Ağustos ayının sıcak bir akşamı, ayın şavkı denize vuruyor, denizle gökyüzü birleşiyordu adeta. Karanlık bir kumsalın tam ortasında, sağda solda 3-5 evin loş ışıkları ateşböcekleri gibi kırpışarak yanıyordu. Marmara Adası’nın en sakin koylarından birinde adalı balıkçıların deyimiyle ‘Karbunyi Volisi’ndeydik. Gece eğlencenin ve şarabın tadına varanlar mehtabın aydınlattığı Miskinler Mevkii’nde kumlarda kalan ayak izleriyle serin sulara bırakıyordu kendilerini. Kimileri için bir nevi yaza veda partisiydi. Kimileri için de dostlarla geçirilen güzel bir gecenin kapanış ritüeliydi tam 60 yıldır olduğu gibi. Denizden bakıldığında kayaların ve büyük çam ağaçlarının ardına saklanmış tek katlı mütevazı bir evin sahibesiydi gecemize neşe katan. Bundan tam altmış yıl önce Erdek’e eşi ile birlikte tatil yapmak maksadıyla gelen Faize Hanım’ın, küçük bir gezi motoruna binmesiyle başlamıştı Ada Hikâyesi.
Sandal irisi bir tekneydi dalgalarla boğuşarak adanın yolunu tutan. Faize Hanım ve Amerikalı eşi Adam Fredric Kuhar, sıcak bir yaz günü Marmara Adası’na ayak bastıklarında takvimler 1960 yılını gösteriyordu. Bir süre Hüseyin Gürses’in evinde pansiyoner olarak kalan çift, adaya adeta vurulmuştu. Küçük bir balıkçı kasabasını andıran o yılların Marmara’sı denizden tepeye doğru bir birbirinin manzarasını gölgelemeyen kargir evlerle ve tuzlu balık mağazaları(imalathane) ile çevriliydi. Çınar ağaçlarının gölgelediği tahta sandalye-masalarıyla çay bahçeleri, insandan arınmış bakir koyları, masmavi denizi ve tabiatıyla gelenleri bağrına basıyor, ayak basanları ise kendine müptela ediyordu. O yıllar ‘Taksiarhis Kilisesi’nin tam karşısındaki büyük çınarın altında Ahmet Enön’ün lokantası bulunuyordu. Istakoz ve Avşa şarabı eşliğinde yemeklerini burada yemiş ve bir sandalla güneye bakan koyları gezmeye çıkmışlardı. Bu esnada da adanın en meşhur koylarından Manastır Plajının büyüleyici güzelliğinde fotoğraf çektirmeyi ihmal etmemişlerdi.
Peki modanın çınarı olarak nitelenen Faize Hanım kimdi? 92 yıllık hayatına neler sığdırmıştı? Neden bu kadar önemliydi ülkemiz için? Çocukluğumdan beri merak ettiğim bu soruların cevaplarını bizzat kendim bulmak ümidiyle varmıştım yanına poyraz soluğanlarının vurduğu bu sessiz koya bir akşamüstü. Her zamanki şıklığı ve misafirperverliği ile amatörce yönelttiğim suallere mütevazı ve canı gönülden cevap veren bu ulu çınarın hayatından küçük bir kesiti tüm ada sevdalıları ile paylaşmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Aile kökleri Kırım’a kadar uzanan Faize Hanım’ın Annesi Şerife Hanım iyi bir terzi, babası Bekir Bey ise Kırım’ın münbit topraklarında sebze ve meyve tüccarı olarak çalışmaktaydı. ‘Berdenski’ markası adı altında yetiştirdiği narenciyeyi Moskova’ya getirip satıyordu. 1917 Ekim devriminde Bolşevikler yönetimi ele alınca Bekir Bey Sibirya’ya sürgüne gönderilmişti. Bir yolunu bulup kaçmış ve Kırım’a dönmeyi başarmışsa da yakalanarak son anda kurşuna dizilmekten kurtulmuştu. Mustafa Kemal Atatürk’ün Rusya ve özellikle Lenin’le milli mücadele yıllarında geliştirdiği iyi ilişkiler sayesinde, Kırım Türkleri Sivastopol Limanına gönderilen bir Türk gemisi ile Samsun’a taşınmış, bu vesileyle Bekir Bey’de ailesiyle birlikte Anavatan’a ayak basmıştı. Atatürk Orman Çiftliği’nin kuruluş aşamasında görev alan müteahhitlerden biri olan Bekir Bey, Reis-i Cumhur’un daveti üzerine bazı akşamlar sofrasına eşlik ederdi. Atatürk Bekir Bey’e özellikle savaş yıllarında Kırım’daki Türklerin yaşadıklarını anlattırırdı.
Kızları Faize ve Sevim hanımların tiyatroyu meslek olarak seçmelerine en başta babaları çok sevinmişti. Kırım’da yaşadıkları dönem, ağabeyi Rus Çar’ının özel berberi olduğundan sık sık Moskova’ya gidiyor orada Tiyatro, Bale ve Operaları seyrediyordu. Faize Hanım moda kelimesinin Türkiye’de telaffuz edilmesini sağlayan işlere imza atmış olsa da kendi deyimi ile esas mesleği tiyatro oyunculuğu idi. 21 yıl Devlet Tiyatrosu’nda kompozisyon oyuncusu olarak çalışmıştı. Rol üstleneceği oyun hakkında iyi bir araştırma yaparak kılık kıyafetine varıncaya kadar rolünü çok iyi çalışırdı. Saat 11.00’deki çocuk tiyatrosunda ‘Pollyanna’yı oynuyordu ve büyük beğeni toplamıştı. Bir diğer oyunu ise ‘Yerma’ idi. “Bernarda Alba’nın biraz kambur olan en küçük kızına hayat veriyordu.” “Yerma Federico Garcia Lorca'nın 1934'te yazdığı üç perdelik bir oyundur. Bernarda Alba'nın Evi ve Kanlı Düğün ile birlikte Lorca'nın kendi ifadesiyle İspanyol köylerindeki kadınlar üstüne bir üçleme oluşturur. Yerma'nın teması da diğer iki oyunla benzer şekilde törelerle insan doğasının çelişkili ilişkisidir.”(Vikipedi özgür ansiklopedi). Bunun yanı sıra Faize Hanım, art arda 7 kez hizmetçi rolünde oynamıştı. Kendisi gibi kardeşi Sevim Hanım’da tiyatrocuydu. Çocuk tiyatrosu kadrosunda yer alsa da hizmetçi rollerini iki kardeş de ustaca icra ediyorlardı. Bir keresinde sözsüz bir rolde hizmetçiyi canlandırırken kikirik bir gülümseme atmış, izleyicilerin dikkatini ve beğenisini toplayan bu hareket oyun esnasında akılda en çok kalan sahne olmuştu. Öyle ki tiyatro sonrası verilen Baloda Reis-i Cumhur Celal Bayar tarafından bizzat tebrik edilmişti Faize Hanım. Bir diğer beğeni toplayan karakter ise; Çetin Altan’ın 7. Köpek oyununda tuvaletçi bir kadın rolünü canlandırmasıydı. Rol alacağı oyunlarda kostümlerini bizzat kendi hazırlar ve çok özenirdi. Saçına siyah bir peruk, kulak arkasına kırmızı bir karanfil, çingene pembesi bir hırka üstüne de bir şal atması onu izleyenlerin aklına kazımıştır.
Moda serüvenine ilk adım
Faize ve Sevim hanımların anneleri çok iyi bir terziydi. Dikiş makinesini çok iyi kullanarak harika elbiseler yapardı. Annelerinin bu yeteneği kızlarına da geçmiş olmalı ki Faize Hanım zaten çocukluğundan beri dikiş dikiyordur. Kendi kıyafetlerinin yanı sıra, kız kardeşinin kıyafetlerini hatta tiyatrodan arkadaşlarının kıyafetlerini, evlenenlerin gelinliklerini dahi dikiyordu. Hatır gönül ilişkisiyle tamamen ücretsiz olarak üstlendiği bu meşgale onu tiyatro piyeslerinin kıyafetlerini dikmeye kadar yöneltmişti. Dikiş-nakışı sevdiği için oyun haricindeki tüm zamanını terzihanede geçiriyordu. Tiyatroda çalışırken bir dolu-bir boş günleri oluyordu. Bu boş vakitleri değerlendirmek maksadıyla Kız Sanat Enstitüsü’nün dikiş ve şapka kurslarına devam etmişti. 1955 yılında Anne-Baba’larının geçinimine yardımcı olması gayesiyle Ankara’da ‘Gülen’ adında dantelli düğme, iplik vs. satan bir de dükkân açmışlardı. İldeki bütün terziler buradan malzeme satın alırlardı. Genelde de bu dükkân Faize Hanım’ın ismiyle anılır olmuştu. Bir gün akşam kurslarında yaptığı bir şapkayı sırf süs olsun diye vitrine koymuştu. O gün akşama kadar 20’den fazla hanım tarafından bu şapkanın aynısından istenince bir şapka salonu yapma fikri ortaya çıkmıştı. Opera dekoratörlerinden Mimar Sabih Kayan tarafından iç dekorasyonu yapılan Ankara Bulvar pasajında açılan Şapka Salonu: Faize Hanım’ın moda dünyasına profesyonel olarak attığı ilk adımı teşkil eder. Duvarları somon ve kırık beyaz çizgili kumaşla kaplı bu salonda şapka ve gelin başlığı imal ederek müşterilerine sunmuştur.
Moda Evi hayali
Şapka salonunu çalıştırdığı esnada Paris’e giderek orada gördüğü yeni ürünleri Türkiye’ye getiriyor ünlü moda evlerini yakinen takip ediyordu. Pembe çiçek desenli ipek bir kumaş satın almış ve o yılların modası olan balon etekli bir elbiseyi kardeşi Sevim için dikmişti. Sevim hanım bu elbiseyi pek beğenmemiş, Faize Hanım’da elbiseyi şapka salonunun vitrinine koymuştu. Ankaralı çok ünlü bir doktorun kızı kolej mezuniyetinde giymek için bu elbiseyi tecrübe eder ve çok beğenir. Annesiyle tekrar almaya gelir ve çok yüksek bir mevlâya elbiseyi satın alır. Bu olay neticesinde Faize Hanım 50 liraya şapka imal edip satmaktan daha kârlı bir iş olduğu kanaatine vardığı için elbise dikmeye ve bu işi hayallerini süsleyen bir Moda Evi ile taçlandırmaya karar vermişti.
Sevim Hanım’la beraber Ankara’da 3 oda 1 salon bir daire tutmuşlardı. Günümüze kadar sürecek olan ‘Faize & Sevim Moda Evi’ öyküsü de böylece başlamış oldu. Eşi Macar asıllı Amerikalı Mimar Adam Fredric Kuhar’dan modern ve şık bir tasarım isteyen Faize Hanım, tiyatro vasıtasıyla sık gidip geldiği Paris’ten büyük moda albümlerini temin ediyor, dikimini yapacağı modeller için malzeme satın alıyordu. Bu esnada da eşi, içi boş bir vaziyette devralınan dairenin iç dekorasyonu üzerinde çalışıyordu. Prova odaları ve salonu ayrı inşa edilmiş, Gorbon seramik bir pano ve içinden sular akan eski mermer bir çeşme ile salonu ayırmıştı. Arkada soyunma-giyinme odaları bulunuyordu. İki taraf duvarları yerden tavana kadar aynalı dolaplarla bezeli zemin ise Hilton yeşili halı ile kaplanmıştı. Bir podyum da oluşturulan moda evinin koltukları antikacılardan alınan çok kıymetli 3 farklı grup mobilya ile süslenmişti. Randevu usulü müşteri kabul edileceği için 1952 yılında Avrupa Güzeli seçilmiş olan Günseli Başar da müdire olarak işe alınmıştı.
O yıllar Ankara’nın çok meşhur bir terzisi vardı. ‘Sidoni’ adındaki bu terzi ilerleyen yaşı sebebiyle işlerine son vermiş ve imalathanesini kapatmıştı. Onun bütün elemanları ise işsiz kalmıştı. Çok iyi iş bilen kalifiye elemanlardı. Faize & Sevim gazeteye ilan vermiş, tamamı işsiz kalan bu elemanlar iş başvurusu yapmıştı. Eylül, Ekim ve Kasım ayları neredeyse geceli gündüzlü iki kardeş, kadın ve erkek kalfaların özverili çalışması ile açılış gününe hep birlikte hazırlanmışlardı. Bu açılışa özel bir de defile gerçekleştirmeyi planlamışlardı. Türkiye’de halka açık ilk defileyi yapmak üzere kolları sıvayan modacı kardeşler Paris’ten satın aldıkları elbise patronlarını(kalıplarını) büyük bir titizlikle ve orijinalini aratmayacak kalitede dikerek elbiseler hazırlamıştı. 16 Aralık 1962 tarihinde gerçekleştirilen bu defile için 1500 davetiye bastırılmıştı. Bütün Ankara sosyetesi bazı Bakanlar dahil defilede bulunmuş, 18-20 manken ve yaklaşık 200 parça elbise ile muhteşem bir defileye imza atan Faize & Sevim kardeşler, dakikalarca bravo nidaları eşliğinde ayakta alkışlanmıştı. Defile sonunda sahneye çıkan kardeşler birbirlerine sarılarak gözyaşlarına hakim olamamıştı. Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiş olmanın sevinciyle, tarihe isimlerini altın harflerle yazdırmışlardı. Belki de Moda kelimesi onların sayesinde toplumun diline yerleşmişti...
Ertesi sabah 9.30’da dükkâna gelen kardeşler gözlerine inanamamıştı. Kapıdan caddeye kadar uzayan bir kuyruk vardı. Kapı açılınca içeriye hücum eden hanımlar arasında kavgalar çekiştirmelerle ortalık savaş alanına dönmüş, elbiseler kapanın elinde kalmıştı. İşleri açılan Moda Evi’nin zamanla birkaç şubesi daha açılarak ünü ülke çapına ve hatta yurtdışına dahi yayılmıştı. Adana, İzmir, Gaziantep, İstanbul ve Ankara’da şubeleri bulunan modaevinin en çok rağbet gören şubesi ise İstanbul’du şüphesiz. Birçok ünlü ailenin kızlarını giydirdiği gibi yurt dışından da sipariş almışlar, Kraliçe ve Prensesleri de giydirmişlerdi. İstanbul’daki şube 1964 yılında ilk olarak İstiklal Caddesi’nde açılmıştı. Burada 1 yıl kalmışlar daha sonra Taksim’e taşınmışlardı... Cadde üzerindeki bu ikinci dükkân çok sayıda tanınmış ismi ağırlamıştı. Türkan Şoray, Belgin Doruk, Gönül Yazar, Ajda Pekkan, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit gibi ünlü isimler moda evine geldiğinde caddede trafik duruyor, halk vitrinlere yaslanıp içeriyi izliyordu. Bir iki de tatsız olay yaşadıklarından Harbiye’de bir kat tutarak moda evini buraya taşımayı uygun bulmuşlardı. Taksim’de boşalan dükkânı ise Fransa’da gördüğü cafe-restaurant tarzı bir işletmeye çeviren kardeşler, İstanbul’un sosyal yaşantısına yeni ve modern bir işletme kazandırmışlardı. ‘Cafe Bulvar’ adındaki bu mekân İstanbullular tarafından epey rağbet görmüştü. Daha sonra İstanbul Rumeli Caddesi’ne yerleşen Moda Evi, günümüzde de müdavimlerine hizmet vermektedir. Büyük bir yaşama sevinci ve çalışma azmiyle iki kardeş: Faize(1928), Sevim(1933) büyük bir emekle elbiselere hayat vermeye devam ediyorlar. Sahip olduğu imkânlar sebebiyle Türk Sineması’nın birçok filminde de görüntülenen ‘Faize Sevim Moda Evi’ klişeleşmiş sahneleri ile hafızalardaki yerini korumaktadır.
1960 yılında Marmara Adası’nın bakir doğasına hayran kalan Kuhar çifti, bugün evlerinin bulunduğu araziyi Hüseyin Gürses’ten satın almıştı. Hüseyin Bey askerden dönen oğluna kılıç avına çıkabilmesi için alamatra tipinde bir sandal ve Pancar motoru satın almak istiyordu. Bu sebeple arsaya karşılık olarak sandal ve pancar motoru bedeli istemekteydi. Sıcak bir yaz günü sandalla ulaştıkları bu ıssız koyda, kuma kadar inmiş kır bir at, yıkık dökük bir dam ve 3-5 zeytin ağacından başka hiçbir şey yoktu. Bay Fredric “-Bu Allah’ın dağına kimse gelmez ama bu insanlar bize çok iyi davrandılar, arsalarını satın alıp hasletlerini gerçekleştirmelerine yardımcı olmalıyız” demişti eşi Faize Hanım’a. 1961 yazında 100 lira kaparo bırakarak Ankara’ya döndüklerinde Ziraat Bankası aracılığı ile istedikleri ücreti Gürses ailesine ulaştırmışlardı. 1962 yılında taraflar bir zilliyetlik belgesi hazırlatmış ve karşılıklı imza etmişlerdi. Takip eden yıllarda Saim Sarıgöllü’nün Kole burnundaki otelinde yaz tatillerini geçiren Kuhar çifti, 1963-64 yıllarında kendi arsaları üzerine ABD ordusunun kullandığı eski uyku tulumu ve askeri çadırlardan temin ederek kamp alanı hazırlamış ve kalabalık gruplar halinde adaya gelmeye başlamışlardı. Daha çok Ankara’daki tiyatro çevresinden arkadaşlarını burada ağırlayan Faize Hanım’ın en gözde misafiri ise konservatuar 1.sınıftan beri 76 yıllık arkadaşı Yıldız Kenter’den başkası değildi. Bir keresinde de eşi Şükran Güngör’le birlikte adaya gelmişlerdi. Yıldız Hanım çok iyi bir yüzücü ve balık avcısıydı. Marmara’dan kiraladıkları bir sandal ile Hayırsızada’ya kadar gider oralarda dalarak zıpkınla balık avlarlardı.
Faize Hanım’ın eşi Bay Kuhar; Kendi dalında çok iyi bir mimardı. TUSED’te Türkiye’nin birçok farklı noktasında inşa edilen Nato üslerinin kontrol mimarı olarak görev yapmaktaydı ve bugün de ayakta olan yazlık evlerinin tasarımını bizzat kendisi yaparak projelendirmişti. Böylelikle 1964 yazında evin inşasına başlayabilmişlerdi. Ancak arazi sarp kayalıktı. Dinamit vasıtasıyla parçalanan dev kayalardan elde edilen taş yığınları set set bahçe duvarlarının yapımında kullanılmış, doğal kaya rengi ile bütünlük arz edecek şekilde döşenmişti. Faize Hanım günümüzde düzayak rahatlığından sebep burada yatıp kalkıyor, zamanının büyük bir çoğunluğunu plaja paralel inşa edilen tek katlı mutfak kısmında geçiriyordu. Ev inşaatı sırasında da ilk yapılan bölüm burasıydı. İnşaatta 14-15 işçi yevmiye usulü çalışıyordu. Gün içinde işçilerin iaşesi için bu mutfaktaki hummalı hazırlıklar durmak bilmezdi. Faize Hanım kasaplık bir küçükbaş hayvan kestirerek burada büyük kazanlarda et ve pilav pişiriyordu. Karavana yoğurtlardan ayran, sonrasında karpuz ve kavun ile işçilere adeta ziyafet çekiyordu her gün. Gelip giden misafirler ve kendi ihtiyaçları için küçük bir tuvalet ve mutfak inşa ederek işe başlayan Kuhar çifti, sadece yazları çalışarak ancak 16 senede bitirilebilmişti ev inşaatını. Evin tüm tuğla ve çimentosu sahiplerinden kiralanan iki katır vasıtasıyla evin bulunduğu konuma taşınıyordu. Evin çatısını tutan 9 metre boyunda, 35 cm. yüksekliğinde ve 15cm. kalınlığındaki keresteler ise Belgrat Orman’ından temin edilmiş ve önce kamyona yüklenip sonra da Perşembe pazarı kıyısını süsleyen allı yeşilli çektirmelerden biri ile adanın yolunu tutmuştu. Bin bir güçlükle koya getirilen keresteler 8-9 işçi tarafından ancak taşınabiliyordu. Evin ahşap doğramaları hariç tüm işçiliği ise adalı ustalar tarafından yapılmıştı.
Kasket Mustafa(Akdeniz) tarafından bahçenin muhtelif yerlerine dikilen çam ağaçları İstanbul’dan teneke içinde geldiklerinde henüz bir çiçek fidesi kadardı. Şimdi ise koyu bir gölge yaratan ve evi adeta kamufle eden bu ulu çam ağaçları sayesinde koy, yeşille mavinin buluştuğu bir görünüme sahip olmuştur. Evin tüm kereste ve ahşap doğramaları Ankara’daki marangoz atölyelerinde işinin ehli ustalar tarafından hazırlanmıştı. Ağaçlar esnemeye karşı bir yıl dinlendirilmiş, kamyonla Erdek’e oradan da Veli Kaptan’ın posta motoruyla Marmara’ya taşınmıştı. O yıllar evin bulunduğu yere karadan ulaşım patikadan ibaretti. Koya en sağlıklı ulaşım denizden sağlanabilmekteydi. İnşaat bittiğindeyse uzun yıllar Denizyolları’nın gözdesi, Marmara Denizi sahil kasabalarında efsaneleşen Gemlik yolcu vapurunun başaltı ambarında taşımışlardı evlerinin tüm eşyasını. 5 yatak odası 3 banyo ve Amerikan mutfaklı ferah, şömineli bir salona sahip bu ev dışarıdan bakıldığında göze çok küçük görünmekteydi. Yazın ön doğramaların altına kadar gelen güneş salona girmez, çatının üst bölümünde bulunan dikey açılır pencerelerden giren dağ havası evin içinde dolaşarak ön cephedeki pencerelerden çıkar. Bu şekilde hava sirkülâsyonu sağlanan ev hep serin kalırdı. Kışınsa güneş Ekinlik Adası semalarından batana dek tüm salonu ısıtırdı.
Gerek evinde gerekse sahilde uyku tulumları ve çadır içlerinde misafir ettiği dostları için ziyafetler ve partiler tertipler, gecenin ilerleyen saatlerine kadar şarkılar söyleyip danslar ederek eğlenirlerdi. Misafirleri arasında öyle isimler vardı ki; Ayten-Cüneyt Gökçer, Macide Tanır, Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Aysel Gürel, Müjde Ar ve daha niceleri. Opera ve tiyatro oyuncularının neredeyse tamamı beyaz köpüklerin öptüğü bu kumsalda mehtaplı gecelerde buluşmuşlardı. Hava koşulları müsaade ederse eğer, serin ve karanlık sulara bırakırlardı kendilerini gecenin ilerleyen saatlerinde... Çınarlı Köyü’nden balıkçı Enver Yılmaz yani namı diğer ‘Kara Tren’ neredeyse her gün tanesi 2,5 liradan 10-15 adet ıstakoz getirip satar, tuttuğu balıkları ise bedava verirdi. Büyük kazanlarda pişirilen ıstakozların yanında tüketmek üzere Avşa Adası’ndan dökme şarap satınalırlardı. Meşale ve lüks lambası ile aydınlanan bu zifiri karanlıkta ateşin başında nice aşklar filizlenir, yeni dostluklar kurulurdu.
Saatler su misali akıp giderken, evi gezmeme de müsaade eden Faize Hanım’ın hayattaki en değerli varlıkları olan iki oğlu; Marc ve Erol 5 dakika arayla annelerini aramış ve her Pazar günü gerçekleşen bu hasret giderme faslında gözlerinde beliren mutluluk ifadesine şahit olmuştum. İlk Moda Evi’nden bu yana bir an olsun ayrılmadığı kardeşi Sevim Hanım’da yaz tatillerini Marmara Adası’nda geçirmektedir. 1974 Yılında Marmara Adası’nda çekimleri yapılan Kanlı Deniz filminde de rol alan ilk eşi, usta oyuncu Tekin Akmansoy’dan olan kızı Alev Hanım da aile geleneğini sürdürerek moda dünyasına ismini yazdırmıştır... Alev Hanım, babası gibi ilk evliliğini bir tiyatrocu olan Tayfun Orhon’la yapmıştı. Marmara Adalıların da yakından tanıdığı 90’lı yılların pop sanatçısı Ozan Orhon da Alev Hanım’ın bu evlilikten olan oğludur. Birkaç yıl önce Marmara deniz şenliklerinde ücretsiz bir konser de veren Orhon; “Oldu mu Şimdi? isimli ilk albümünü 1992'de piyasaya çıkarmıştı. Bu albümdeki Saman Alevi, Ortada Kuyu Var, Zeynep ve Oldu mu Şimdi? adlı parçalar öne çıkmıştı. “Müzik dışında sunuculuk da yapmıştı. 1993 yılında İnterstar'da yayınlanan "Senkron” adında bir yarışma eğlence programı sunmuştu, 2006 yılında ise ShowTV'de “Pazar Keyfi” adındaki magazin programını ve “denemeye değer” isimli programı sunmuştur.”(Vikipedi özgür ansiklopedi).
Yaşama sevinci ve hayata bağlılığı ile herkesin, özellikle de gençlerin örnek alması gerektiği Faize Hanım, mayosunu giyip sabah erken ve akşamüstü gün batımından önce iki kez elinde bastonu ayağında lastik ayakkabıları ile hala denize giriyor, kadın erkek etrafındaki herkese iltifatlar ederek neşe ve ışık saçıyor. Olumsuzlukları kafasına hiçbir zaman takmadığını ama mücadele etmekten ve çok çalışmaktan da hiçbir zaman yılmadığını sözlerine eklemişti. Karşımda adeta yaşayan bir tarih, harika bir anlatıcı ve topluma mal olmuş eserleriyle ve modaya kattıklarıyla daima bu topraklarda anılacak bir ulu çınar vardı. Ada Kültürüne dair yaptığım araştırmalarda ada müdavimlerine sık sık yer veriyorum. Ancak Faize Hanım, adanın turizmde sıçramaya geçmediği bir dönemde burayı keşfetmiş ve belki de adaya ilk gönlünü kaptıranlardan biri olmuştu. Bugüne kadar ada öyküsüne dair birkaç satır yazının dışında hiçbir bilgiye rastlanmazken, anılarını ve tüm yaşanmışlıklarını Adalı Dergisi takipçileriyle paylaşan Faize Hanım’a ne kadar teşekkür etsek azdır. Kendisine nice sağlıklı ve uzun yıllar diliyorum. İyi ki adalıyız!
Kaynakça: Faize Kuhar, Sevim Özbolgan anlatımları. H. Can Yücel ve Faize Kuhar arşivleri.