Denizin üzerini incecik gri bir tül ile örten sis sakladı güneşin renklerini. Ne yeni açan erguvanlar, köşklerin damlarından sarkan mor salkımlar, ne dallara düşen minicik eriklerin yeşilleri ne de denizin mavisi. Yer, gök siyah ve beyazın bin bir tonu ile aydınlandı. Güneş her sabahki turuncu, kırmızıya inat bulutların arasında bulduğu aralıklardan parlak bir ışık gönderdi, buradayım dercesine. Renkleri saklı sesleri yoğun doğanın coşkusuyla martılar, kuluçkaya yattıkları damlardan bağırdılar. Kargaların gürültülü çığlıklarına, Nisan ayında Heybeliada'yı mesken tutan göçmen kuşlar cıvıltılarla katıldı.
Bir vapur düdüğü yankılandı, hemen ardından bir diğeri. Büyükada'dan kalkan Şehir Hatları vapuru ağır ağır uzaklaşırken bacasından çıkan duman asılı kaldı o griliğin içinde. Yanaşan emektar meslektaşı vapura yol verirken selamlaştılar.
İstanbul'un hemen karşısında, denizin ortasındaki içinde yaşam barındıran dört adaya yaptıkları düzenli seferleriyle. Büyükada, Heybeli, Kınalı, Burgaz. Şehirden bakınca "Adalar" diye tek bir toprak gibi nitelenen her adanın kendi şarkısı, kendi kokusu, farklı sakinleriyle başka başka yaşamların paylaşıldığı küçük kayalar.
Yüzyıllık tarihleriyle, Bizans imparatorluğunun hem sürgün hem manastırlarıyla kutsal inziva mekanları. Doğal içme suyu kaynakları ile Milattan önce bile balıkçıların doğal sığınağı Adalar.
Sandalların yerini yandan çarklı seferleri ile şirketi Hayriye vapurları alınca, İstanbul'un en gözde sayfiye mekanı olan Adalar. Gösterişli köşkleri, eğlenceli baloları, hamalların sırtına yüklü kışlık evden gelip dönen buzdolabı, eşyalarla açılan yazlıklar. Denizdeki uzun banyo sefaları. Kimi küçük bir sandalla balığa açıldı, kimi adalar arasında hatta Bostancı'ya yüzüp döndü. Akşam olup da işten dönenleri taşıyınca vapur özenle giyinip iskeleye inip karşılandı gelenler. Sofralar kuruldu bahçelere, denizin kenarına, konu komşu sohbetle yendi yemekler. Hele son vapur kalkınca ada iskelesinden kendiyle baş başa kaldı ahali. Çam ağaçlarının altları ada aşklarına kucak açtı. Ne şiirler yazıldı ne şarkılar bestelendi.
Kimi vapur hüzünle çaldı düdüğünü, Adalı azınlıklar tarihin üzücü sayfalarında unutulmasa da bir valiz eşyaları ile doğup büyüdükleri küçücük adalarına son defa baktılar güvertesinden göz yaşları içinde. Kimi vapur ise gururla çaldı düdüğünü, Heybeli Askeri okulundan mezun olan genç subayları uğurlarken tüm ada sahilde el salladı arkalarından. Cumhuriyet'in ilk yıllarına damgasını vuran en kapsamlı sağlık tesislerinden, Sanatoryum'da dönemin en zorlu hastalığı veremle savaşı kazanıp sağlıkla yurdun bir köşesindeki evine döneni taşıdı emektar vapurlar. Okulu asan gençler bir zamanlar omuzlarında taşıdıkları teypleri, şimdi kulaklıkları ile müzik dinlerken ellerinde piknik torbaları ile geldiler, kiraladıkları bisikletle yokuşları ter içinde zar zor çıkarken sokaklara yayılmış kedileri sevip, begonvillerin altında bir resim çektiler.
Ne ümitlerle gidip ne mutluluklar getiren bir vapur daha, düdüğünü çalarak ayrıldı ada iskelesinden...
#HeybeliadaGünlükleri