Resmi bir kurumda, bir evrak için sıra bekliyoruz. İşleri kolaylaştıran onca teknolojik imkâna rağmen, kimi yerde hiç değişmemiş olan “Bugün git, yarın gel” mecburiyetinden, birkaç kere gitmiş gelmişiz. Etrafa aşinayız, görevlileri sokakta görsek tanır hale gelmişiz. Danışmada oturan asık suratlı, başında kaşlarına kadar indirdiği sevimsiz bir peruk olan gençten hanımla selamlaşıyoruz. O peruğu tesettür amaçlı taktığı çok belli. Nereden belli diye sormayın. Kadınız. O kadarını anlarız herhalde.
Asıl anlamadığım; başörtü niyetine peruk takma mantığı. Hadi bununki sevimsiz bir peruk, süsüne püsüne bakmamış... Pek havalılarını takanlar da var. “Sen istediğin kadar tahrik ol, o saç benim değil ki ha ha haa!” mı diyorlar içlerinden acaba? Zaten kadının en kışkırtıcı yerinin saçları olmasını da anlamıyorum ya... Ay geçen gün bir fotoğraf geldi internetten; bir kadın atlet, koşuyor, üzerinde kolsuz bir tişört var ayağında kısacık bir şort... Ama başı sıkı sıkı örtülü... Bir de ada sahillerinde çimdiren bir hatun vardı, ‘ser tâ be pâ’ örtülü... Bu lafı bilir misiniz? ‘Baştan ayağa’ demek. Pembe bir elbise giymiş, iyice ıslanınca –af buyurun- meme popo meydanda... Neyse, konum bu değil. Girersem çıkamam şimdi. O beklediğimiz yerin neresi olduğunu ve ne için gitmiş olduğumuzu da söylemeyeceğim. Gerek yok, konum o da değil çünkü.
Tek tük birkaç kadın varsa da sırada bekleyenlerin çoğu erkek... Derken efendim, içeriye orta yaşlı bir hanım girdi. Elinde bazı kâğıtlar var. Başbakan’a gönderilmek üzere; “Kadına şiddete, hayır!” demek için imza topluyormuş. Anında bir uğultu başladı. Herkes, bir yandan konuyla ilgili veciz sözler döktürerekten, malum kâğıdı imzalamak için adeta birbiriyle yarıştı. Sıradaki tek tük kadın ve genç yaşlı, iyi giyimli, kötü giyimli, eğitimli eğitimsiz bütün erkekler istisnasız imzaladılar.
Her sırasını savan, yaptığı işten memnun, örneklemelerle konunun önemini vurgulayan konuşmalar yapmaya başladı. Olay neredeyse ayaküstü bir açık oturum havasına girmek üzereyken, imza toplayan hanım, danışmadaki peruklu kıza yöneldi. “Kızım siz de imzalar mısınız lütfen?” Yüksek sesle verilen tek ve kesin cevapla ortalığı buz gibi bir sessizlik kapladı. “Hayır!” Herkes şaşkın, kıza bakarken, kız inatla ve çokbilmiş bir tavırla devam etti: “Ben bu kâğıdı imzalamak istemiyorum.” Hep bir ağızdan: “A...aa... Neden?” Cevap: “Çünkü onlar, dayağı hak ediyorlar.” Buyurun bakalım... Benim içimden, o kafasındaki sevimsiz peruğu çekivermek geçerken, o bir vaiz edasıyla, ayağa kalktı ve işaret parmağını sallayarak: “O kadınlar, kim bilir neler yapıyorlar ki dayak yiyorlar. Kimse kimseyi durup dururken dövmez” dedi. İnanamadım.
İnsanlar ağızları bir karış açık kalakaldılar. Ben öfkeyle “Kimse kimseyi hiçbir şey için dövemez!” diye bağırdım. Kız bana uzaylıymışım gibi bakarken imzacı hanım sabırla ona yaklaştı ve “Sen evli misin kızım?” diye sordu. “Hayır” cevabını alınca, hafif bir gülümsemeyle döndü ve herkese teşekkür ederek çıktı gitti. Daha sonra kimi öfkeyle, kimi acıyarak baksa da kimse kızla muhatap olmak istemedi. Bu arada sıra ilerledi tabii, biz de alacağımızı aldık ve işimizi bitirdik. Tam çıkıyorduk ki dayanamadım, geri döndüm ve kıza; “İnşallah tıpkı senin gibi düşünen biriyle evlenirsin ve inşallah bir gün dayağı hak edecek bir hata yaparsın” dedim. Cevap vermesini beklemeden sırtımı dönüp gidiyorken arkama bakıp bu kez daha uzaktan seslendim: “Ve inşallah bir kız doğurursun da hep hata yapacak diye için titrer.”
O lafı eden bir erkek olsaydı, kesin ben öfkemi frenleyemez saldırırdım. Artık ne olurdu bilmem. Her halde sonu karakolda biterdi. Ama genç bir kadının böyle düşünüyor olması ve bunu inanarak savunması allak bullak etti beni valla. Ne yazık değil mi?
Bir süre önce, bir akşam Taksim’de, tam eski suların, bitemeyen yeni cami inşaatının orda, havada salınan ve üzerinde “Kadına şiddete Hayır!” yazan kocaman beyaz bir balon görmüştüm ve bu olay gelmişti aklıma. Nicedir önüme gelene anlatıyordum zaten. Yazmaya da niyetlenmiştim ama başka şeyler girdi araya. Sonra, geçen gün ada vapurunda tam karşımda oturan, son yılların en popüler turistlerinden bir çiftin, dikkatli bir gözün ancak fark edebileceği tartışması bardağımı taşırdı. Taşırdı da ne yaptım? Kalktım aşağıya indim ayakta bekledim. İri yarı, karayağız bir adam, atletli ve şortlu, ayağında sandaletler var. Omzuna oturtsa kuş sanılacak kadar ufak tefek, kapkara paketlenmiş bir kadıncığı kolunu dürte dürte, mırıl mırıl, sinsi sinsi, dişlerini gıcırdata gıcırdata tartaklayarak azarlıyordu. Artık kim bilir ne yapmışsa garibim...
Öncesinde bir dayağı da hak etmiştir kesin ki gözleri nemliydi ve biri morarmıştı. Dik dik baktığımı görünce utandı ve yavaşça güneş gözlüğünü taktı. Ah... O adamın gözünün üstüne bir yumruk patlatmayı öyle çok istedim ki... Ama ne yaptım? Yavaşça kalktım aşağıya indim. Bari görmeyeyim. Eh ancak böyle yazılar yazarım işte. Ki, kalemin kılıçtan keskin olduğu zamanlar da geçti artık...
Ne diyeyim? İster balonlar salın, ister uçurtmalar uçurun ya da gökyüzüne yazılar yazın... İsterseniz milyonlarca imza toplayın, ister Başbakan’a, ister Cumhurbaşkanı’na gönderin, nasihat edin, cezalar koyun... Zihniyet değişmedikçe hiçbir şey değişmez. Her şeyin başı eğitim denmesi boşuna değil. Ama önce kadınları eğitmek lazım ki onlar da evlatlarını eğitsinler. Çünkü şiddet gören eğitimsiz kadınlar, itaatkâr kızlar ve şiddete eğilimli erkekler yetiştiriyorlar. Ve de kızlarının şiddet görmesine üzülüyorlar ama gelinlerinin şiddet görmesinden hiç rahatsız olmuyorlar. İşte ta en baştan esas bu değişmeli. Ülkemiz bu konuda çok fırın ekmek ister daha çook...