Adalar için kritik bir eşikteyiz.
Ya ayrıştırıcı söylemlerin, uygulamaların esiri olmaya devam edecek, ya da birlikte yapıp etmeyi, farklılıklarımıza rağmen tartışıp uzlaşabilmeyi ve ortak çıkarlar doğrultusunda çözüm geliştirmeyi öğreneceğiz.
Adalar’da son 40 yılın hakim eğilimi hep birincisi oldu. Sonuçta, bireyler de, kurumlar da içlerine kapandı. Dönem dönem bu fasit daireyi kırmak için çaba gösterenler oldu ama, bir süre sonra o girişimlerin sahipleri de hayal kırıklığıyla kabuklarına çekilmeyi tercih ettiler.
İçe kapanma demek, savunmada kalmak demek.
Ötekini dinlemeye, anlamaya çalışmamak demek.
Her türlü dedikoduya, iftiraya, suçlamalara kulakları açmak demek. Hatta giderek onun parçası olmak demek.
23 Haziran İstanbul seçimleri, İstanbul’da, Türkiye genelinde ve elbette Adalar’da, siyasetin ve kimliğe dayalı politikaların ayrıştırıcı diliyle tahkim edilen bu fasit dairenin kırılması için büyük bir şans yarattı aslında.
Çünkü seçimlerde ortaya çıkan tablo, ülkeyi kimlikler, kişiler, siyasi düşünceler üzerinden cephelere bölmeye çalışanlara verilmiş en güzel yanıttı.
Uzlaştırıcı, barışçı dil kazandı. Laf olsun diye değil, yürekten dile gelen, inandırıcı olan “ben hepinizin başkanı olacağım” ve “birlikte yöneteceğiz” söylemi kazandı. Seçim sürecinde muktedir tarafından yapılan her türlü ayak oyunları boşa düştü, tepki yarattı. Seçim kazanmak için her yolun mübah görüldüğü ruh hali, maç devam ederken kural değiştirmeye dönük her türlü girişim sahiplerinin elinde patladı.
“Nasılsa bir şey değişmeyecek, her şey kötüye gidecek” diyen insanlar bile yeni bir heyecanla gelecekleri için hareketlendiler, umutlandılar.
“Seçim bitti ve biz ada gündemine döndük ya. Büyük bir iyimserlikle...
Sonra Adalar Kent Konseyi’nin yapılamayan, iptal edilen genel kurulu önümüze düştü. Ne dememiz gerektiğini bilemediğimiz günlerdeyiz. Söylenecek her şey yetersiz kalacak çünkü. Bu genel kurul öyle ya da böyle yapılır. Ama sormak gerekir, son 2-3 aylık süreçte yaşananlardan sonra, son 5 yıl konseyin her şeyine karşılık beklemeden koşan gönüllüler başta olmak üzere hangi gönüllüler mobilize edilebilecek yeni dönemde? Gönüllü yönetimi ciddi bir iştir dedik ya, yapılabilecek en büyük kötülük bu oldu işte...”
“Gönüllü Yönetimi” başlıklı Temmuz sayımızın sunuş yazısından alındı bu bölüm. Yazıldığında henüz Konsey Genel Kurulu yapılmamıştı. Ne yazık ki, gelişmelerin yönü değiştirilemedi. Başkanlığa ya da yönetime kimlerin seçildiğinden bağımsız olarak söylüyorum bunları. Herkesi tatmin edecek, gönlünü kazanacak ve yeni dönem çalışmalarına seferber edecek bir genel kurul süreci gerçekleştirilemedi. Tüm çabalarımız eksik ve akim kaldı. Bu koşullarda yapılmasında ısrar edilen Genel Kurula katılmamak, olan bitene bir tepkiydi aslında. Yereldeki gönüllü faaliyetleri bile karşıt cepheler üzerine inşa etmekten kurtulamayanların hiç bir zaman anlayamayacağı bir tepki.