Cuma, 01 Mayıs 2020 22:56

Adalar'ın virüsle imtihanı

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

İçinde bulunduğumuz durumu kısaca anlat derseniz, size şöyle özetleyebilirim:

İklim değişikliği, doğal kaynakların kirletilmesi, endüstriyel beslenme teknikleri, şehirlere yığılma, vs. vs. sıklıkla söylendiği gibi insanın dünyayı değiştiren bir güç halini aldığını gösteriyor. Bu diğer canlılar gibi insanı da tehlikelere açık hale getiriyor.

Yalnızca virüslerin değil, mikroplar, bakteriler, başka canlıların yaşamları da köklü bir şekilde değişiyor. Bazı türler hızla yok oluyor. Doğal hayatın değişikliğe uğraması yalnızca insan olmayanların değil, insanların da hayatını tehlikeye sokuyor. Doğanın da, geçmişte zannedildiği gibi pasif bir varlık olarak değil, etkin bir fail olarak insanın yaşamına etkide bulunduğu anlaşılıyor...

Bu gözlemi yapmak için yakın çevremizin yaşadığı değişime bakmamız yeterli. 40 sene öncesine kadar Marmara Denizi'nde 150 çeşit balık yaşıyordu. Yalnızca Moda'daki Saint Joseph Lisesi'nin Doğa Müzesi'ni ziyaret etseniz, bundan yüz yıl önce, Hasanpaşa-Kurbağalıdere havzasında, Havagazı Fabrikası'nın varlığına rağmen, onbinlerce kuş, balık, böcek çeşidinin burada yaşayabildiğini, türünü devam ettirebildiğini görüyoruz.

Oysa, modernleşme sürecinde şehri binalardan, yollardan ibaret olarak görmeye başladık. Hazırlanan planlar yalnızca imar üzerine oldu. Yönetim paradigmasını ilkel saydığımız topluluklarda asla olmayan yıkıcı, yok edici bir büyüme ideolojisi belirledi.

Adaların durumu

Şimdi gelelim konumuza. Adalar'ın durumuna.

Bir kaç cümle ile ne tartışmak istediğimi ifade etmeye çalışayım:

Bir: İstanbul gibi bir şehrin çok özel bir durumu var. Şehirle ilişkisi dikkate alınmadan Adalar'daki değişim anlaşılamaz.

Bugün Türkiye vakalarının yarıdan fazlasının olduğu İstanbul'da Covid-19 gelecekte hayatın bir gerçeği halini alabilir. Bu çok uzak olmayan bir ihtimal. Üstelik sırada başka afetler de var. Hangisini isterseniz.

Ama şimdiki üzerinden gidelim: Geçmişteki pandemilerin birincide değil, ikincide, üçüncüde asıl yıkımı yarattığı görülüyor. Bu modelle bu salgın yönetilemez. Küçük bir hatırlatma: Yaz sonunda tekrar vakalar, vefatlar kat kat artış gösterebilir. Yazın rehavetine kapılan, önlemleri gevşeten Adalar hazırlıksız yakalanabilir.

İki: Bugünkü koşullarda Adalar düşük yoğunluklu nüfus yapısıyla daha güvenli bir yer gibi gözüküyor. Ancak hemen yanı başında uzaklara gidemeyen milyonlarca insanın yığıldığı bir yere ve bir pandemi merkezine dönüşebilir.

Üç: Yaşanan kriz yalnızca sağlıkbilimsel önceliklerle yönetilemez. Bunun altını çize çize anlatmalıyız. Hayat çok daha karmaşık, çok daha fazla incelik, boyutla bakmayı gerektiren bir şey... Bu segmente olmuş, nesneleştirici yönetim modeli Adalar'daki en büyük sorun. Tıpkı depremlerde olduğu gibi. Dayanıklı bir yaşam alanının yönetimi çok boyutlu olmak zorunda.

İstanbul’un özel durumu

Birincisinden başlayayım: Nedir İstanbul'un özel durumu?

İstanbul'da kimi yerlerde km2'ye düşen nüfus 100.000 kişiye yaklaşıyor. Bu dünyada bir kaç yer hariç, eşi benzeri olmayan bir durum. Şehrin nüfusu dar bir alana sıkışmış vaziyette. Dünyadaki benzeri büyük şehirlerde genellikle nüfus çok daha geniş bir alana yayılabiliyor.

Marmara bölgesinin 2017 sayımına göre nüfusu 24 milyondu. Bunun 16 milyonu İstanbul'daydı, kalan 8 milyonu geriye kalan 10 ile. 11 ilin yüz ölçümü yaklaşık 71 bin km2.

Bu bilgiyi İstanbul Araştırmaları Merkezi Direktörü Prof. Dr. Murat Güvenç ve arkadaşlarının hazırladıkları İstanbul ve Marmara Bölgesi için nüfus yoğunluklarını gösteren haritalardan aldım. Güvenç haritasında bunları yüksek yoğunlukludan aşağıya doğru sınıflandırmış. Dünyada eşi benzeri olmayan şey şu: İstanbul'un ise yalnızca bin km2. Yani bu kadar nüfus yetmişte birinde yaşıyor. Kimi yerde km2'ye 40 kişi de düşebiliyor. Yani ortalaması şu: Km2'ye 1600, hektara 160 kişi. Bir futbol sahasına 10 takımın yerleşmesi gibi. İstanbul'un bir topuklu ayakkabının topuk ucu gibi bir bölümü var. İstanbul'da vaka sayısının en yüksek olduğu yerler "sosyal mesafe" denen şeyin olamayacağı, insanların sıkışık bir miting alanında bulunuyormuş gibi yaşadıkları yerler. Bu semtlerde yeşil alan yok. Hatta kamusal alanlar bile yok. İnsanlar üst üste yaşıyor.

Adalar’ın riski

Peki nedir Adalar'ın riski?

Bayram tatillerinde iskelelerde ezilenlerin bayılanların olduğunu gördük, çok yakın bir zamanda. Vapur sayısını azaltmak bir çözüm değil, tam tersine daha büyük bir risk. Peki ne yapılabilir? Bu verili duruma bakarak "hiç bir çare yok, ne başımıza geldiyse razı olmalıyız" mı diyeceğiz? Geçtiğimiz yıllarda yaptığımız tam anlamıyla buydu.

Ayrıca yerel ekonomi de bunun üzerine kurulu. Plajlar, kafeler, restoranlar, oteller giderek günübirlik gelen ziyaretçileri ağırlayacak şekilde düzenlendi. 100 yıl öncesinin yazlıkçı eliti, gemilerle, trenlerle Avrupa'dan gelip yazları bir ayını Büyükada'da geçiren ziyaretçileri yok.

Bunun yerini alan, alt gelir grubunda sayılabilecek günlük ziyaretçiler var. Bu ziyaretçiler çalışan nüfus olduğu için hafta sonları daha da artıyor. Bu ziyaretçi trafiği nasıl yönetilecek? Eğer kendi haline bırakılırsa Adalar nüfusunun büyük bir bölümü başka yerlere kaçacak. Yalnızca ziyaretçiler ve onlara hizmet eden bir nüfus kalacak.

Ne yapılmalı?

Üç: Peki ne yapılmalı? Cevabını girişte vermiş bulunuyorum.

Nasıl deprem afetine karşı arama-kurtarma ekiplerinin, sağlıkçıların, yardım sağlayıcıların yapacakları işlerin dışında da işler varsa, bu krizin yönetiminde de öyle. Eğer normal zamanlarda çok öncelikli, ilişkileri kurulmuş bir yerellik varsa, kriz yönetiminde bu yapı güçlenir. Yoksa, güçlü gibi gözüken ekonomiler bir anda çöker, perişan olur.

Yeni normalin ekonomi ile sağlık arasındaki bir denge ya da rekabet üzerine kurulacağını söyleyenler var.

Bu açıdan Adalar'ın elinde müthiş bir fırsat var: Şu anda Koruma Planları'nın Büyükşehir'le işbirliği içinde hazırlanıyor olması.

CHP lideri Kılıçdaroğlu, yönetimde oldukları belediyelere salgının yarattığı ekonomik krize karşılık yeni işlevler üstlenmeleri talimatını verdiğini açıkladı. Bu açıklamayı önemsemeliyiz diye düşünüyorum. Adalar Belediyesi bu talimatı bu süreçte nasıl dikkate alacak, uygulayacak bilmiyorum. Ama bu krizden önce de, yönetime bu konuda nasıl yardımcı olabiliriz diye çabaladığımızı, çırpındığımızı söylememe bilmiyorum gerek var mı?

Asıl kriz normale geçtiğimizde başlayabilir. O zaman krizin kaynağında manipüle edilen kamuoyu yer alabilir. Dr. Emrah Altındiş "kötümser veya iyimser olmak gibi bir durum değil, meselenin daha objektif bir şekilde yönetilmesi gerekir" diye ekliyor. "Enfeksiyonların sayısı bilmediğimiz bir yer İstanbul'dan dolayı kaygılıyım" diyor. Çalışan sınıflar her gün işe gidiyor. Aileleri ile birlikte tehlikeye atılıyor.

Şimdi, belki yıllardır konuştuğumuz planlama önceliklerini hayata geçirmek için çabalayabiliriz. Geç de olsa, hiç bir imkanı, koşulu, zamanı, kapasiteyi heba etmemek gerekir.

Bu yapılmadığı takdirde kısıtlamalarla süreç yönetilmeye çalışılır, aynı kültürel mirasın korunmasındaki bürokratik mekanizmaların çalışma biçiminde olduğu gibi. Bu tür kapalı uçlu bir yönetim tarzı bilgi yönelimli süreçler yaratmaz, şekilcileşir ve yönetimlerin kural koyma vasfını güçlendirmez.

Bu nedenle yerel yönetimlerin, yerel halkın temsilcilerinin rolü çok önemli. Merkezi yönetimle ilişkilerin kurulması, önceliklerin belirlenmesi ve kuruluşlar arasındaki bağların güçlendirilmesinde önemli bir işlev yerine getirirler.

Adalar'da örneğin:

  • Küçük üretimin deneysel ve esnek yapısını geliştirerek, yerel ekonominin kitle turizmi üzerine değil, nitelikli hizmetlere yönelmesi, kamu tarafından yaratıcılığın desteklenmesi.
  • Ekolojik bir onarım programı ve gözlem merkezi (Yetimhane) oluşturarak Adalar'ı alternatif bir yaşam alanı haline getirilmesi.
  • Yerel tarımsal üretimin desteklenmesi ve geliştirilmesi.
  • Kültürel mirasın korunmasının kamu tarafından desteklenmesi ve yerel ekonominin güçlendirilmesinde rol alması.
  • Manastır arazilerinin sahipleri tarafından yönetimi ve üretime katılması.
  • İnsan haklarının korunmasını, katılımı, eşitliği, dayanışmayı sağlayacak ağların, örgütlerin oluşturulması.
  • ...

Buna karşılık:

Sürdürülmekte olan plan çalışmaları kriz nedeniyle ertelendi. Oysa tam da şu anda, bu çalışmaların çok daha etkileşimli bir şekilde geliştirilmesi gerekiyordu. Şu anda İBB'nin planlama ile ilgili işlevlerini, bunların afet yönetimi boyutunda nasıl yeniden yapılandırılacağını gündeme alan bile yok.

Belki küçük bir çevre kendi arasında tartışıyor, ama galiba uygulama başka eylemsellikler gerektiriyor. Katılım yalnızca gönüllüler tarafından gerçekleştirilebilecek bir iş değil.

Son olarak geçici bir süre için ilan edilen giriş çıkış yasağı buna bir örnek. Bu uygulama ders çıkarmak için önemli.

Tıpkı doğal veya kültürel dedikleri varlıkların korunmasında yaptıkları gibi.

Asıl mesele sonrası. Bugün değil, ama bir ay sonra bu yasakçı-gevşetmeci modelin tam bir fiyasko olacağını, bu yöntemle bu sürecin yönetilemeyeceğini iyi anlatmalıyız, kamuoyuna. Kaybedecek zaman yok.

Şu anda yapılması gereken çok iş var. Bilmiyor olabilirler. Ya da onların zihinsel ve eylemsel dünyaları farklı olabilir. Kimse sorunu dile getirmiyor.

Hatırlarsanız Adalar Belediyesi, Büyükşehir'le planlama sürecinde bir işbirliği modeli geliştirmeyi hedeflemiştik. Planlama için bir Yerel Ofis açılacaktı (Büyükada İskelesi veya İSMEK binası düşünülmüştü.). Bunun şimdi tam zamanı.

Üstelik şimdi karşımızda bir örnek de var. Bilindiği gibi planların hazırlık sürecinde Beyoğlu Belediyesi Adalar Belediyesi ile aynı durumda. İmar planı şeklinde hazırlanan belgelerin şehirsel dinamiklerle, önceliklerle ilişki kurma kabiliyeti olmadığı için yöntem değiştirmeye karar vermişler. Bunun için boş durmayıp, bizim yıllardır önerdiğimiz gibi başka yapılarla ilişki kurmuşlar. BM Habitat örgütü ve British Council ile işbirliği yapmışlar. Projeyi Arup üstlenmiş. Caddeki mağazaların işlevlendirilmesinden yeni işkollarının geliştirilmesine, eğitimden yerel ekonominin güçlendirilmesine birçok konu arasında bağlar kurarak bu süreci çok aktörlü bir yapıyla yönetmeyi hedefliyorlar.

Adalar Belediyesi'nin de bu çalışmaya katılmasını dilerim. Ama bağımsız bireylerin, STK'ların da bu sürece ortak olması gerekli.

 

Son değişiklik Pazartesi, 04 Mayıs 2020 17:58
Yorum yapmak için oturum açın