Cuma, 01 Mayıs 2020 23:00

Salgın Günleri

Ögeyi değerlendirin
(0 oy)

Yaşadığımız salgın günlerinde beni düşündüren bir konu üzerine sohbet etmek isterim.

Bu salgın biraz da kırklı yılların, bilimkurgu edebiyatının “altın çağı” denilen yılların kitaplarından okumuş olduğumuz salgınları hatırlatıyor. Genelde o kitaplarda, daha gelişkin bir uygarlığın dünyamıza musallat ettiği bir “şey” olarak yaşardık bu tür salgınları. Ya da uygarlığın ileri aşamalarında, kainattaki başka uygarlıklarla karşılaştığımızda başımıza gelebilen felaketlerdi. Heyecanla okur ancak başımıza gelebileceğini aklımıza getirmezdik.

Sonra bu “altın çağ” bitti. İkinci Dünya Savaşı sonrası bilim ve iletişimin aklımızın kavrayamadığı katlamalı artışı yaşanmaya başladı. Geldik bugünlere. Artık hemen hiçbir şeyi çok anlayamadan benimseyip yaşamımıza, çoğunlukla bedenlerimize de sokuyoruz. Buna da pek itiraz şansımız ve galiba isteğimiz de yok.

Yine bilimkurgunun sözünü ettiğim dönem romanlarının çoğunda, “umut” olarak isyan eden bir “toplumdışı” grup olurdu. Çoğunlukla yeraltında izlerini kaybettirir, giderek, güçlenir ve hâkim düzene saldırırlardı.

Geçen gün gözüme çarpan bir haberde, doğru mu bilemiyorum ya, bir yerlerde bir grup genç, korona virüsü bulaşmış olabileceğini düşündükleri yerleri yalıyor ve sonra da gördükleri yaşlıların yüzlerine tükürüyorlardı. Sanıyorum kurmaca bir “haber”di, ama bana yukarda yazdıklarımı hatırlattı ve aşağıda yazacaklarımı tetikledi.

Başlangıcı çok uzattım, artık tartışmak istediğime geleyim:

Bu salgınla mücadele yolu olarak temelde evlere çekilmeyi ya da evde kalmayı yeğledik. Başka bir yol bulamadık, bilmiyorduk, hazırlıksızdık... Her neyse.

Bu “mücadele” biçimi “sınıflarüstü” oldu, “ulusüstü” oldu, “cinslerüstü” oldu. Yani herkesin kabullendiği bir yol oldu. Sol politikalar da bunu istedi ve önerdi, sağcılar da. Sivil toplum yapılanmaları, tutucu iktidar yapılanmalarına, yeteri hızda sıkıyönetim, olağanüstü hal, sokağa çıkma yasağı uygulamasına geçmedikleri için tepki gösterdi. “Aktivistler” “sosyal mesafe” milisliği yapmaya başladı, “uymayanları ihbar etme” hatları ya da sosyal medya ağları oluşturuldu vb.

Sonuçta, bu hazırlıksız yakalandığımız “Kırmızı Pazartesi”ye karşı, yaşamak için bu yaptıklarımızın hepsi de anlaşılabilir şeylerdi. Daha doğrusu yapabileceğimiz başkaca bir şey de bilmediğimiz için, “yapabileceğimiz” tek şey olarak aldık kabullendik.

Geldiğimiz noktada artık komşular selam bile vermekten kaçınır oldu. Bırakalım “sosyal mesafede” bir dayanışma gülümsemesini, ya da gereksinene el uzatmayı, her şeyi internet üzerinden yapmanın yollarına kafa yorar olduk. Dedik ki, “testi pozitif olan bir tanıdığa, bir tas çorbasını bahçesine bırakırım”, “ihtiyaç sahipleri için para veririm, birileri onlara götürür, bahçelerine bırakır...”

O “birilerinin” kimler olacağı ayrı bir soru, yine bilimkurgunun altın çağının yapay zekasız robotları mı ya da “ötekiler mi”? Daha da önemlisi, bu salgından sağ çıkınca kimlerle selamlaşacağız? Kimlerle yanyana yürüyeceğiz? Kimlerle 8 Mart’ta kadınlarımızın her tür saçmalığa karşın “umudun azaldığında bu akşamı düşün” dedikleri yürüyüşte buluşacağız? Kimlerle 1 Mayıs’larda meydanlarda olacağız? Kimlerle diğer “değerli”, “kutsal” günlerde buluşacağız?

Elbette yaşamak birinci önceliğimiz ama bunca yıldır üzerine titrediğimiz dayanışma, adalet, eşitlik duygularımız ne oluyor? Yarın olursa eğer, bugün ısrarla öne sürdüğümüz “sokağa çıkma yasağı” çağrılarımızı, kimileri çok güzel kullanmayacaklar mı? Karşı çıkarsak eğer, toplum, 2020 Mart, Nisan günlerinde... diye hatırlamayacak mı?

Biliyorum, peki nedir önerin diye sorulacak. Ama aklım, zekam bu kadarına yetiyor. Hatırlatmayı borç biliyorum. Yaşamak çok önemli ama buna eklemlediğimiz davranış biçimlerimiz, sözlerimiz önerilerimiz ne kadar doğru?

Eğer yarınlar olacaksa ki olacak, bugünden miras olumsuzluklarla çok uğraşmak zorunda kalacağız.

Belki virüs unutulacak ama yaşadıklarımız değil...

Son değişiklik Pazartesi, 04 Mayıs 2020 17:58
Yorum yapmak için oturum açın