Çilek Zamanı Karadeniz Ereğlisi, fındık diyarı Akçakoca ve Melen Çayı’nda Rafting...
Biz Adalı Gezginler olarak 2017 Atatürk’ü Anma ve Gençlik Bayramımızda yine koyulduk yollara. Bu kez de yakın bir rota seçtik kendimize; sabah erken saatlerde toplanan grubumuz, tek bir mola vererek öğle yemeği için Karadeniz Ereğlisi’nin sahil şeridinde yer alan güzel bir balık lokantasında sonlandırıyoruz yolculuğumuzu. İstanbul’dan ayrılırken bıraktığımız nane molla, bulutlu havaya inat, tatlı bir Karadeniz esintisi ve sıcacık bir güneş eşliğinde yiyoruz taze balıklarımızı.
Doğal bir liman konumundaki Karadeniz Ereğlisi, Megaralı ve Boiotialı kolonilerce kurulmuş. Daha sonra adı Herakleia Pontica adını almış. Frig, Kimmer, Makedon, Roma, Bizans, Ceneviz ve Selçuklu uygarlıklarına mekân olmuş ve ilçe son olarak Osmanlılara geçmiş.
Karadeniz Ereğlisi’nin mitolojideki Altın Post serüveninde Argonaut gemicilerini konuk ettiği, aynı zamanda, Hades, Herakles gibi mitolojik kahramanları olduğu söylenegelmiş. Karadeniz Ereğlisi (Herakleia Pontica) amforaları MÖ 4. yüzyıldan itibaren üretilmeye başlamış ve o dönemin bölgede en aranan amforalar olmuş. Yunan mitolojisinde en ünlü kahramanı olan Herakles (Herkül) güç ve kahramanlığın timsalidir. Herakles’e on iki görev verilir. On iki görevden biri de Karadeniz Ereğli’de bulunan Cehennem Ağzı Mağarası’ndaki Cehennem Bekçisi Köpeği, Kerberus’u etkisiz hale getirmektir. Herkül’ün Kerberus’la savaşımına mekân olan Cehennem Ağzı Mağaraları, hem ilkçağın önemli kehanet merkezi, hem de ilk Hristiyanların gizli ibadet yeri olması gibi özellikler taşır.
Biten yemeğimizin ardından yaptığımız açık havada kahve keyfi sonrası sahil şeridi boyunca yürüyüş yapıyoruz. Bir ara içerilere dalıp ilçenin pazarından tam da mevsimi olan taze koparılmış mis kokulu Ereğli çilekleri alıp, çilek sepetini kolumuza takıyoruz ve kordon boyunca yürüyüşümüze devam ediyoruz.
Sonunda ünlü Cehennem Ağzı Mağaralarına varıyoruz. Merdivenlerden yeraltına inerek mağara gölünün kenarında fotoğraf çekiyoruz. Bir diğer mağaranın 2500 yıllık mozaik tabanını seyrediyoruz. Anadolu, sanki bir hazine sandığı, içindekileri aç aç bitmiyor.
Mesela, ünlü filozof Platon’un öğrencilerinden 1. Klearchos (MÖ. 364-352) Herakleia Pontica’ya gelerek ilk çağın en önemli kütüphanelerinden biri sayılan kütüphaneyi kurmuş. MÖ 390’da Karadeniz Ereğlisi Herakleia Pontica’da doğan filozof Pontikos Herakleides ‘dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğü’ düşüncesini ortaya atan ilk düşünür ve astronom olmuş. Kale ve Kent Surlarını, antik su kanallarının kalıntılarını görüyoruz.
1393 yılında Yıldırım Beyazıd, Bizans İmparatoru II. Manuel Palailogos’tan şehri satın almış ve Osmanlı topraklarına katmış. Karadeniz Ereğli, 1654 ve 1656 yıllarında Don Kazakları tarafından yağmalanmış bunun üzerine şehri korumak için İstanbul Üsküdar’dan Yeniçeriler gönderilmiş. Yakın tarihimizde ise Karadeniz Ereğlisi, Fransızlara karşı direniş sonucunda 18 Haziran 1920 tarihinde kentini düşmanda ilk kurtaran şehrimiz olmuş. Alemdar Gemisinin destansı faaliyetleri ve Fransızlarla girdiği deniz savaşı Kurtuluş Savaşımızın tek deniz çarpışması, bu çarpışma sırasında şehit olan Recep Kahya Kurtuluş Savaşımızın tek deniz şehididir.
Alemdar gemisinin orijinalinin bir kopyası yapılmış. Limanda duruyor. Gemi önünde meraklılar hatıra fotoğrafı çektiriyorlar. Biz de çektiriyoruz. Tarihi camilerin yanı sıra, Halil Paşa Konağı, Ereğli’nin en önemli sivil mimari örnekleri arasında yer alır; bu iki katlı kâgir konak, müze olarak kullanılmak üzere 1993 yılında restore edilmeye başlanıp, 1998 tarihinde hizmete açılmıştır.
Karadeniz Ereğlisi, burada kömürün bulunması ve maden ocaklarının işletmeye açılmasıyla birlikte önem kazandı. 1965’te ülkemizin ikinci büyük demir çelik fabrikası olan Erdemir’in açılmasıyla bir sanayi kenti kimliğine kavuşmuştur.
Şehir gezimiz sona eriyor ve otobüsümüze binerek Akçakoca’ya doğru yola koyuluyoruz. Konaklayacağımız sahil manzaralı otelimize varıyoruz. Akşam yemeğimizi yiyor, sohbet ediyor ve sabah erken kalkmak üzere sözleşerek odalarımıza çekiliyoruz. Otelin açık hava etkinlik alanında yöre üniversitesinden mezun olmuş gençler, mezuniyetlerini, bazen horon teperek, bazen modern danslar yaparak kutluyorlar. Mezuniyet balosu saat 24’ü gösterdiğinde Atatürk’ün kendi sesinden okuduğu Türk Gençliğine Hitabesi ile son buluyor. Gözlerim doluyor, gülümsüyorum. Tatlı bir ahenk içinde kıyıya çarpan Karadeniz dalgalarını dinleyerek uykuya dalıyorum.
Sabah kahvaltı sonrası Akçakoca’yı otobüsümüzle turluyoruz. Bu şirin ilçe boydan boya uzanan plajları, tarihi ahşap evleri, çardakları, akasya, ıhlamur kokan sokakları, fındık bahçeleri ile pek de güzel doğrusu...
Orhan Gazi’nin emrinde, Akçakoca, Konuralp, Saltuk alp, Samsa Çavuş, Gazi Rahman, Köse Mihal gibi tanınmış komutanlarla birlikte gerçekleştirilen fetihler, Osmanlının kuruluş aşamasında oldukça önemliydi. Akçakoca ve çevresinin fethedilmesinde görev alan Akçakoca Bey, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin silah arkadaşı ve yoldaşıydı. Öz Türkçe olan ‘Akça’ ismi kayı geleneğinin izlerini taşımaktadır. Akça’dan oluşan bu isim ‘oldukça/hayli beyaz’ anlamındadır; ‘koca’ ise kocamış fiilinin kökü olup, ‘büyük/ ihtiyar’ anlamındadır. Akçakoca Bey’in doğum tarihi 1234’tür. Yaşadığı dönemde Akçakoca-Sapanca-Kandıra bölgelerini alarak Osmanlı beyliğine katmıştır.
Meydanda yer alan Akçakoca, Konuralp, Osman Gazi heykellerinin önünde fotoğraf çektiriyor, tarihimizi yâd ediyoruz. Tam karşıda yeni yapılan Merkez camiinin mimarisi gözümüze çarpıyor, kubbesi Otağ şeklinde yapılmış diye anlatıyor rehberimiz. Yeni açılmış kurşunkalemi andıran garip minareleri ve pimapen pencereleri olan mağazaları var caminin. Bir taraftan da rant ve kıyılardaki betonlaşma da devam ediyormuş.
Tarihi evlere gelince, birçoğu Akçakoca’nın en eski yerleşim yerlerinden Yukarı Mahallede bulunmakta.160 tane tarihi ev sit alanı olarak koruma altına alınmış. Açık hava müzesinin andıran sivil mimari örneği tarihi evlerin bir kısmı restore edilmiş.
Bunlardan biri de fındık bahçelerinin içinde yer alan şimdi kültür merkezi olan ünlü yazarımız Rıfat Ilgaz’ın evi. Yazar en ünlü romanı Karadeniz’in Kıyıcığında da öğretmenlik yaptığı Akçakoca kasabasını ve uzun süre bir arada yaşadığı Batı Karadeniz insanını anlatır. Geçimini fındık yetiştirerek sürdüren Kasaba halkı, bir yandan hırçın doğayla, diğer yandan yoksullukla başa çıkmaya çalışmaktadır. Sevgiler, dostluklar bu sıkıntıların gölgesinde yaşanır. Her türlü haksızlığa ve zorluğa rağmen insandan yana umutlarını kaybetmeyen, çalışkan bölge insanının dayanışması da bu topraklara özgüdür. Rıfat Ilgaz, Güllü ile Recep’in engellerle boğuşan aşkı etrafında Karadeniz insanının onurlu var olma öyküsünü akıllara kazır.
Henüz betonlaşmaya yenilmemiş geniş fındık bahçeleri, tarihi Anıt Çınar, tarihi Orhan Gazi Camii, tarihi Orhangazi ilköğretim okulu, Cumayanı mevkiinde Ahmed Dede Türbesi gördüğümüz ilginç yerlerdendi.
Denizi yüksekten seyreden bir kahvede oturup, kısa bir mola veriyoruz. Sonra yola çıkıp rafting yapmak üzere Düzce’de Cumayeri kasabasında Dokuzdeğirmen Köyünden başlayan 13 km rafting parkuru bulunan doğa ile baş başa yeşiller içerisine kurulmuş Melen Çayı başına gidiyoruz.
Katılmak isteyen Adalı Gezginler takımı olarak nehire inmeden önce rehber tarafından bu sporun nasıl yapılacağına dair bir eğitim aldık. Nehirde nasıl yüzülür? Manevralar nasıl yapılır? Botta nelere dikkat etmek gerekir? İp nasıl kullanılır? Kürek nasıl tutulur ve kullanılır gibi soruların yanıtlarını dinledik. Daha sonra can yeleği, kask, su geçirmeyen elbiseler dağıtıldı ve serüven başladı. Parkur 13 km. uzunluğunda. Botumuza 9 kişi bindik. Yol boyunca rehberimizin verdiği komutlara uyarak takım halinde botumuzu azgın Melen Çayı sularında meydana gelen rapidlerden (melen çayı içerisinde meydana gelen büyük dalgalar) geçirerek sakin sulara ulaştırmanın zevkini tattık. Yol boyunca heyecanlı anların yan ısıra sakin akan bölgelerde suya, kuş seslerine ve yemyeşil doğaya bu denli yakın olmak gerçekten harika bir duyguydu. Bir ara mola verip kıyıya çıktık, sıcak ateşin başında çay içerek ısındık. Beklenmeyen anlarda suya düşenler en neşeli anlarımızdandı. İki saatin nasıl geçtiğini anlamadan varış noktamıza ulaştık. Karadan geriye dönüp bizi merak edenlere birazcık hava attık, yemeğimizi iştahla yedik. Sıcak çay içerek ısındıktan sonra keyifli anılarımızla birlikte İstanbul’a doğru dönüşe geçtik...