Ramazan ayındayız, ne güzel bir aydır Ramazan. Ben de kendimce bir şeyler paylaşmak istedim.
"Kuşların İbadeti" başlığı atmamın birden çok sebebi var. Öncelikle son zamanlarda kuşları izlerken bende birçok düşünce uyandırdı, o nedenle yazıyı onlara ithaf ettim. Serçe önce yere kondu, oradan uzakça bir ağaca uçuverdi, fazla oyalanmadan bir başka dala sıçradı, oradan da karşıdaki evin ikinci kat pencere pervazına. Ve o serçenin hareketleri ile orantılı yediklerini düşündüm. Bu kadar sade bir yemekle ne çok hareket ediyor ve hiç de yüksünüyor gibi görünmüyordu yaşantısından. Üreme programı ve ruh halinin durgunluğu ile sürekli melodik sesler çıkartıyordu. Martılara baktığımda kafalarının hiç durmadan sağı solu taradığını, en gelişmiş mobese kameralarından daha aktif bir hareketle yiyecek aradığını, güvercinlerin yuva yapmak için topladıkları çalı çırpıyı, kargaların zekice, diğer kuşları gözleyip onların bulduklarından ne koparırlarsa kar sayar gibi baktıklarını.
Sabahları güne başlarken ve akşamları gün batarken birlikte çıkardıkları sesler onların ibadetleri diye okumuştum bir eserde. Bir evlerinin ve düzenli temin edebildikleri yiyecek içeceklerinin olmayışı, hava şartlarına rağmen sağlıklarında bir eksik ya da yiyecek aramada bir tembellik görememem onlar hakkında uzun uzun düşünmeme neden oldu. Neydi bu tevekkül hallerinin sırrı ve nasıl oluyordu da bizler ortada yiyecek bir şey göremezken onlar her gün beslenmelerini tamamlayabiliyorlardı. Yiyecek koyduğum anda birkaç kuş türü kendi sırasıyla ona bir şey var mı diye her defasında üşenmeden canıma konuyorlardı. Bir işçi bu farkındalık ya da dikkate sahip olsa her zaman el üstünde tutulurdu sanırım. Ancak onlar için içgüdüleri ile hareket ettikleri ve bilinçsizce doğanın programını uyguladığı söylenir. Konu üzerinde düşünülmeye gerek duyulmadan sonuca bağlanır. Nedenini biliyoruzdur artık (!)
Müslümanlıkta "Çobanın İbadeti" diye bildiğimiz bir hikaye dinlemiştim. Sanırım her dinde de bir başka anlatılış şekli mevcut. Ancak en güzel anlatımlarından birini Lev Tolstoy yapmış. Hristiyanlık üzerinden ama hikayelerdeki ana fikir bire bir aynı ne hikmetse. Yani gerçek TEK'tir der gibi.
Hikayeye göre bir metropolit bir gemiyle bir yerden bir yere gitmektedir. Gemide köylülerin kendi aralarındaki konuşmalarından yakındaki bir adada üç adamın nefislerini arındırmaya çalıştıklarını ve tüm insanlık için Allah'a dua edip durduklarını duyunca onları tanımak ister ve bir şekilde adaya iner. Adadakiler sadece çalışıp kendilerini beslediklerini söylerler. Peki nasıl Allah'a ibadet ettiklerini sorunca " Deriz ki siz üçsünüz biz de üçüz, bize merhamet edin". Metropolit: "Belli ki teslis inancına dair bir şey duymuşsunuz ama çok yanlış anlamışsınız " der ve onlara " Ben kafama göre konuşmayacağım Allah'ın kitabında ne yazılmışsa O'nu kendi sözleriyle size anlatacağım" der ve başlar dualar öğretmeye, ezberletmeye. Kendi samimiyetini ve bu o güne kadar gece gündüz gösterdiği çabayı bilen metropolit en doğrunun kendi bildiğinden emin saatlerce üç ihtiyarı dinen doğru öğretilerle kuşattığı inancının huzuru ile gemiye döner. Ancak gece güvertede dururken, denizin üstünde kendisine koşarak geldiklerini gördüğü adamlar gemiye çıkıp "Çok özür dileriz Allah'ın sevgili kulu biz duayı nasıl edecektik unuttuk. Lütfen tekrar öğret bize" dediklerinde, ihtiyarların ayaklarına kapanarak " Sizin duanız Allah'a ulaşır lütfen siz, biz günahkarlar için dua edin" der.
Youtube hikayeyi kendi eserinden dinlemek isteyenler için.
Auguste Comte, sosyolojinin babası olarak bilinir. Kendi tanrısız dinini yaratma çabası içine girmeden önce bilimin her dalından dersler almış, kralcı ve koyu dindar bir ailede doğarak uzun yıllar gözlem yapmış, yaşamı türlü başarısızlıklar ve isyanlara sahne olmuş bir düşünür. Bütün bu aydınlanma savaşının içinde en önemli gördüğü şey, içinde Tanrı barındırmayan bir din kurabilme hayali olmuştur. Bana da öyle doğru gelmişti ki bu düşünce, bende kendi din anlayışımı sorgulamıştım ve bu sayede inandığım Muhammet Peygamberimi dinin içinden çıkarıp, çıplak olarak sorgulama imkanını bulmuştum. Comte'yi bütün dünya ' Üç hal kanunun' temsilcisi olarak tanır. Bunu yazmalıyım çünkü çok önemli bir evrimsel gelişmedir.
- Teolojik aşama
- Metafizik aşama
- Pozitivist aşama
İnsanların sorgulamadan kabul ettikleri bir inanma sisteminden, anlayamayacak kadar büyük bir matematik düzenini idrak etmeye başladıktan sonra ne yapma bilinci ile her şeyi farkındalıkla yapma evresine geçebilmeleri gerekliliğini anlatmak istemiştir. Kendi isteği olarak mezar taşına şunlar yazdırmış: “İlke olarak aşk, temel olarak düzen, amaç olarak ilerleme.” Bence de bu sözlerin üzerinde düşünülmelidir.
Yıllarca korku ve baskı hissettiğim, içinde doğduğum dini ilk gençlik yıllarımda terk ettim. Çünkü bu kadar adaletsiz bir Yaratıcıya inanmak, bu kadar baskı ve korku unsuru oluşturan ritüellere zaman ayırmak, bu kadar bencilce düşünebilmek çok fazla ruhumu sıkıyordu. Baştan cehenneme razı oldum ve hayatımı kendi bildiğim gibi yaşama kararı aldım. Aldım ama bu durum da beni çok zorladı. Sanki bir yerlerden kopmuş, yapayalnız kalmıştım. O da olmadı. Yanlış kabul edilebilecek davranışlarımdan doğan bir vesileyle, inanan bir kadına rastladım. Özgürce, kendi gibi, hiç kimseyle aynı diyemeyeceğim ama bakınca davranışlarında en mümin insanın izlerini gördüğüm bir kadın. Sadece şekil olarak toplumun inanan kesimine benzemeyen bir kadın. Ruhunda aşkı gördüğüm, her iş ve davranışı düzen içindeydi, sürekli sorgulayan ve yeni bir şeyleri hemen hemen her gün zihnine yerleştirmeye çalışan bir kadın. Auguste Comte'nin tüm söylediklerine harfiyen uyan bir yaşama sahip bu kadın Allah'a da inanıyordu. Hiç birimizin inanmadığı gibi. Sadece kendi gibi inanıyordu. Çünkü o da o yolu kendi bulmuştu. Rehberi kendi içinin derinliklerinden gelmişti.
Bu fikir bana iyi geldi. Evet benim de içimde Yaratıcıyı bulabileceğim birçok işaret ve kolaylık vardı. Öncelikle, kendinde Allah'ı bulan ve insanların peygamberi sıfatına sahip olan bu dinin peygamberini anlamaya karar verdim. Okuduğum dini kaynaklar beni hiç tatmin etmedi. Sonraki okuduklarım arasında Auguste Comte'nin düşünceleri onu bulmam ve tanımam için daha büyük bir kaynak oldu. Dünyanın en büyük sosyoloğu kim deseler şüphesiz Muhammet Peygamber derim. Onu son Kitap'tan ve bilimden edindiğim bilgilerle araştırıp buldum. İçimde sevgi ve hayranlıktan başka bir yeri yok.
Hayatımız Lev Tolstoy'un anlattığı hikayedeki Metropolit gibi insanlarla dolu oldukça da asla gerçek inanç şeklimizi bulamayız gibi geliyor. Neden mi?
Geçenlerde telefonum çaldı, arayan Pınar Delen Satıoğlu'ydu. Burgazada'da bir köpek barınağa bırakılmak zorunda kalacakmış, köpek ya ölür ya öldürür zorluktaymış. Bana bakıp bakmayacağımı sordu. Ayda da 400 lira veriyorlarmış. Sadece sabah akşam dolaştırmam için. Hemen atladım. Çocuklara eğlence ve ek gelir diye düşünerek. Köpeğin sahibi çok yorulmuştu ama köpekten değil, insanların çözümsüz şikayetlerinden. Her beş kişiden rahatlıkla dördü "Bu köpek dengesiz, uzak tut benden" diyordu. Yani iş küçük kızlarımızı aşıyordu. Durum o ki iş benimdi. Birkaç gün sahibiyle birlikte gezdirdik. Köpek onun üzerine binmiş çok ağır bir yüke dönüşmüştü. Vicdanı, aklı ve insanların güvenliği ile kendi huzur bulma duygusunda sıkışmış kalmıştı.
Benim için düşünüyorum da ne iyi bir işti. Ohoooo köpeği barınaktan kurtaracaktım, canlıları köpeğin hışmından kurtaracaktım, sahibini köpeğin çıkaracağı sorunlardan kurtaracaktım, yemek masasına bir tabak yemek koyacak para kazanacaktım. Ben ne iyi ve ne başarılı bir iş yapacaktım. Bu şekildi işte. Comte'nin birinci aşaması. Oysa bu işte en karlı ben çıkacaktım sabah ve akşam doğa yürüyüşleri yapacak, sağlıkla zihnimin derinliklerine yolculuk yapacak zamanım olacaktı. Çocuk mu, yetişkin mi yoksa yaşlı mı olduğumun önemi olmayan bir duygu dünyasına adım atacaktım. Üstelik yol arkadaşım bu konuda uzmandı. Dikkati ve ilgisi dünya halleriyle engellenmemiş, dünyaya geldiği ilk günden beri açık algılarını yitirmemişti. Bir köpekti ama aslında aydınlanmam için ayağımın çarptığı bir taş niyetine gönderilmiş bir araç. Comte'nin ikinci aşamasıydı. Bundan sonraki aşamada köpeğin toplumla uyumu için bilgiyi, bilim insanlarının bilgi birikimlerinden elde edip, uygulama aşamasına geçmek kalıyordu ki bu da Comte'nin üçüncü aşamasıydı. Köpeği dolaştırırken insanlardan bazılarının bana bakışlarından okuduklarım "Ne işgüzarsın, bu köpek hala bu adada mı verin gitsin, işin mi yok, köpek olarak sevmeye layık bunu mu buldun, neden buradan geçiriyorsun bu köpek benimkine saldırıyor anlamıyor musun, bir iş sayılmaz bu uğraş..." Az da olsa sevgi duyan, takdir eden, hayranlık duyanlar da oldu. Bütün bu düşünceler pozitif de negatif de olsa önemli olmamalıydı. Bizde bir söz vardır çok kullanırım: "Sen o işi yapana değil yaptırana bak". Yani gözünü kaynaktan ayırma ki gerçeğin hikmetine ulaşasın. Ancak benim ihtiyacımı benden iyi bilen Rabbim sadece bir duama cevap olarak bana o köpeği görevlendirmişti. Ben maraton koşusu sırasında kendimi yetersiz bulmuş, bunca yıllık adalı olarak adada yaşamanın nimetlerini kullanmayarak üzülerek biraz da utanarak adanın hakkını vermediğimi görmüştüm. Bu yıl iyi hazırlanabilmeyi ve tüm parkuru layıkıyla tamamlayabilmeyi dilemiştim. Bunun için her sabah kalkıp erkenden ada turu yapmam, damarlarımı ve kilomu bu koşu için hazırlamam gerekliydi. Her sabah yaklaşık sekiz bin adım atıyoruz Efe Köpekle. Tabiat kuş sesleri, rüzgar uğultusu ile bize eşlik ederken, yeni insan arkadaşlar, yeni yol keşifleri, yeni bitki lezzetleri de eminim hayatımın en zengin varlığını oluşturuyor. Sonuçta ben Efe'den çok daha fazla kar ederken, başkalarına olan katkım için devede kulak kaldı diyebilirim. Burada Comte'den ayrılıp Muhammet Peygamberimin bana anlatmak istediği Yaratıcıya yöneliyorum. Bu nedenle "Para ile iman kimde bilinmez" ata sözüne uymak en güzeli. Saklayalım ikisini de. Bu herkes için erdirici olur. Yoksası Metropolitin düştüğü durum gibi olabilir. Etrafımız metropolitin bu hikayedeki bilgeliğiyle dolu insanlarla örülüyken iç sesimizi duymamız çok zor. Ramazanı anlamamız da.