Çarşamba, 05 Şubat 2020 23:34

Koca Çınar

Ögeyi değerlendirin
(5 oy)
23.04.1967 Arkada Koca Çınar 23.04.1967 Arkada Koca Çınar Nurgül Erçin arşivi

Ağaçlar ayakta ölür sözü ne kadar da doğrudur... Tarihi yüzyıllara dayanan çınar ağaçları, dallarının altında nice medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Marmara Adası’nın bağrında, merkez yerleşke ve köylerde ve özellikle dere yataklarında veya sahil kenarlarında çokça rastlarız yaşlı çınar ağaçlarına. İnsanoğlunun her türlü zulmüne rağmen bazen kilit taşlarını patlatarak, bazen de betona gömülmüş rıhtımlarda boy verir yeşilin ve kızılın en güzel tonlarına bürünen bu ağaçlar. Gölgesiyle serinletir, yaprağıyla oksijen verir tüm canlılara. Kısa dağ yürüyüşlerinde mola vermek için en ideal yerdir altları. Kimi zaman bir el ilanı için örselenir iki çift raptiyeyle gövdesi, kimi zaman da flama ve pankartlarla kirletilir üzerleri gündelik siyaset uğruna umarsızca. Oysa gerçek sahibidir onlar bu coğrafyanın tıpkı bir zamanlar avlanarak doğal yaşam alanına küstürülen su samurları gibi. Bazen, yaylada kovuğuna sığınır bir çoban fırtınadan kaçarken. Bazen de gece ava çıkan bir puhu kuşu saklanır dalları arasına. Tüm canlıları şefkatle kucaklar ayakları toprağa, başı semaya yükselen bu ulu çınarlar...

Ülkemizde çok farklı coğrafyalarda da karşımıza çıkar çınar ağaçları. Ancak, Marmara Adası için farklı bir öneme sahiptirler. 1913 sel felaketinden sonra dönemin Rum Belediye Reisi Bebi Efendi, Kaymak deresinden kıyı boyuna dolan toprağı tutması amacıyla köy önüne çınar fidanları ektirmiştir. Denizin neredeyse sıfırında yeşeren bu kuvvetli ağaçlar, zamanla gelişip büyüyecek, kum-toprak karışımı olan sahil şeridinde koyu bir gölgelik meydana getirecekti. Günümüzde dahi geçerliliğini koruyan, genç-yaşlı, kadın-erkek herkesin sosyalleştiği en önemli yer halini alacaktı bu gölgelik. Halk dilinde gazino olarak adlandırılan Çınaraltı Çay Bahçeleri, 1960’lı yılların başında Muhtarlığın, sonrasında da Belediyenin çabaları ile daha düzgün bir hale getirilecekti... Gemiden inip kendilerini sakin ada yaşantısının kollarına bırakan misafirler, tüm sıkıntılarından arınacak, iskeleden ayrılan vapurun düdüğüyle dağılacaktı şehrin tüm kasvetli havası... Yazın ortası iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktır bu çay bahçeleri. Çarşı içi esnafların tezgâhlarıyla şenlenen Atatürk Caddesi, adanın adeta kalbidir. Oysa kim bilebilirdi tüm bu ağaçların bir gün kuruyup yok olabileceklerini...

Çarşının tüm hengâmesine rağmen az ötede bambaşka bir ortam vardır. Balıkçı barınağının dinginliğinde ağ donatan reisler, kuzeydoğudan esen rüzgârlarla serinleyerek arı gibi çalışırdı yaz sıcaklarına aldırmadan. Öğle sıcağı iyiden iyiye bastırırken, Aba plajı müdavimleri ‘Pancar’ motorlu sandallara doluşup yola koyulur, bazılarıysa kıyı boyunca yürüyüp ağaç gölgelerini kollayarak yol alırdı. Yaklaşık iki sene önce yıkılan, bugünse yerinde yeller esen Burhan (Barut) Amca’nın kahvesinin ardında, bulunduğu alanı gölgeleyen bir büyük çınar vardı. Kimilerine göre tam da yol ortasında kalan bu ağacın öyle bir hikâyesi vardı ki... Bir dönemin bitip yeni bir devrin başladığını vurgulayan hazin gerçeklerle sınanmıştı. Bir avuç sevdalının, gerçek manasıyla muhafazakâr olmanın gereği idi Koca Çınar’ı kurtarmanın öyküsü...

1950’lerin sonuydu. Truman Doktrini kabul görmüş, “Marshall Yardımı” adı altında Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardım paketleri devreye sokulmuştu. 1923’de Bağımsızlığını kazanan Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in Tam Bağımsızlık ilkesinin dışına savrulmuş ve 1952’de NATO’ya girmişti. Amerika ile 23 Haziran 1954 tarihinde Askeri Tesislerin yapımı ile ilgili bir antlaşma yapılmış ve ülke çapında 90’ın üzerinde sivil-askeri tesisin inşasına başlanmıştı. Akabinde Türk-Amerikan Güvenlik İşbirliği 5 Mart 1959 tarihinde imzalanmış, bu gelişmeler ışığında da Marmara Adası İlyas Dağı zirvesine, NATO tarafından bir radar istasyonu kurulmak üzere çalışmalara başlanmıştı.

 

24.07.2015 Terk edilmiş NATO Radar Üssü. H. Can Yücel arşivi24.07.2015 Terk edilmiş NATO Radar Üssü. H. Can Yücel arşivi

 

1957-58 yıllarına denk gelen bu olayda, köyler arasında patikadan başka ulaşımı olmayan ada merkezinden karargâhın kurulacağı mevkiye kadar ilk önce yol inşaatına girişilmişti. Ardından kışla binası, radar istasyonu ve çeşitli birimlerden oluşan bir askeri üs halini alacak olan bu yapılar nihayetinde Kuzey Deniz Saha Komutanlığına bağlanacaktı... Gerekli olan yol inşası, köy içinden başlatılarak coğrafyanın elverdiği ölçüde tepe ve düzlüklerdeki mevcut kayalar kırılarak yola gelişigüzel şekilde döşenmişti. Kayserili müteahhidin çalıştırdığı ekip dışında yevmiye usulü bazı Marmaralı gençler de bu çalışmalara katılmışlardı. Yol inşaatı başlatılmıştı başlatılmasına ama ortada bir büyük sorun vardı! Bulunduğu yerden denize kadar dalları uzanan asırlık ‘Koca Çınar’ kesilmek isteniyordu...

“Mart güneşi aba sırtından yükselmiş ortalığı ısıtıyorken deniz kıpırtısızdı. Tıpkı Marmaralı balıkçıların sık sık kullandığı bir terim olan ‘Karıncaların su içtiği’ bir havaydı. Dört-beş işçi ellerinde halat ve baltaları Koca Çınar’ın gövdesine dayamış her bir dalı yetişkin bir ağaç kadar geniş çapta olan bu anıt niteliğindeki ağacı kesme planları yapıyordu. Birden bir sesle irkildiler. Muhtar Mustafa Toksöz beraberinde Ahmet Enön, Rıfat Yavuz ve Mustafa Bircan’la az ötedeki balık tuzlama mağazasından çıkarak hızla işçilerin yanına gelmişti. Toksöz muhtar olduğunu söyleyerek ne yapmaya çalıştıklarını sormuştu. İşçilerin başı; ağacın eldeki projeye göre yolda kaldığını bu nedenle keseceklerini yardım ederlerse kütüğü onlara verebileceğini söylemişti. Hayrete düşen muhtar ve beraberindekiler tepki göstererek ellerindeki malzemelere el koymuş ve bu ağacı kesenin kafasını keseriz diyerek sözlerini sürdürmüştü! Etraf kalabalıklaşmış diğer adalılar da toplanmıştı. Kalabalıktan ve Muhtarın çıkışından çekinen müteahhit;- Bu iş NATO’nun işi, onların verdiği proje ve emre göre hareket ettiğini söylemişti. Kalabalığı görerek telaşla yanlarına gelen Nahiye Müdürü merakla ne olduğunu sormuştu? Kalabalıktan sıyrılarak hep birlikte 40 metre ötedeki Hükümet Konağı’na gittiler. Yalnız, Nahiye Müdürü’nü yanında gören Müteahhidin hali biraz değişmişti...

Müdürün odasına girdiklerinde onlar Koca Çınar’ı savunurken Müdür Bey, NATO’nun önemini, Komünist Rusya’nın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatıyordu. Muhtar Toksöz ve arkadaşları ise; Nahiye Müdürü’ne Ankara’ya gidip bu işi halledeceklerini onlar gelene kadar ağacı kesmemelerini söylemişlerdi. Hemen köy odasında diğer muhtar azalarıyla acele bir toplantı yapılmış ve karar alınmıştı. Muhtar Toksöz ve Rıfat Yavuz Marmara’da kalıp herhangi bir yanlışın yapılmasını önleyecek, Mustafa Bircan ve Ahmet Enön Ankara’ya giderek gerekli görüşmeleri yapacaktı. Ertesi gün Denizcilik Bankası’nın gemisiyle İstanbul’a oradan da ilk araçla Ankara’ya ulaşan ikili, Paris Caddesinde bulunan Infrastructure Daire Başkanlığı’na gitmiş ve burada yetkili olan Elektrik Mühendisi bir tuğgenerale olayı anlatmışlardı. Mustafa Bircan komutanın karşısında konuşmaya başlamıştı ki Cuma günü yaşanan olayı bilen komutan, hiddetle sözünü kesmişti! “Anlaşıldı diyerek; Devlet bir ittifak yapmış, yurt savunması için NATO ile işbirliğinde bir tesis kurulup 9km yol yapılacak. Daha başlangıçta bir çınar ağacı için yolu durduruyorsunuz! Sizin memleket sevginiz bu mu? Bir çınar ağacı için yol durmaz” Diyerek azarlamış ve kapıyı çalıp içeri giren yaverine arkadaşlara kapıyı göstermesini emretmişti. Resmen kovulmuşlardı...

Binadan çıkıp kaldırıma oturan ikilinin ağzını bıçak açmıyordu. Mustafa Bircan, adeta donup kalmıştı. Son çare Genel Kurmaya gitmeye karar vermişlerdi. Karargâha ulaşıp bir Astsubaya ayaküstü dertlerini anlattıklarında “-Sizin işinizi Kurmay Başkanı Kemal Paşa görür” cevabını almışlardı. Astsubay önde onlar arkada uzun koridorlardan geçip nöbetçi subayın odasına gelmişlerdi. Nöbetçi Subay bir binbaşıydı. Oturmalarını söyleyen Binbaşı, yorgunluktan koltuklara adeta yığılan ikiliye, dönerek ağacı ve yolun durumunu sormuştu. Anlattıkları şeyleri dikkatle dinlemiş, çıkardığı bir kâğıt üzerine ağacı ve yolun krokisini çizip mesafeleri ayrıntısıyla yazmıştı. Çınar’ın köy içinde kaldığını da özellikle not ederek, görevli astsubaya misafirlere bir şeyler ikram etmesini söyledi.

İkram edilen çayları içen çınar fedaileri biraz olsun sakinleyip kendilerine geldiklerinde odaya dönen Binbaşı, onları sonunda Kurmay Başkanına yönlendirmişti. Bitmek bilmeyen koridorlardan yürüyerek bir başka bölüme geçtiler. Burada onları bir Yarbay karşılamıştı. Vaziyeti olduğu gibi Paşa’ya naklettiğini birazdan kendilerini içeri kabul edeceğini söylemişti. Derken Yarbay’ın masasındaki ışık yanmıştı. Muhteşem bir odada oturan paşanın rütbesi orgeneraldi. Başlarından geçenleri tüm ayrıntısına kadar anlatmışlardı bir çırpıda. General ayağa kalkarak, Fatih Sultan Mehmet’in ünlü söylevi “Ormanlarımdan bir yaş dal kesenin başını keserim” ile söze başlamıştı. “–Oğlum sizin Koca Çınar’ınızın etrafından biz ve NATO Subayları saygıyla geçeriz. Bu bize onur kazandırır” demişti. Sevinçten gözlerinden yaşlar süzülen adalıları takdir eden paşa, ilgili komutanı aratarak gerekli emri vermişti. Böylelikle yaşı yüzyıllara dayanan ‘Koca Çınar’ kesilmekten kurtulmuştu...” Anlatırken günümüzle karşılaştırdığımızda masalmış gibi görünen bu olay gerçekten yaşanmıştı.

Yazacak kelimelerim tükendiğinde nefes almak için giderim uzaktaki Ada’ma... Kış mevsimini daha fazla severim tenhalığından sebep. Adayla ve kendimle konuşur, huzur bulurum sessizliğinde. Gemiden indiğimde heyecanla adımlarım taşlı yollarını. Koca Çınarın altından geçerken de daima bu hikâyeyi anımsarım. Gerçek anlamda muhafazakârlık nedir diye kendime sorduğumda. Din temelinde düşünülen bir tanım olsa da, kendi doğasına kültürüne sahip çıkmak, tüm değerlerini muhafaza etmektir benim için muhafazakâr olmanın karşılığı. Marmara’ya her gidişimde acaba bu sefer ne ile karşılaşacağım endişesi taşıyorum uzun zamandır. Gövdesi zayıflayan ve Anıtlar Kurulu’nca kesim kararı çıkarılan Koca Çınar’ın bir zemheri fırtınasında yeri göğü inleterek devrildiği haberi ile sarsılmıştık yeni yılın ilk günlerinde... 

 

Koca Çınar, 17.12.2017 H. Can Yücel arşiviKoca Çınar, 17.12.2017 H. Can Yücel arşivi

 

Oysa Koca Çınar’ın gölgesinde bir zamanlar, avdan dönen Alamana Kancabaşları felekler üzerinde dinlenir, Kasap Fikri(Erbil) denize doğru inen dalına astığı hayvanları burada keserdi. Mezarlık önündeki kumsalda ve Karataşlar sığlığında avlanan su samurları, çınarın az ötesindeki tuzlu balık mağazasının tahta iskelesine kadar sokulurdu gece karanlığında. Çıraların aydınlattığı sahilde, çavelalarla tonlarca kolyoz taşınmıştı Bircan’ın tuzlu balık mağazasına. 1906 yılı Pandelidis ailesinin yaptırdığı Rum kız okuluna da tanık olmuştur bu ulu çınar, 77 yılı Marmara Lisesinin açılışına da. Çocuk cıvıltılarının eksik olmayacağı bir mahal olagelmiştir Hükümet Caddesi bundan sebep. Adada çekilen, başrollerini ise Faruk Peker ve Bahar Öztan’ın paylaştığı ‘Sonsuz Kaçış’ adlı Türk Sineması’nda da görünür Koca Çınar... Yanı başında temsili açılış töreni yapılan çocuk parkında ne çok oynamışımdır diğer adalı çocuklar gibi. Milli bayramlarda geçit töreni icra eden okul talebeleri ve idealist öğretmenlerin rehberliğinde uygun adımlarla geçilmiştir önünden defalarca bu anıt ağacın. Şimdi ise ne oyun parkı vardır burada ne de çocuk sesleri. Yaşam döngüsü içinde kuruyup düşen yaprakları gibi, nice ada yüzlü insan geçip gitmiştir önünden sonsuzluk bahçesine omuzlar üzerinde...

İnsanlar da ağaçlar gibidir aslında. Yaprak dökümü gibi peşi sıra takılıp giderler sağır karanlıklara... 24 Ocak’ta bir asrı deviren Girit Mübadili Şerifaki Hüseyin Organ da devrilip gitmiştir Koca Çınar gibi ansızın. Ne kara gündür ki hayata gözlerini yuman bir başka koca çınarla daha sarsılmıştır tuzlu suyla çevrili hayatlarımız. Marmara’dan Heybeliada’ya uzanan öyküsünde, demir almıştır son limandan Hora’nın cefakâr Kaptanı Kâzım Yalçın sessizce. Rüzgârda savrulan yapraklar gibi izleri kaybolmasın diye, yitirilen her adalı değerin ardından ağıt yakmaktansa, bir çınar dikmeli kök saldıkları bu topraklara...

Kimilerine göre yol ortasında bir engelden ibaret olan ve yıkıldıktan sonra alelacele kökleri sökülüp boşluğu sevimsiz taşlarla doldurulan Koca Çınar’ın yerine de bir fidan dikilmeliydi diye düşünürüm o günden beri...

Kaynakça: İsmail Mersin, Rafet Pala, Hüseyin Organ, Hilmi (Bico) Kırık anlatımları. Ahmet Enön’ün “Marmara Adası’nın İnsanları” adlı eserinden ve Dinçer Bayer’in Türk-Yunan İlişkilerinde NATO’nun Tutumu ve Bunun Türkiye-NATO İlişkilerine Yansımaları adlı Doktora Tezinden yararlanılmıştır.

Fotoğraf katkısı için Nurgül Erçin’e ayrıca teşekkür ederim.

 

 

Son değişiklik Perşembe, 06 Şubat 2020 00:19
Yorum yapmak için oturum açın