1964 yılının son çeyreğinde, Adalar toplumunun omurgasını oluşturan bireylerinden “Yunan tebaalı Rumların” kısa bir süre içinde göçe zorlanmaları ile demografik yapımız bozuldu.
1923 Türk-Yunan nüfus mübadelesinden 41 sonra tek taraflı yaşanan zorunlu göç, ekonominin yanında sosyolojik problemleri de beraberinde getirdi.
Anadolu’dan göç alan Adalar, tabir-i caizse işgale uğradı. Gelenlerin Ada terbiyesi ve geleneklerinden bihaber olmaları, kendi köy alışkanlıklarını, geldikleri kentte ikamet etme inatları, Adalar’ın sancılı döneminin başlangıcı oldu. Örneğin; satın aldıkları evlerin balkonlarını kapatıp, odaya çevirmeleri, bahçelerde müştemilat yapmaları ve kaçak katlar, kural tanımazlıklarıyla mimaride yeni bir “kötü” akımın başlamasına sebep oldu. Bu konuda yetkililerin sessizliği de onlara cesaret verdi. Bazı işlerde, işyeri sahiplerinin kaldırım ve sokak işgalleri abartılı bir çizgide her geçen yıl arttı.
Kapasitenin çok üstünde fayton plakası dağıtan Belediye, gelecekte baş edemeyeceği bir dev yaratacağının farkına varamadı. Ne at ahırları kifayet ediyor, ne veteriner hizmeti veriliyor, ne hijyen kontrolü yapılıyor. Faytonlara binenlerin can güvenliği de yok. Atlar yılkıya bırakılıyor ve ada sakinlerinin bahçeleri, fidanları, çiçekleri ve ağaçları yılkıya bırakılan atların açlık giderdiği reyonlar oluyor.
Aynı şekilde bisiklet kiralayan dükkânların anormal sayıda artı-şında Belediye görevini yapmadı. Toplumun yaya olarak kullandığı alanlarda bisiklete binmek, ikaz eden ada sakinlerine mütecaviz konuşmak olağan oldu.
Hafta sonları ada sakinlerinin rahat yürüyebileceği kaldırım, sokak ve caddenin günübirlikçilerce işgali, deniz kıyı şeridinde don, sutyen, entari ve pantolon ile denize girip güneşlenmeleri sıradanlaştı.
Ruhsatsız çalışan işyerlerini tek tek saymak istemiyorum, işportacıların cirit attığı cadde ve sokaklara bakmanıza gerek yok. Her yer seyyar satıcı dolu. Dükkân sahiplerinin günahı ne?
Kolluk kuvvetlerinin devriye gezmeyip kendi binalarında oturmaları, zabıtanın saat 17.00’den sonra ortada gözükmemesi, cüretkârları daha da cesaretlendiriyor.
Bu şartlarda ev sahibi yazlıkçılar Ada’ya gelmiyor, yazlık kiracılar da Ege ve Akdeniz’in kıyı kentlerini Ada’ya tercih ediyorlar.
Sorarım size; Ada’yı bu kadar hor kullananlar mı adalı? Evet, ne yazık ki bunlar Ada’nın yeni sakinleri. Ada’ya sahip çıkmayanlar, Ada’yı “İngilizler gibi sömürenler” ne yazık ki bugün çoğunlukta. Ada için güzel bir şeyler yapmaya çalışanları da Ada’dan kaçırmak için ellerinden geleni ardına koymuyorlar.
Adalar gibi sayfiye yerlerinin tamamının problemi ne yazık ki aynıdır. Primitif ve palyatif önlemlerle dertlerin çözülemeyeceğine, hatta giderek artacağına inancım çok fazla. Tek bir umudumu da sizlerle paylaşıp, bu konuyu bir daha yazmamak üzere kapatıyorum: Çıkış noktamız “olan” de-ğil, “olması gereken” olmalıdır. Toplumun her kesimi, başta aileler, sonra öğretmenler ve sivil toplum örgütleri ile tabii ki devlet bu konuda yol arayışına girerse, gelecekte Adalar kazanır. Umudumu kırmayın ne olur!