Zamana ve doğanın yıpratıcı koşullarına direnebilen çok az sayıda ev kaldı Marmara Adası’nda. Tarihi eser statüsüne alınıp restore edilebilen yapıların sayısı ise parmakla sayılabilecek kadar az. Osmanlı’dan günümüze kalan kültürel mirasımız her geçen gün yok olup giderken eli kolu bağlı oturmak ve günden güne yok olan kargir ada evlerini izlemek çok acı. 1884 yılında Kaymak Deresi Mevkii Yahabi’nin Meyhanesinde Başlayıp tüm mahallelere yayılan Marmara yangınında hemen hemen tüm evler küle dönmüştü. Yalnızca Musevi Cemaatine mensup ailelerin ev ve iş yerleri bahçelerinde bulunan kuyular sayesinde kilim ve halılar ıslatılarak ve her kıvılcıma müdahale ederek yangından korunabilmişlerdi. 1913 yılında yaşanan büyük sel felaketinde Kaymak Deresi etrafındaki yapılar ciddi zararlar görmüş, lodos fırtınasıyla birleşen hortum tonlarca suyu ada üstüne bırakarak büyük kayalarla birlikte çakıl ve kumun sahil bandına yığılmasına sebep olmuştu. İstiklâl Harbi’nin bitişine kadar yaklaşık 2,5 yıl boş kalan Marmara Nahiyesi, korsanlar tarafından soyulmuş, evlerin kapı çerçeve kiremit gibi yapı taşları sökülerek götürülmüş, evler harabe haline gelmişti. 4 Ocak 1935 günü gerçekleşen depremde de Marmara ve civar adalardaki evlerin büyük bir bölümü harap olmuş, halk sahile kurulan bir oda ve tuvaletten oluşan barakalarda ve kıyıya çekilmiş sandallarda kışı geçirmişti. Ada daha önce de şiddetli yer sarsıntıları geçirdiğinden 1900’lerin başında Belediye kararınca bazı evlerin çok sallanan üçüncü katları traşlanarak evler korunmaya çalışılmıştı. Bunca doğal afet ve savaş koşullarının ardından yokluk yılları çoğunluğu boş kalan ve bakımsızlıktan harap haldeki 3-4 katlı ahşap konaklar, halatlar bağlanarak zorla yıkılmış ve ahşap kısımları yakacak yerine kullanılmıştı. 2. Dünya Harbinin dayattığı ekonomik koşullarda Halk ancak günlük gereksinimlerini karşılayabilmiş, evler ise kaderine terk edilmişti. Erdek mal müdürlüğü boş kalan bazı evleri hurdacılara ihale usulü satarak bir kısmını yıktırmıştı.
Bunca olumsuzluğa rağmen büyük çoğunluğu ahşap ve taş olan ada evlerinde 1950’li yıllara gelindiğinde mevcut koşullarda pansiyonculuk yapılarak ada Turizme kapılarını açmıştı. Deniz mahsullerinin bol ve bereketli oluşu, Mermer ocaklarında çalışan adalıların ağır şartlar altında fakat yüksek ücretlerle çalışması sonucu sosyo ekonomik yapıda kısa da olsa bir kalkınma dönemi yaşanmıştı. İlk otel inşaatları 1960’lı yıllarda başlayan Marmara Adası’nda eski evler yıkılarak yerlerine betonarme inşaatlar türeyecekti ilerleyen yıllarda. Belediye teşkilatının kuruluşu ile birlikte çöküşe doğru giden ada mimarisinin ilk adımları da atılmış oluyordu. Oy kaygısı ve kişisel menfaatler, kısa vadeli kâr hesapları uzun yıllar ihmal edilen doğal dokuyu tamamen tahrip edecek, büyükşehirlerin ruhsuz apartmanlarına benzer 4’er 5’er katlı ucube binalar türeyecekti. 1. Derecede deprem bölgesi içinde yer alan Marmara Adaları’ndaki bu yapılaşma endişe verecek boyutlardadır. Oysa adadaki eski evler birbirinin manzarasını kapatmayacak şekilde inşa edilmişlerdi. Entelektüellerin 1950-1980 arsında Marmara Adaları’nı tercih etmelerinin önemli bir sebebi de kısmen bozulmamış bu doğal yapı ve salaş bir balıkçı kasabasını andıran basit konforsuz yaşantısı olmuştu.
Bugün merkez ve köylerdeki birçok tarihi yapı tescillenmeyi hatta koruma altına alınarak onarılmayı bekliyor. İçlerinden çok azı restore edilerek veya yıkılıp aslına uygun olarak Kurul denetiminde yeniden inşa ediliyor. Bu şanslı evlerden biri de Mustafa Kaptan’ın sahil bandındaki 2 katlı evidir. Mustafa Kaptan, ardından Arif Reis ve son olarak oğlu Porsiyon Mustafa (Özdeniz) tarafından kullanılan ev, 2000’li yılların başında hemen yan komşu konumundaki Yüksel ailesi tarafından satın alınmıştı. Mustafa Yüksel ve ailesi uzun yıllardır Akaryakıt istasyonu işletmenin yanı sıra, Tüp gaz ve beyaz eşya satışı gibi adanın önemli ihtiyaçlarını karşılayan müteşebbislerdendir. Ahmet Enön’ün Belediye Başkanlığı döneminde, Çanakkale Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Marmara Merkezde incelemelerde bulunmuş, bazı evleri tarihi eser olarak tescillemişti. Tescillenen bu evlerden ilki bugün Hediye Yaylalı’nın oturduğu Fırın sokaktaki ahşap ev ile sahil bandında bulunan Mustafa Kaptan’nın eviydi. Hediye Hanım’ın evi restore edilecek, günümüzde alt katı kafe olarak işletilen sahildeki ev ise onarım görmeyecek durumda olması sebebiyle tamamen yıkılıp aslına uygun olarak yeniden inşa edilecekti.
Mustafa Kaptan’ın evi; Röleve çalışması için keşif yapıldığı esnada yana hafif yatmış ve en üst katının yıkılmış olduğu anlaşılır. Ev içindeki merdivenin çatıya doğru devam ettiği ve özensizce kapatıldığı görülmüş ve ikinci katta da fark edilen ‘Eliböğründe’lerin kalın yapılmaları sebebiyle belirlenemeyen bir tarihte üst katının yıkılarak iki katlı hale dönüştürüldüğü anlaşılmıştı. Binanın Rölevesini çıkaran, Restitüsyon, restorasyon projelerini hazırlayıp kaba inşaat esnasındaki kontrolü Mutlu Mimarlık Firması sahibi Yük. Mimar E. Funda Mutlu tarafından yapılmıştı. Bina, Ahmet Enön’ün aktardığına göre; Osmanlı döneminde adanın son Rum belediye başkanının da ikâmetgâhı olarak kullanılmıştı. Tarihi ev özenle etrafa zarar vermeyecek şekilde yıkılmış, kaba inşaatı Nejat Işıldak tarafından inşa edilmişti. Restorasyon projesinde kapı ve tavan yüksekliklerine sadık kalınmış, dış cephesindeki ahşap detaylar için İstanbul’dan ‘Yılmaz Ahşap’ firması ile anlaşılmıştı. Bu firma İstanbul’da ciddi referansları olan bir restorasyon firması idi ve her iki evin de dış cephesini inşa etmişti. Firma yetkilisi Tayfun Bey tarafından ‘Eliböğründe’ler, balkon korkulukları, pencere ve kapıların özenle resimleri çizilmiş ve gerekli imalatlar yapılmıştı. İnşaat esnasında alt kat diğer ada evleri gibi dükkan-mağaza şeklinde düşünülmüş akabinde butik bir kafe fikri ortaya çıkmıştı. Evin arka kısmında bir avlu mevcuttu. Bu avlu uzun yıllar namı diğer ‘Anadın mı’ Remzi (Taşkıran)’nin işlettiği Kale Restorant’ın bahçesi olarak kullanılmıştı. Ayrıca evin bulunduğu, dağdan denize dik inen sokak tarihi taş merdivenlerden oluşmakta ve üzerinde bir de eski çeşme bulunmaktaydı. Ev ve sokak adeta bütünleşmişti.
Evin iç tasarımı ise Yük. Mim. Oya Yakar tarafından tasarlanmıştı. Tasarım safhası, üst iki katı ev olacak şekilde aslına sadık kalarak giriş kapısı yan sokaktan verilecek, 3 yatak odası 1 banyo ve açık mutfaklı salonu kapsamaktaydı. Ev içindeki dolap, gardrop ve diğer ahşap işçilikleri Yılmaz ahşap tarafından biraz daha modern çizgilerle yapılmıştı. Kafe olarak kullanılan evin giriş ve bodrum katı da Oya Hanım tarafından tasarlanmış, ince işçiliği ise Melih Suvancıoğlu üstlenmişti. Bodrum katına basan su sebebiyle çok iyi bir şekilde yalıtım yapılmış ve yarı profesyonel bir mutfak hazırlanmıştı. Giriş katta ise masa ve oturma gurupları, servis alanı ve tuvalet konuşlandırılmıştı. Günümüzde bir benzerinin olmadığı Çiğdem Yüksel’e ait bu ev ve butik kafe, Marmara Adası’nın derin bir tarihe sahip olduğunu vurgulamak adına çok kıymetli. Ev sofalı ahşap klasik bir Osmanlı Evi olmakla beraber, adada bulunan ayakta kalabilmiş diğer evlerle de yapısal olarak bütünlük arz etmektedir.
2007 yılında ev restorasyonu bitmiş, 2012’de ise ‘Ada Cafe’ misafirlerine hizmet etmeye başlamıştı. Menüsü de sahibesi Çiğdem Hanım kadar mütevazi olan kafenin menüsünde başta kahvaltı, çorba, makarna, mantı, zeytinyağlı, tatlı-tuzlu atıştırmalıklar ve ızgara çeşitleri bulunmaktadır. Ayrıca alkol ruhsatının oluşuyla, akşam yemekleri hatta özel buluşmalar, toplantılar için de imkân sunduğunu unutmadan aktarmalıyım. Tüketilen her yiyecek günlük ve taze olarak üretildiğinden anne evi sıcaklığındaki atmosferine gemici fenerleri ile süslenmiş masalarını eklediğimizde tadına doyum olmaz. Ev, konum itibariyle denize sıfır ve plaja giden sahil yolu üzerindedir. Deniz tarafında ise pergola altında gündoğusu rüzgârlarıyla serinleyebileceğiniz çay bahçesi mevcuttur. Ahşap şezlong ve değişik oturma guruplarıyla geleni geçeni cezbeden bu kafe, sütlü tatlıları ve filtre kahvesi ile nam salmıştır. Abartılı ve kulağı tırmalayan müziklerden uzak, iskeleye yakınlığı sebebiyle dönüş yolunda soluklanmak ve mola vermek için biçilmiş kaftandır. Bozcaada’daki gibi tarihi sokaklar ve evlerle süslü olmayan Marmara’da gemiden iskeleye indiğiniz anda bir yıldız gibi parladığına şahit olursunuz be evin. Estetik yoksunu çok katlı binaların işgal ettiği adada geleceğe uzanan kültürel mirasın en kıymetli örneklerinden birini teşkil eder. Turizmin başladığı 1950’li yıllarda; Camcı Mehmet(Taşkıran), İsmail Başaran, Halit Erdoğmuş ve Mustafa Kaptan’ın evleri arka arkaya sıralanmış haldedir. Bu evler tüm yokluklara rağmen pansiyona verilir, İstanbullu yazar-çizer takımı tahtakurusuyla dolu bu evlerde ağırlanırdı. Bu evlerden yalnızca geriye siyah-beyaz fotoğraflar kalmışken Mustafa Kaptan’ın evi Yüksel ailesi sayesinde daha çok uzun seneler yaşayacak.
Merkez ve köylerdeki ahşap evlerin her geçen gün yok olduğu göz önüne alındığında, Tarihi Eser denilerek ev sahiplerine el bile sürdürülmeyen bir anlayışın adalarımızdaki tarihsel dokunun yok oluşunda payının olduğunu da düşünmeden edemiyorum. Bu tarihi korumanın bir yolu olmalı mutlaka! Yunan adalarına gıpta ile baktığımız şu günlerde adalarımızın imar durumları hala rant üzerinden şekillendirilmeye devam ediyor ne yazık ki. Tarihini, kültürünü kaybetmiş bir toplumun geleceği de karanlıktır. Yüksel ailesi bir farkındalık yaratarak adanın kimliğine yaraşır bir mekânı hayata geçirmiştir. Dilerim bu bilinç er geç yerel yönetimler tarafından da benimsenir ve ada mimarisine uygun yapılar inşa edilmeye başlanır...
Kaynakça: Funda Mutlu, Çiğdem Yüksel, İsmail Mersin, Ali Erdoğmuş sözlü anlatımları ve H. Can Yücel kişisel arşivi. İg:adacafemarmara, İletişim: 05326840202