20. yüzyıl başında Adalar’a da muazzam bir turist akını oldu. O tarihlerde İstanbul, Avrupa’nın çekim gücü yüksek, en cazip egzotik başkentiydi. Şehir sınır ötesi demiryolu ve denizyolu ağlarıyla Avrupa'nın diğer başkentlerine bağlanmıştı. Prens Adaları’nın en büyüğü olan Prinkipo, Avrupa’nın en değerli sayfiye mekanlarından biriydi. Avrupa’dan ziyaretçiler, iş insanları, yazarlar, sanatçılar, soylular tatillerini geçirmek, dinlenmek, buluşmak için Prens Adaları’nı tercih ederdi. O tarihte lüks trenlerle şehrin merkezinden Paris’e iki günde ulaşmak mümkün olmuştu.
Bu cazibenin o tarihlerde yerel ekonomiyi ve işgücünü geliştirecek yeni fırsatlar yarattığını söylemek mümkün. Adalar’ın doğal ve tarihi güzellikleriyle bir cazibe merkezi olduğu dönemlerde yerel halkın, ziyaretçilerin, yazlıkçıların yaşam kalitesi yükseldi. Daha iyi ulaşım, daha iyi eğitim, daha iyi istihdam olanakları ortaya çıktı. Şehrin ilk modern belediyelerinden biri Adalar’da kuruldu. Yalnızca ziyaretçiler değil, Avrupa’nın tanınmış mimarları, sanatçıları, yazarları, en iyi ustaları, kültür insanları Adalar’a akın ettiler. Şehrin en güzel mimari eserleri Adalar’da inşa edildi.
Dünyanın en büyük ahşap yapılarından biri Hristos tepesine lüks bir otel, Prinkipo Palace olarak inşa edildi. Düzenli vapur seferlerinin başlaması sonrasında gelişmiş bir sayfiye hayatı başladı. Böylece Prens Adaları bir gösteri sahnesine dönüştü, farklı mimari katmanlar, kültürel kesitler oluştu. Prens Adaları’nın bir sayfiye mekanı olarak gelişmesi, Tanzimat reformları ve Kırım Savaşı sonrasına ait. Ancak Prens Adaları, bu zengin kültürel mirasın izlerini taşımakla birlikte bugün unutulmuş olan çok daha önemli ve eşsiz bir kültürel mirasın izlerine ev sahipliği yaptı: Osmanlı modernleşmesinin yeni yurttaşlık kavramının üreticisi olan kurumlara.
Bu kurumlar klasik dönemdeki geleneksel bir çok-kimlikli yaşam şekliyle sıklıkla karıştırılmasına rağmen, gerçekte modern ve ortaklaşa geliştirilen bir siyasal projeye ait:
O tarihlerde Avrupa’da ulus-devletler kurulurken Osmanlı İmparatorluğu bütün savaşlara, yıkımlara rağmen farklı bir yönetimsellik deneyimine yöneldi, bugünkü Avrupa Birliği gibi devletler-üstü yapılara benzetilebilecek bir yurttaşlık sistemi geliştirmeye çabaladı. Ruhban Okulu, Yetimhane, Ticaret Mektebi gibi kurumlar modernleşme koşullarında Osmanlı Yurttaşlığı fikrini ve İmparatorluk coğrafyasının farklı topluluklarını başkente bağlama çabasını sergilerler. Bunlar bölünmeye karşı bir tür “yapıştırıcı” işlevi görürler ve bu nedenle padişahın himayesindedirler. Bu nedenle bu kurumlar yalnızca fiziksel varlıklarıyla değil, hafızalarıyla, bugünün çatışmalı coğrafyasında farklı bir modernleşme biçimine işaret eden eşsiz somut ve soyut miras örnekleridir.
Sorulması gereken şu: Bu yaşanan kriz mi? Yoksa fırsat mı?
Venedik, Amsterdam, Barcelona, Paris, Viyana, Bilbao... bu şehirlere günümüzde yeni eklenmekte olanlar da var. Son on yılda bu saydığımız şehirlere gelen turist sayısı en az yüzde elli arttı. Gelecek on yılla birlikte ziyaretçilerin iki misline çıkacağı tahmin ediliyor.
Dünyanın doğal ve kültürel mirasının korunmuşluğu, görkemi ile öne çıkan bölgelerine çok daha büyük bir turist akınının olması bekleniyor. Bu akın elbette her yerde gerçekleşmiyor. Bazı şehirler ise bu gelişmeye imrenerek bakıyorlar. Dünya’da yaşanan bu akının bir benzeri de İstanbul’da. Adalar, başta Büyükada olmak üzere belki bunların da ötesinde.
Dünyada birçok yer Adalar’ın başına gelen sorunlarla boğuşuyor. Aslında bu akını bir sorun olarak değil, fırsat olarak da görenler var.
Örneğin turizm işletmeleri daha çok kar ediyor. Ama yerel halkın hayatı zorlaşıyor. Hatta çoğu zaman göç etmek zorunda kalıyor. Yaşam pahalanıyor. Kiralar, fiyatlar artıyor, gürültü çoğalıyor, ulaşım zorlaşıyor, çevre kirleniyor. Bazı şehirlerde yerel halkın turistleri protesto ettikleri görülüyor. Buna karşılık esnaf durumdan memnun gibi gözüküyor. Ama bir süre sonra piyasaya teslim olan hizmetlerde kalite düşüyor, karlar azalıyor. Yerel halka, gençlere bulaşıkçılık, temizlikçilik dışında yapacak iş kalmıyor. Onların yerini de kısa zamanda daha ucuz bir işgücü sağlayan göçmenler alıyor. Gençler başka yerlerdeki kaliteli iş ve eğitim fırsatlarını bulmak için uzaklaşıyor.
Günümüzde de Venedik gibi şehirler krizi tersine çevirmek için çeşitli yollar deniyorlar. Bunlardan biri yerel ekonomiyi güçlendirmek. Yüksek kaliteli işler yaratmak. Örneğin yerelde bir uluslararası sanat etkinliğini kurumsallaştırarak, bunu yerel ekonomiyi güçlendirmek için kullanmak. Kültür ve sanat kuruluşlarını çekmek. Böylece ziyaretçiler şehre yalnızca tüketmek için değil, üretmek için gelebiliyorlar. Şehrin sanat alanında bir küresel merkez olması, yalnızca sanatçıları, bilim insanlarını değil, köklü kuruluşları da çekiyor.
Sanat dışında elde edilen gelirden doğal ve kültürel mirasın korunması için pay ayrılması da krizi fırsata çevirmek için çok bilinen bir yöntem. Ayrıca tıpkı sanatta olduğu gibi kültürel mirasın korunması için dünyanın desteğini almak, kaynaklarını çekmek de önemli. Bu açıdan bakıldığında Adalar’ın da elinde müthiş fırsatlar var: Yalnızca dünyanın en büyük ahşap yapılarından biri olan Yetimhane binasını güncel kültürel miras yöntemleri ile ele almak, Troçki’nin yaşadığı evi bir hafıza mekanına dönüştürmek için atılacak adımlar ilk akla gelen çalışma konuları.
Dünyada eşi olmayan dini merkezleri, eğitim kurumlarını yeniden canlandırmak, korumak yalnızca Adalar’a değil, şehre, ülkeye yeni ufuklar açabilir. Kaybedilmiş vatandaşlık bağlarının onarılması için işlev görecek bu kurumlar, geçmişte yaşadıkları yönetim kırılganlığından kurtularak, kültürel mirasın korunmasındaki, işlevlendirilmesindeki yaratıcı bir enerjiyle şehrin en önemli gelişme dinamiklerinden birini oluşturabilir. Yerel işgücü, yaratıcılığı destekleyecek işlevlerle birlikte geçmişte olduğu gibi muazzam bir gelişme gösterebilir. Yalnızca doğal ve tarihi miras, eğitsel, kültürel ve sanatsal faaliyetler değil, akla gelebilecek her konu, hediyelik eşya, yemek, ulaşım hizmetleri daha nitelikli hale gelebilir. Böylece yerel halkın da ziyaretçilerin de yaşam kalitesi artar. Hayat kolaylaşır.
Adalar farklı bir gelişme modeli için laboratuvar olabilir
Adalar, günümüzde fiziksel varlığıyla azmanlaşmış bir şehir halini alan İstanbul’un hemen yanı başında, alternatif bir kent yönetimi deneyiminin ve yaşam alanının nasıl oluşabileceğini ortaya koyan, gerçekleştirilen yeni şehircilik uygulamalarıyla, kendine özgü imkanları ve koşullarıyla başarılı bir örneğin ortaya konabileceğini gösteren bir yerdir.
Bu düşünceden hareketle, yapılması gerekenin yol ve yöntemleri deneyimleyerek, Adalar'da eksiklik ya da zayıflık gibi gözüken özelliklerin nasıl farklı potansiyeller taşıdığını, toplumsal enerjiyi harekete geçirebilecek bir güç olabileceğini, ekonomik gelişmenin motoru haline gelebileceğini, sağlıklı çevre koşullarının ve farklı toplumsal gruplar, tabakalar arasındaki ilişkileri, bağları tesis ederek huzurlu ve dayanışmacı bir toplumsal yaşamın eksenini oluşturabileceğini gösterir. Adalar'da eksiklik, zayıflık gibi gözüken özelliklerin tersine, olumluya çevirmenin, bunun nasıl olacağını bizzat yenilikçi deneyimler, eylemlilikler ile göstermek mümkün. Şunu sormak gerekir: Adalar, bütün kentsel konularda olduğu gibi karmaşık sorunlarını çözmek için disiplinler arası araştırmaların ve çeşitli pozisyonların bir araya gelmesi gereken tipik bir yerdir. Peki bu durumda riskler, zorlanmalar, kaynak yetersizliği, aşırı ticarileşmiş bir büyüme ile nasıl başa çıkabilir?
Bunun için çalışılması gereken önemli konular var: Örneğin şu anda yeniden hazırlanmakta olan Koruma Planları’nın bütün bu konuları dikkate alan stratejik bir vizyonla hazırlanması. Kent Konseyi yapısının bir örnek katılım mekanizması olarak, bir pilot yönetim deneyimi olarak geliştirilmesi. Adalar'ın UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınması için gösterilecek çabalar... Çağdaş bir yönetim ihtiyaçları karşılamakla değil, gelecekle ilgili kurguları toplumun enerjisini, görüşlerini katarak gerçekleşir.
Örneğin çok taraflı bir Miras Merkezi kurarak, bürokratik yapısının dışında, parçaları birleştirecek, disipliner parçalanmayı, merkezi yönetimin ve yerel kurumların ayrı ayrı değil, bu ilişkisel yerel deneyimi içinde, stratejik vizyona uygun olarak hareket etmelerinin sağlanması... Örneğin alan yönetimi gibi misyon odaklı bir organlaşmayla katılımcılık niteliğinin geliştirilmesi. Bunun önemli unsurlardan biri tek tek uzmanlık alanı gibi görülen faaliyet alanları arasındaki ilişkilerin kurularak, stratejik vizyonun oluşturulması. Kültür yönetimi ile kültürel mirasın korunması, şehircilik, mimarlık faaliyetleri arasında ilişki kurulması...
Dört alanda çok aktörlü, katmanlı çözümler:
Önümüzdeki dönem Adalar yönetiminin en az ve belli başlı dört alanda çok-aktörlü bir organlaşmayı kolaylaştırması ve bunun için kavramsallaştırıcı, kapasite geliştirici bir işlev görmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle sivil toplumu yönetime katmadan, Adalar'da iyi bir yönetimin oluşması mümkün değil. Bu amaçla bir kolaylaştırıcılar olarak tarif ettiğimiz disiplinler arası çalışmalarda deneyimi olan ve katılımı dert etmiş gönüllü insanlar yönetime destek verebilir.
1. Ulaşım
Görünüşte Büyükşehir'de UKOME var ama yerelde çok-aktörlü, çok-katmanlı bir organ yok. Zaten adı üstünde bir koordinasyon bekleniyor, bu organdan. Oysa yerel ölçekte kültür yönetimi, turizm, koruma gibi bir çok işlevle ilişkisinin kurulması gerekiyor. Kısacası acil olarak, ulaşımın hem yönetilmesi için, hem de kararlardan etkilenen yerel halkın temsil edildiği bir ilişki olması için bir yapıya ihtiyaç var. Bu çok açık. Stratejik Plan zorunluluğu olmasa da buna Belediye'nin Konsey'i yanına alarak soyunması, bu konudaki kamu politikalarını ve uygulamaları etkileyebilir.
2. Kültür Yönetimi
Adalar'da gene olmayan bir şey kültür yönetimi. Oysa bugün belediyelerde kültür yönetimi en stratejik konulardan biri. Adalar'da aşırı ticarileşme ve spekülatif dinamikler yerel ekonominin güçlendirilmesini getirmiyor. Ziyaretçi yönetimi, turizm konusu da bununla çok ilişkili. Kültür yönetiminin olmaması bu alandaki çok değerli fırsatların, istihdam ve eğitim imkanlarının kaybedilmesi demek.
3. Katı atık ve su yönetimi
Adalar'da katı atık yönetimi yerine yalnızca çöplerin uzaklaştırılması var. Kısmi olarak geri kazanma ise piyasa aktörlerine bırakılmış durumda. Doğal ve kültürel mirasın bu kadar değerli olduğu bir alanda katı atık yönetiminin de ona göre düzenlenmesi gerekir.
4. Kültürel ve Doğal Miras Yönetimi
Adalar’ın en önemli değeri kültürel ve doğal mirası. Ancak çok-aktörlü, çok-katmanlı, misyon odaklı yapılar olmadan, karma bütçe uygulamasına geçmeden Adalar'ın en önemli değerlerinin yönetimi mümkün değil. Yerel ekonominin güçlendirilmesi için en önemli imkanlarını Adalar kullanamıyor. Bu nedenle Adalar'da bir Miras Merkezi kurulması, sivil toplumun yönetime katılması gerekli.