çığlıklar yürek parçalayıcı. Mahalle halkı ayakta.

Eşim: “Yarın hafta başı, millet işe gidecek, sen ise rahat rahat uyumana bakıyorsun ayıptır, kalk, bir şeyler yap!” diye dürtüyor beni. Tekrar balkona çıkmaktan başka çarem yok.

Gece ayazı başlamıştı, kedi beni gördüğünde zıplayarak aynı akrobatik sağ sol balet numaralarını sergiledi ve karşıma oturup söyleşisini başından aldı. Bu defa tatlı melodiler ve lirik eklemeler de var.

Ben sabırla dinliyor hayvanın er geç yorulmasını bekliyorum. O ise, tecrübeli bir hatip gibi, benim uyumamam için, arada bir sesini yükseltiyor, tonunu değiştiriyor, duraklıyor, tekrar kadans’a giriyor, melodinin sonuna geldiğinde, şarkısını tekrar başından alıyor. Aman Allah bu ne güzel müzik kültürü, kimin kompozisyonu acaba, hangi ekole ait, kimlerden ders aldı diye konseri hayranlıkla dinlerken, iliklerime inen bir ürperme ile kendime geldim. Üşüyordum. Herhalde uykusuzluktan olsa gerek, saçma sapan düşüncelere dalmışım. Hayvan yorulmuyor, ben ise ya sapıtmak, ya da soğuk almaktan hastalanmak üzereyim.

İçeri girdim. Saat sabahın ikisi. Uykum tamamen kaçtı. Midem uğulduyor; bir çiğneme tableti aldım yattım, uyku yok! Kalktım bir uyku hapı yuttum yattım, sağa döndüm, sola döndüm; akşam kahve de içmemiştim. Uykusuzluğun, henüz patlamayan lodosun etkisinden olabileceğini düşünürken kedi aklıma geldi, ne kadar zamandır sesi gelmiyor. İhtimalleri sıralıyorum…1- Hayvancağız aşağı inip kurtuldu ve gitti. 2- Seyircisi olmadığı için konserine son verip yattı. 3- Dengesini kaybedip yere çakıldı ve öldü.

İşte bu son trajik ihtimal dişlerimin gıcırdamasına, kaslarımın gerilmesine, kalp çarpıntılarıma sebep oldu. Sessizce yatağımdan süzülüp balkona çıktım.

Kedi yerinde yoktu. Rahatladım. Odama dönmek üzere iken gözüm aşağıya kaydı. Eyvah! Keşke bakmaz olaydım! Kedi yerde upuzun yatıyordu. Pisi pisi dedim, bir ara çırpındı, iri gözleri ile bana baktı ve kafası yana düştü. Kıpırdamıyordu artık. Gözleri açık ölmüştü. Dostum Show-Cat ebediyen susmuştu. Zavallının, bale gösterisi boyunca sergilediği performansı, anlatım psikolojisi, şarkıları ile beni hayran bırakan sesi, dikkatimin dağılmaması için gösteri boyunca bana dik dik bakan o güzel fosforlu yeşil gözlerinin farı sönmüştü. O bana çok şey verdi, ben ise onun için hiçbir şey yapamamıştım. İçim burkuldu, odaya döndüm. Eşim uyanmıştı. “- Kedi niçin sustu” diye sordu. Gördüklerimi anlattım. Üzüntüsünü ifade etti. “Yapacak bir şey yoktu, elimizden ne gelirdi ki” dedim, teskin ettim. “Acı haberi sabaha veremez miydin” diye sitem etti. Haklı idi. Biraz sonra ben uyumuşum. Eşim ise, yeni günün ilk ezan sesini duyana kadar uyuyamadı.

****

Sabah, kuş cıvıldamaları ile uyandım. Sokaktan gelen tek tük at arabalarının nal sesleri var. Erkenciler iş başı yapmaya başladı demek. Deniz rüzgârının yaydığı martı çığlıkları, ilkbaharda ne kadar şen ve şakrak ise, sonbaharda o kadar hüzünlü ve seyrek. Arada bir, taa uzaklardan alışılagelen, hav-hav, miau-miau sesleri de duyuluyor… Bizim kedi aklımda. Bugün cenazesi kalkacak. Ben yufka yürekliyim, birisini bulayım da gelsin alsın düşüncesi ile balkona çıktığımda afalladım! Kedi dipdiri, karşımda, yatay dalın ortasında oturmuş, eli ile suratını yıkıyor. Arada bir, gözlerini yumruğu ile örtüp cilve de yapıyor! Hayvan canlanıp tekrar ağaca mı çıktı? Bu kadar salaklık olabilir mi diye düşünürken, bahçeye baktım. Hayrola! Gece, öldü sandığım kedi dipdiri ayakta. Aşağıdan, yukarıdakine kur yapıyor, tatlı tatlı miyavlayan da o. Meğer iki kedi varmış. Aynı irilikte, aynı samur kürklü. Aşağıdaki, yukarı-dakinin sevgili dostuymuş. Gecenin karanlığında ben, çamın sık iğne yaprakları arasındaki kulislere çekilen Show Cat’i fark edememiştim meğer. Kazıklanmış biri olarak fena halde sarsıldım 

Son değişiklik Cuma, 12 Ağustos 2016 15:37
Yorum yapmak için oturum açın