Türkiye Ermenileri en az rahmetli Patrik Mesrop Mutafyan kadar yeri doldurulamaz, önemli din adamı; Patriklik Ruhani Meclis Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan’ı kaybettiler. Ve ne yazık Mutafyan gibi o da benim dostumdu. Hem de çocukluğundan beri tanıdığım ve sevdiğim bir dost. Din adamı olmadan önceki adı olan Aret’ti o benim için.
Ben dindar bir insan değilim, hatta dinsiz bile sayılabilirim. Özümde Hristiyanım, yani öyle doğdum ve kimliğimde öyle yazıyor. Ama hiçbir kuralı beni ilgilendirmiyor. Başka dinlerin kuralları da ilgilendirmiyor tabii. Ki Totemcilikten başlayarak, İslamiyet dahil tüm dinleri oldukça iyi bilirim. Öğretmen okulu sınavlarındaki derslerden biriydi ve de vaktinde epey kök söktürdülerdi bize. Kuran’daki sık okunan sureleri hem Arapça hem Türkçe olarak bilirim, ezbere okurum. Dinleri bu kadar sıkı inceledikten sonra, yaşım ilerledikçe dinsiz olmayı tercih ettim. Ateist değilim yani adı ne olursa olsun, bir yaratıcı gücün varlığı mantığıma uygun geliyor. Ayrıca dua da ederim, manevi yanım oldukça güçlü. Ama Allah’ın insanlara kurallar buyurduğuna, şartlı şurtlu kitaplar yazdırdığına inanmıyorum.
Tüm bu açıklamaları neden yaptım? Benim yapımdaki bir insanın bir din adamına duyduğu yakınlığın ve koşulsuz sevginin dine yatkınlıktan dolayı olmadığına inandırmak için. Son günlerde bu eve kapanma durumu iyice laçka etmişti sinirlerimi. Bir de elektrik arızası sıkıntısı yaşadım bu arada, az buz değil 24 saatten fazla elektriksiz kaldım. En korktuğum ilkellik. Bir anda günlük hayatta varlığına dikkat bile etmediğin ve alışık olduğun en basit ihtiyaçlar giderilemez hale geliyor.
Mesela; telefonun şarjı bitti, sular akmaz oldu, kombi durdu ev kısa sürede buz gibi oldu, el fenerinin pili bitti, saçma sapan süs mumlarının hepsi tükendi, televizyon yok, hiçbir şey yok, uykun da yok… Eee? Ne yaparsın? Pencereden diğer ışıl ışıl evlere bakıp iç geçirirsin –yalnız bizde ve yandaki binada yok- yani ciddi onarım lazım. Bilmem kaç saat sonra sözde arızayı gidermek için gelen ve hâlâ nereden kaynaklandığını bulamayan adamlara söylenirsin. Buzlukta eriyen yiyeceklere hayıflanırsın. Kâbus ki ne kâbus. Ağlayacak raddelere gelip, yalnızlığına lanet ederek binbir zorlukla uyur ve ertesi sabah umutla uyanıp bakarsın ki olay kâbus değil gerçekmiş ve de hiçbir şey değişmemiş.
Buzlukta iyice erimeye yüz tutmuş ne varsa bir çantaya doldurup, yan sokaktaki kardeşimin evine götürdüm. Önce telefonumu şarja koydum, sonra onunkileri yana itip buzlukta yer açtım, her şeyi yerleştirdim ve tam oturmuş rahat bir nefes alıyordum ki bizim kapıcı aradı ve ne dedi? “Abla, elektrik geldi.” Buyurun. Ben tüm dinsizliğime rağmen sıkça şükreden bir insanım. Allah kimseyi elindekilerden yoksun bırakmasın. Ama bunu idrak edelim diye de fukaranın eşeğini kaybettirip buldurmasın ikide bir yahu. Neyse eve dönüp, akan suyuma, çalışan buz dolabıma, yanmakta olan kaloriferime tam şükretmiştim ki o içimi yakan acı haber geldi. Demek beterin beteri hep var, madem ki ölüm var…
Onu gerçekten çok severdim. Efendi, kültürlü, kaliteli, entelektüel, yetenekli bir insandı ve de çok gençti, hiç yakışmadı ölüm ona, zaten hastalık da yakışmamıştı. Yıllarca çekiştirip durdular, bizim cemaat çağdaşlığı sindiremez, din adamı dediğin demode ve tutucu olmalı. O da Mutafyan gibi birkaç beden büyük gelirdi, katlanamadılar. Şimdi de herkes canciğer dostmuş havasına girdi. Sosyal medyada, tesadüfen yanında duran herkes boy boy resim paylaştı, destan destan yazılar yazdı. Zaten bu sosyal medya sayesinde herkes edebiyatçı kesildi ya neyse, konum bu değil. Ermenicede bu duruma uygun başka bir laf vardır ama Türkçede galiba ‘ölü sevicilik’ deniyor. Vaktinde Hrant’a da böyle yaptılar, Patrik Mutafyan’a da. Allahtan Luys TV cenazeyi naklen verdi de hiç olmazsa bu pandemi sevimsizliği nedeniyle katılamayanlar da belki biraz dua edebildi.
Bu arada söylemesem çatlarım, Hürriyet gazetesı ölüm haberini yazmış yanına da Erivan’daki, dünya Ermenilerinin ruhani lideri; Karekin Katolikos’un resmini koymuştu, bilmem fark ettiniz mi? Din adamı ya hepsi bir. Hatırlar mısınız? Birkaç yıl önce İstanbul’a gelmişti ve burada olduğu günlerden birinde de Feriköy kilisesindeki ayine katılmıştı. Ta Taksim’den başlayan bir araba konvoyu, korumalar, polisler ve de korkunç ötesi bir trafik vardı. Hiç unutmuyorum, o gün dışarılardaydım ve kuş uçurmayan polislerden birine neler olduğunu sordum. İnanmayacaksınız ama “Abla Papa gelmiş onu koruyoruz” dedi ki koruma konvoyunun bir ucu Kurtuluş’tayken adamın bulunduğu araba daha Taksim’deydi. Anlatabildim değil mi bilgisizliği?
Neyse daha fazla hafifletmeden asıl konuma döneyim. Onu 80’lerde, Tbrevank’ta lise son sınıf öğrencisiyken tanıdım ki o yıllarda kardeşi Aren, Topkapı Okulu’nda öğrencimdi ama tanışmamızın nedeni o değil. Tbrevank’ın o zamanki müdürü Sevgili Hayk Nşan’ın (o da vakitsiz giden dostlardan) ricası üzerine okul müsameresi için bir oyun yazıp sahneledim.
Mümkün olduğu kadar çok kişiye rol verebilmek, hem Ermenice hem Türkçe konuşturabilmek, aksamaları kamufle etmek amacıyla farklı şiveler kullanabilmek için eski usul bir fotoğrafhanede, farklı müşterilerin girip çıktığı bir komedi çıkardım ortaya. Ama öğrencilerin hepsi erkekti doğal olarak birilerinin kadın olması gerekecekti. Kimi rest çekti, kimi aldırmadı ama çoğunluk pek hoşnut olmadı. Aret, lise III olarak biraz ağabey konumundaydı, hem seçtiğim ekibe tiyatroyla ilgili ciddi bir düstur çekti hem örnek olmak için atılarak “Ben olurum ne olacak” dedi ve herkesin rolünü kabullenmesini sağladı. Aynı zamanda okul korosunu yönetmek gibi ciddi bir görevi de olduğundan, ben biraz çekindim ama o büyük bir özgüvenle “Ben ikisini de yapabilirim” dedi. Çalışma boyunca bana yardım ettiği gibi sırf onun için yazdığım Fransız Madam Antuanet rolünü öyle bir oynadı ki sanki o tip can buldu. Kostümler için epey uğraştım ama o “Benimkini kendim hallederim” dedi ve sonuç inanılmazdı.
Hanım hanımcık, asil mi asil, tayyörlü vualetli şapkalı orta yaşlı bir tip çıkardı ve çoğu Fransızca olan replikleri kusursuz ezberleyip oynadı. Öyle iyiydi ki oyun komedi olduğu halde onu izlerken gözlerim dolmuştu. Hiç unutmuyorum, kostümlü genel prova günü, neler yaptığımızı görmek için eşim Arto Berberyan da gelmişti ve programın sonunda Aret için “Bu çocuğa dikkat edin, onda tiyatrocu ruhu var” demişti. Zira o, önceden giydiği o komik kılık ve makyajla, koro provasını öyle büyük bir ciddiyetle yaptı ki kimse tebessüm bile etmedi.
Yıllar sonra bir gün ona bunu hatırlatarak, “Keşke o yolda bir meslek seçseydin” dediğimde “Kilise törenleri de tiyatro seven birini öyle tatmin ediyor ki… Düşünsene kendine has kostümleri, dekorları, ezberlenecek tekstleri bile var” demişti. Ki benim tiyatroculuk yerine seçmek zorunda kaldığım öğretmenlik için düşündüklerim de aynıydı. Canım benim, her karşılaştığımızda öyle içten kucaklaşırdık ki kendi kanımdan bir yakınım gibi hissettim onu daima. Beğendim, takdir ettim, zaten ne kadar donanımlı bir insan olduğunu belirtmeme bile gerek yok. Onun için hep dua ettim ama ne yazık kader bildiğini okuyor işte.
Bundan da yıllar sonra beraberce bir filmde çalıştık. Bilenler anladılar. Yitik Kuşlar filmi, Nevşehir. Aslında oynamak için gelmemişti, filmin çok önemli bir sahnesi için Ürgüp Sinasos’ta (şimdiki Mustafapaşa) harabe halindeki bir Rum kilisesinin, döneme uygun ve işlevsel bir Ermeni kilisesi haline getirilmesine yardım edecekti. Bu konuda sonsuz bilgisi vardı ve kardeşimle birlikte işçilerle, merdivenlere çıkarak, çivi çakarak canla başla çalıştı. Paskalya ayini sahnesinde, her şeyi kontrol etti, oyuncuları çalıştırdı. Döneme uygun kilise kostümlerini ve birçok değerli kilise aksesuarını oralara taşıdı. Kurguda tüm dua sahnelerini kontrol etti… Bunca çabadan ve iyice işin içine girdikten sonra, bir anı kalsın diye hiç olmasa bir sahnede, figüran gibi şöyle bir görünmek istedi. Ve de şalvar giyerek, fes takarak kardeşim Boğos Çalgıcıoğlu’yla unutulmaz filmde hiç unutulmayacak bir sahne yarattı. Son yıllarda bir de Paros dergisinde kalemdaştık, iyi yazardı.
Ah güzel insan, ah canım dostum, hep annenle gittiğin o küçük tatil beldesine birlikte gidecektik hani… Ne yazık, içindeki çocuğu hep canlı tutan naif ruhun, erken yorulup yıpranan bedenine sığamadı ve uçtu gitti. Yolun ışık olsun. Unutulmayacaksın.