Yıllar önce bir konferansa katılmak üzere deniz yolu ile İstanbul’a gelen yabancı uyruklu bir öğretim görevlisi “Gemi gece vakti Boğazdan Marmara Denizine girince, gördüğüm o muhteşem manzaraya karşı dayanamayıp gözlerimden yaşlar boşandı” demişti bana.
Eşinin İstanbul’da Konsolos olarak görevli olduğu şehri adım adım gezen bir hanıma Adaları gezmesini önermiştim. Tüm Adaları ilgi ile teker teker gezdi. Prens Adalarının tarihçesini ezberlercesine okudu ve son ada gezisinin sonunda “Kınalıada dünya üzerinde küçük bir cennetmiş “ dedi bana.
Ne kadar şanslı insanlarız. Hem İstanbullu hem Adalıyız.
İnternette eski İstanbul’u yaşatan sayfaları zaman zaman iç geçirerek, zaman zaman da özlemle veya ciğerim yana yana defalarca izlerim. Tatlı bir hatıra sarar beni, doğduğum, adım attığım bu şehrin semtleri, denizi, evimiz, dükkânımız, okulum, eşimiz, dostumuz, sinemalar, tiyatrolar, ilk heyecanlar, ilk aşklar, gençliğim, evliliğim, her yerden tatlı bir nağme sarar gönlümü. Ya kabuk tutmuş yaralar, yaralayanlar.... İşte onlar çok yordular kalbimi.
İstanbul’un taşına toprağına sevdalı, nazına niyazına tutkun, içimde büyüttüğüm, içinde büyüdüğüm, yaş aldığım bu şehrin ayrı bir çehresini benimseyip yaşamak insana zor geliyor. Öyle bir ortam ki hem insan profili, hem de şehrin görüntüsü değişti sanki hatıralar kör bir kuyuya gömülüp kayboldular.
Zaman akıp gidiyor, ihtiyaçlar çoğalıyor, teknoloji, modern dünyanın getirdiği yeniliklerle her şey yeniden şekilleniyor ve biz bu yeni âlemde kaybolup gidiyoruz.
Çağdaş yaşama ayak uydurmamak mümkün mü? Adım adım medeniyet yolunda ilerlemeyen bir ülke geri kalmaya mahkumdur kaldı ki İstanbul büyük bir metropol ve koşar adımlarla gelişmeye devam ediyor fakat bu gelişme keşke eski medeniyetlerden miras kalan değerlerin, anıların yok olmasıyla değil de aksine muhafaza edilmesi ile olabilse. Avrupa ülkelerini gezdiğiniz zaman, onlar modern dünyanın göbeğinde yaşarken, medeniyetleri içlerinde barındıran şehirleri aynen muhafaza edip yanı başlarında yeni şehirler kurmuşlar. Kıskanıyorum doğrusu.
Prens Adalarının bir incisi birincisidir derim hep Kınalıada için. Nasıl demeyeyim, nasıl yazmayayım? Hayatımın en anlamlı yıllarını, mutluluğumu, kederimi, acımı onunla paylaştım. Kınalıada’m en ufak bir yara aldığında siz belki benim kızdığımı sanıyorsunuz ama bu doğru değil. Ben üzülüyorum, bir müddet belki insanlarına da küsüyorum fakat kin ve nefretle yoğrulmamış her insan gibi ben de çok geçmeden sevdama sarılıyorum: Ada sevdasına.
Evet Adalarda değişen çok şey var. Herkes Ada nostaljisi yapıyor fakat değişen Ada değil ki, değişen insanlardır. Zor durumda kalan Adalılar, çaresiz kalan da Adalar oldu.
Benim güzel Adam, serin denizi, insanı rahatlatan rüzgârı, yeşili, rengârenk çiçekleri, patileri, kuşları, börtü böceği, selâmlaşmaları, hâl hatır sormaları ile yine bu yıl bizlere kucak açtı. Yine yurt dışından Adalılar tatillerini geçirmek için, Adamızı, ada havasını ve çocukluk arkadaşlarını seçtiler. Tanıdığım birkaç kişinin yurda dönüş yapmak istediklerini de biliyor ve seviniyorum. Yazlıklarını Adalardan seçeceklerine eminim.
Bu yıl Haziran ayında günübirlik Adaları ziyaret edenlerle Adalara yapılan inanılmaz akın, bizi yıldırdı, şaşırttı, korkuttu ve çokça düşündürdü. Bu fırtına değil, tsunami idi, adeta inanılmaz yıkıcı bir güçtü. Sakinleşebilmemiz zaman aldı ve nihayetinde yeni bir güneş doğdu Adaların üstüne.
Tüm kalbimle, tüm güzel duygularımla, Adalardaki asayişi, güvenliği sağlayan, Belediye hizmetlerini titizlikle ele alan ve bu yolda sabah akşam durmadan çalışan değerli büyüklerimize ve emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Sevgili Adalı Dergisi okurlarım, Bizler İstanbul’da yaşayan Adalılarız.
İnanılmaz şanslıyız.