Birkaç yıl önce Candan Erçetin’in konserine gitmiştim. Açıkhava tiyatrosu hıncahınç doluydu. Son zamanlarda pek moda olan bir deyimi kullanıvereceğim burada: “İnanılmaz bir performans sergilemişti.” Nasıl giriş? Şaka gibi başladım ama son derece ciddiyim aslında. Yani böyle başlıyorum ama asıl niyetim daha ciddi. Umarım dağılmadan bağlayabilirim.
Sahneden taşan korkunç bir enerji ve duygu yoğunluğu, kısa sürede bütün mekânı sarmış ve üç saat boyunca beş bin kişi tek yürek tek ruh olmuştu. Hep bir beden, hep bir ağızdan şarkılar söylenmişti. Bir ara, soluduğum havayla bedenimin her bir hücresine işleyen müthiş güçle irkilerek kardeşime, “Bu koskoca mekândan gökyüzüne doğru yükselen enerjinin farkında mısın?” dediğimi hatırlıyorum. Dua gibiydi. “İşte bu enerji bütün kötülükleri yenebilir” demiştim sonra. Kardeşimin cevabı oldukça manidardı. “Evet de... Yetmiyor... Daha bunlardan çok lazım.”
Şarkılar, danslar, müzik ve her türlü güzellik, yani estetikten aldığımız sıcaklık, aşk, koşulsuz sevgi ve dua. Bunların hepsi kötülüklerin silahlarıdır bence. Yeter ki ruh birliğiyle olsun.
Yine birkaç yıl önce bir gün, Kınalıada kilisesinin bahçesinde, birçok farklı dinden din adamının katılımıyla, toplu bir ayin düzenlenmişti. İnsanlar, sinsi bir virüs gibi yayılarak insanlığın geleceğini tehdit eden, çığ gibi büyüyerek doğanın dengesini bozan, vahşet ve kötülüklere karşı, ruh birliğiyle dua ettilerdi. Ama... evet... daha bundan da çok lazımdı.
Hatırlar mısınız? Yıllar önce pek popüler olmuş bir fantastik film dizisi vardı. Hayalet avcıları. Bunlardan birinde, şeytani bir güç, şehrin en önemli binasını zapt etmişti, oradan tüm şehre ve tüm dünyaya yayılacaktı. Hiçbir şekilde alt edilemeyen bu güç, filmin sonunda bir şehir dolusu insanın, sevgiyle birbirine sarılarak, hep bir ağızdan söylediği bir ilahi ile yok olmuştu.
Bu fantezinin içindeki mutlak gerçek, sevgiyle ruh birliğine varıldığında oluşan pozitif enerjinin her kötülüğü yenebilmesi idi.
Bilmem farkında mısınız, son yıllarda insanların, hep birlikte atmosfere pozitif enerji yayması, gibi bir kavram oluştu. Ah keşke becerebilsek bunu...
İnsanlık bu kavramı içgüdüsel olarak, yüzyıllardır biliyor bence. Toplu ibadetlerin nedeni de bu olmalı. İnsanların aynı anda, aynı şeyden etkilenerek, aynı şeyi hissetmesi ve aynı şeyi dilemesiyle, bu dileğin gerçekleşmesi çok mümkün. Mucizeler bile böyle oluşur herhalde. Bunun için bir dini inanç bile şart değil. Sevgiye inanmak yeter. Toplu ibadetler ihmal edilebilir. Ama toplu olarak sevgiyle, müspet yönde duygulanmalar, ibadet kadar işlevseldir.
Hem inançsızım diyenler bile, içlerinde küçük bir umut taşıyorlarsa eğer inançsız değillerdir. Çünkü inanç umuttur. İnsan zekâsı geliştikçe “Tanrı var mı yok mu” ikilemine düşülür. Cevabı bilinmeyen bir soru gibi gelir bu bize. Oysa ne basittir cevabı. Sevgi varsa Tanrı da var. Çünkü Tanrı sevgidir.
Sevgisizlik getirecek bence insanlığın sonunu. Bu acımasızlıklar, katliamlar, gözü dönmüşlükler. Saplantılar, ihtiraslar... Bu sevgisizlik... Bu Tanrısızlık... Sonunda bu paylaşılamayan dünyanın kendisi, kendi elleriyle alacak intikamını insanlıktan. Oldukça sık uyarıyor da üstelik. Biz onu koruyamıyorsak o kendini koruyacak. Ayrıca, hiç düşünür müsünüz? Birden dünya dışı birtakım canlılar saldırıverse dünyaya, kim bilir nasıl kardeş kesilip birbirine sarılır insanlık korkudan titreyerek...
Ay ben yine kapıldım gidiyorum duygularımın rüzgârına... Nereden girdim bu konulara? Oysa geçirdiğimiz Sevgililer Günü’yle ilgili bir şeylere bağlamaktı niyetim aslında. Bir aşk insanı olarak aşk üzerine ‘çok bilmiş’ birkaç kelam edecektim. Hatta bir konserden söz ederek başlamamın nedeni de Mart ayında Montreal ve New York’ta gerçekleşecek bir konser hazırlığı içinde olmamdı. Bizim Hrant Dink Çağdaş Oratoryosu oralarda da görücüye çıkacak, biliyor musunuz? Yani Mart ayında ben yine oralardayım. Eh artık dönüşümde anlatırım detayları inşallah, hele bir sağ salim gidip döneyim de.
Ne diyordum? Ha evet, öyle aşklı meşkli, müzikli bir yazı olacaktı ama kulağıma insan vahşetiyle ilgili bir haber çalınınca, kafam gitti. Ah bu savaşlar, vurmalar kırmalar, öldürmeler, işkenceler, vahşetler öyle acıtıyor ki içimi son zamanlarda. Sinirimden haber bile izlemiyorum artık ama pek müptelâsı olmasam da sosyal medyaya hepten uzak da değilim. O bile yetiyor çoğu zaman.
Neyse... Aniden kendi kendine yazıverdi elim işte. Oluyor bana böyle bazen. Oturuyorum masanın başına, bırakıyorum kendimi, ellerim yazıyor böyle. Evet, bari yine sevgiye bağlayayım ve şöyle bitireyim:
Allahaşkına, şimdi, şöyle, sırtınıza yaslanıp hayal edin hele...
Dünyadaki tüm insanlar, tek tek, her türlü korkuyu ve pisliği atıp içinden, koşulsuz sevgiye sarılsa bir tek... Ve öğrense sevmeyi, her şeyi sevmeyi... Ve paylaşabilse... Ve yok etse tüm silahları... Ve bitse bütün savaşlar... Nasıl bir gezegen olur dünyamız kim bilir... Ozon tabakasını bile onarır, iklimleri bile düzeltiriz... Vallahi. Hadi sevgiyle kalın. Bir ay sonra Trudau’ya sevdalanıp “ben artık dönmüyorum” demem inşallah...