2 şubat 2017 sabahı İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan hareket ediyor 3,5 saatlik bir yolculuktan sonra Norveç’in başkenti Oslo Gardermoen Havaalanı’na iniyoruz. Havaalanı, Kuzey’in modern mimari özelliklerini gözler önüne seriyor. Tasarımındaki zarif ahşap detaylar çok hoşumuza gidiyor. İlk varış noktamız Bergen şehri olduğu için birkaç saat bu şık havaalanında beklemeyi göze alıyoruz.
Uçağımıza bindikten sonra yarım saat kadar sanırım alkollü bir karışım kanatlara püskürtülerek aşırı soğuğa karşı güvenli bir hale getiriliyor. Bir saat süren iç hatlar yolculuğumuz sonunda Bergen Havaalanı’na iniyoruz. Bir taksi ile Bergen’in ünlü Hansa Evleri’nin karşısında deniz kenarında konumlanan harika manzaralı Admiral Clairon Oteli’ne varıyor, valizimizi bırakıp hemen sokağa çıkıyor, limanı ve kordonu turluyor, yorgun argın otelimize dönüp dinlenmeye çekiliyoruz.
Sabah otelin harika manzaralı salonunda bol balıklı (tabii ki başta somon ve herring) kahvaltımızı ediyor, dışarı çıkıyoruz. Uzun doğal liman boyunca boy boy tekneler, yatlar demirlemiş, katamaranlar diğer fiyortlara yolcu taşıyor. Tarihi gözetleme kuleleri, halat atma direkleri, depolar, kuğu gibi bembeyaz bir Kraliyet Yatı kıyıyı süslüyor.
Önce Bergen Kalesi’ni (Rosenkrantz Tower) ve içindeki müzeyi görüyoruz.
Norveç İskandinav yarımadasının batısında yer alıyor ve Anayasal Monarşi ile idare ediliyor. Kralların çoğu Hakoon soyundan gelmektedir. 5 milyon nüfusa sahip ve balıkçılık ve petrol sayesinde zengin bir ülke. Avrupa Birliği’ne girmeyi halk referandumda reddetmiş, ancak NATO’ya üye. Norveçlilerin ataları Vikingler, savaşçı ve denizci bir millet. Tarih içinde komşuları tarafından ve Nazi Almanya’sı tarafından işgal edildi. 1945’de işgalden kurtuldu. Sonra Bergen Kent Müzesi’ne gidiyoruz. Bergen’in tarihçesi, çeşitli objeler ve videolar ile burada anlatılıyor. Bergen Norveç’in 2. büyük şehri olmasına karşın 300.000 kadar nüfusa sahip. Huzurlu ve mutlu bir fiyord şehri. Gulf stream akıntısı etkisi ile Norveç’in en ılık şehriymiş. Şubat ayı olmasına rağmen giysilerimiz oldukça kalın geliyor ve hiç üşümüyoruz. Kıyı boyunca dizilmiş dik çatılı renk renk Hansa evleri 1100’lerde yapılmış balıkçı evleriymiş. (Şimdilerde mağaza, cafe, restoran, sanat galerisi olarak işlev görüyor ve önündeki ahşap alanda yazın turistler manzaranın keyfini çıkarıyor.) 5 kez yangın geçirmiş ve yenilenerek bu günkü haline ulaşmış, mimari hep aynı kalmış. Eğimli çatılar Kuzey’in karakteristiği ve çok sevimli. Müzede Bergenli kadın sanatçı Marta Nerhus telleri tekstil gibi dokuyarak yaptığı tabloları ve 5000 adet minik tel kayıkla yaptığı enstalasyonu (sanatçı eserinde sandalla umut yolculuğuna çıkan göçmenleri anlatıyor) görüyoruz.
Bundan sonraki durağımız füniküler ile çıkılan Bergen’in en yüksek yerinde konumlanan harika fiyord manzaralı Floyen tepesi. Kuşbakışı şehrin kuzeye özgü mimarisini seyrediyoruz. Merkeze inip sokaklarda turluyor, galeri ve mağazalara göz atıyoruz.
Akşam yemeği Balık Market’teki lokantada seyirli ve balıkların arasında pek keyifli. Pencereden görülen ise fiyord ve kıyısındaki Hansa Evleri ile ışıl ışıl bir Bergen...
Gece otelimizin lobisinde kahve keyfi yapıyoruz.
Ertesi sabah son defa Bergen’i gezip saat 11.59 hareketle Bergen tren istasyonundan yola çıkıyoruz. Güneşli başlayan fiyort manzaraları, tren dağlara tırmandıkça yerini karla kaplı ormanlara, buz tutmuş göllere, fiyortlara, şelalelere ve bembeyaz kar manzaralarına bırakıyor. Tren yolculuğumuz 7 saat sürecek. Hemen hemen 45-50 dakikada bir istasyonlarda duruyor. Kimi kasaba, köy hayatı, fabrika muhiti, kayak merkezi derken her istasyonun ayrı bir özelliği olduğunu görüyoruz. Trende kahve, çay ücretsiz self servis ediliyor. Sıcacık ortamda kahve eşliğinde pencereden kar manzaralarını seyredip ilginç fotoğraf kareleri yakalama çabamızdan adeta bitap düşüp kendimizi yavaş yavaş kararan akşamın griliğinde sık sık karanlık tünellerden geçişimize, kâh çam ağaçlarının bembeyaz görkemine, kâh karlı dağların heybetine bırakıyoruz. Saat 19.15 Oslo’dayız. Tren garının içinde yer alan otelimize yerleşiyoruz. Valizimizi bırakıp kısa bir yürüyüş yapıyor, dinlenmeye çekiliyoruz.
Ertesi sabah kahvaltı sonrası otelin arka kapısından çıktığımızda tam karşımızda duran, Oslo’nun bir buzdağını andıran mimarisi ile ünlü Opera Binası’nı geziyor, çatısına tırmanıyoruz. Sonraki durağımız garın önünden bindiğimiz metro ile yarım saatte ulaştığımız kayak merkezi ve atlama pisti Holmenkollen. Metro ile gidişimiz sırasında Oslo’nun şık banliyölerinden geçiyoruz. İstasyonlarda çoluk çocuk, genç, yaşlı, kayak kıyafetleri ve malzemeleri ile insanlar biniyor. Emzikli bebekler bile kayak kıyafetleri içinde. Norveç’e geldiğimizden beri sokaklarda bebek arabaları ve içinde sıcacık yorgan tulumları ile yatan sevimli sarışın bebekler çok dikkatimizi çekti. Temiz havanın keyfini sürüyor bu bebekler. Holmenkollen’de çok yüksek ve çok uzun bir atlama pisti var. Ancak pist açık olmadığı için atlayanları değil, sadece kayak yapanları seyrediyoruz. Dönüş yolumuzda da karla kaplı yollar, çam ağaçları, şık köşkler, güzel kuzey evleri, beyaz yollarda yürüyen, bisiklete binen, bebek arabası süren insanları, futbol oynayan gençleri görüyoruz. Norveç’te kışın hayat, karla kaplı beyaz bir dünyada dünyanın başka bir yerindeki gibi sürüp gidiyor.
Sonraki durağımız dünya çapında ünlü Norveçli ressam Edvard Munch’un müzesi. Müzede sanatçının birbirinden ünlü tablolarını görüyoruz; yalnız en ünlü eseri Scream (Çığlık) National Gallery’deymiş. Biz de buradan sonra Ulusal Galeriye gidip bu ünlü tabloyu, başka Norveçli ressamlar ile dünyaca ünlü diğer ressamların tablolarını görüyoruz. Oldukça zengin bir koleksiyonu var müzenin. Müze çıkışı biraz çevreyi dolaşıyoruz. Akşam limanda yemek yiyoruz. Norveç’in bir diğer özelliği de çok pahalı bir ülke olması. Herhâlde yüksek maaş alıyorlar. Bergen’de deniz Somon balığının kilosunu 600 kron, çiftlik somon 300 kron (hemen hemen Türk parası ile yarısı hesap ediliyor) olarak gördüğümüzde balık pazarında adeta dilimiz tutulmuştu. Burada su dahil her şey Türkiye’ye göre inanılmaz pahalı.
Gece ışıklı ve şık binaların yer aldığı limanda yürüyüş yapıyoruz. Nobel Barış Ödülü töreninin yapıldığı bina, Belediye binası ve Modern Sanatlar Müzesi ışıklandırılmış.
Bu arada gezdiğimiz veya gezmeye vakit bulamadığımız Oslo’nun görülecek yerleri şöyle: Kon-Tiki Museum (Denizcilik Müzesi) (Norveç’in Roald Amundsen önderliğindeki kutup keşiflerinde kullandığı Fram adlı geminin sergilendiği müze), Oslo Şehir Müzesi, Kraliyet Sarayı, Oslo Katedrali, Norveç Bilim ve Teknoloji Müzesi, Botanik Bahçeleri, The Storting (parlamento binası) The Viking Ship Museum, Vikinglerden kalma gemilerin sergilendiği müze.
Üşütme korkusundan olsa gerek çok sıkı giyinmiş olduğumuzdan ya da Gulf Stream’in etkisiyle sandığımızın aksine Norveç seyahatimiz sıcacık geçiyor. Şansımıza ılık bir havaya denk gelmiş de olabiliriz. Bu kış sadece İstanbul’da çok üşüdüm diye düşünüyorum.
Son günümüzde sabah kahvaltı sonrası 20 dakika mesafedeki Vigeland’a gidiyoruz. Dünyaca ünlü heykeltıraşın parkı süsleyen, çoğunlukla insan figürlü heykellerini görüyor, parkı geziyoruz. Hediyelik alışverişimizi yapıyor, gardan kalkan ekspres tren ile havaalanına geçiyor, İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz.
Norveç’in eşsiz doğa manzaraları, sakin ve düzenli yaşamı, kısa süren seyahatimizde bize pozitif enerji veriyor. Sanırım Avrupa’nın bu köşesinde bizim coğrafyamızda yaşanandan daha huzurlu bir hayat yaşanıyor.