Adalarımızı çevreleyen, yüzdüğümüz, gezdiğimiz, balığa çıktığımız denizlerde köpekbalıklarının bulunmasını ister miyiz? Buna “evet” diyenler çok olmayacaktır şüphesiz. Çünkü köpekbalıkları hangi tür olursa olsun, korkulan deniz canlılarının başında geliyor. Bunda gerçeklik payı da var. Denizlerdeki besin zincirinin en tepesinde duran balıklar onlar. Denizlerin gerçek yırtıcıları… Ancak doğanın dengesinin aynası da onlar. Eğer bir bölgeden köpekbalıkları çekilip ve artık görülmez olmuşsa orada besin zinciri kırılmış demektir. Eğer onların varlıkları devam ediyorsa bu, o bölgede doğal şartların bozulmadan devam ettiğinin bir göstergesidir. Buna karşılık Marmara’nın doğal şartlarındaki bozulma yadsınamaz bir gerçek. Bu şartlar bozulmadan önce Marmara’da da köpekbalıkları yaşam sürüyorlar mıydı?
Bu sorunun cevabını Sıtkı Üner’in ilk baskısı 1968 yılında yapılmış olan “Balık Avcılığı ve Yemekleri” kitabındaki aşağıdaki bölümde bulabiliriz:
“Harharyas, Dikburun Harharyas ve Pamuk Balığı gibi canavar cinsinden ve her biri 500-2000-3000 kilo ağırlığında olan köpekbalıkları bütün mevsimlerde Marmara’da bulunur. Hatta bunlara Marmara’nın yerli balıkları da diyebiliriz. Havaların durumu, Boğaziçi sularının sühunet farkı, tuzluluk derecesi bu canavarların bünyelerine uygun olduğu zamanlarda İstanbul Limanı’nda ve Adalar civarında görülürler. Olay olta ile orkinos avcılığında, oltaya yakalanmak suretiyle olur. Bunun sebep ve şartları şöyledir: Karadeniz’in tuzluluk derecesi binde 18’dir. Dolayısıyla tuzu az olan bir denizdir. Karadeniz’in Marmara’ya döktüğü su miktarı saniyede 10.000 metreküptür. Aşağı su -akıntı- adını verdiğimiz bu döküntü, Boğaz’ın orta tarafında satıhtan itibaren 20-25 metre aşağıya kadar olan sahalarda vukua gelir. Bu cereyan Karadeniz’e akan yüzlerce ırmak ve birçok büyük nehirlerin döktüğü sulardan ve Karadeniz’e akan yüzlerce ırmak ve birçok nehirlerin taşıdığı sulardan ve Karadeniz’in Akdeniz’e kıyasen tebehhuratının az olmasından ileri gelir. Akdeniz’den Marmara’yı takiben Karadeniz’e doğru üst cereyan altından giden tersine bir akıntı vardır. Bu suyun tuz kefaseti ise binde 35-38’dir. Bu dip akıntısına kanal denir. Kuvvetli lodos rüzgarları devamlı olarak estiği zamanlarda, Karadeniz’den Akdeniz’e akmakta olan üst akıntı durduktan başka Marmara’dan Karadeniz’e doğru satıhta bir akıntı hasıl olur. Buna Orkos adı verilir. Lodostan meydana gelen bu orkos sebebiyle Marmara’nın İstanbul Boğazı’na yakın sahaları, Adalar civarı ve İstanbul Limanı Karadeniz’in soğuk ve az tuzlu sularının etkisinden kurtulup Marmara sularının hücumuna uğrar. Bu olay sebebiyle Sarayburnu’ndan itibaren Ortaköy önlerine kadar olan Boğaz bölgesi Marmara’nın bünyesinden bir parça olur. Kış aylarının ılıman gittiği zamanlarda torikleri ve onları takip etmekte olan orkinosları bir kısmı kış hayatını Adalar civarında ve İstanbul Boğazı’nın kanal mıntıkasında geçirirler. Gerek Orkos’un etkisi, gerek torik ve orkinosların Boğazda yatması, esasen Marmara’da yaşamakta olan iri cüsseli canavar cinsinden köpek balıklarının İstanbul Limanı’na kadar sokulmasına vesile teşkil eder. İşte bundan dolayı köpek balıkları, torik ve orkinosları yemek için Adalar civarına ve İstanbul Limanı’na gelirler. Olay Aralık başından Şubat, bazen Mart ayı sonuna kadar devam eder. Ancak kıyılara yaklaşmazlar, deniz seviyesine de yükselmezler. Boğaz’da ve Adalar civarında yatmakta olan orkinosların olta ile avcılığı esnasında, Harharyas, Pamukbalığı gibi canavar cinsinden olan köpekbalıkları, orkinos oltasına yem olarak takılan toriği saldırıp yutar ve oltaya yakalanırlar. Orkinos’un olta takımı mukavimdir. Canavar bu oltayı kolay kolay koparamaz. Usta bir balıkçı en az 3-4 saat uğraşıp canavarı yorgun hale getirdikten sonra yukarı çekmeye muvaffak olur. Karın kısmına vurulan zıpkın onu mukavemetsiz kılar.
Nisan başlarında havaların ısınmaya yüz tutması üzerine, eriyen karlarla ve ilkbaharın bereketli yağmurlarıyla beslenen Tuna, Dinyeper, Dinyester, Don, Sakarya, Kızılırmak gibi büyük nehirler ve başkaca yüzlerce ırmak, tatlı ve soğuk sularını Karadeniz’e bolca dökerler. Bu suların bir kısmı İstanbul Boğazı’na akıntı olarak intikal eder. İlkbaharda Boğaz akıntısının kefaseti diğer mevsimlere göre çok fazladır. Satıhtan itibaren 25-30 metre aşağıya kadar kalın bir tabaka teşkil eder. İlkbaharın bu Boğaz cereyanına, süratli ve kuvvetli olmasından dolayı balıkçılar Mayıs Suyu derler. Bu dönemde Karadeniz’in soğuk ve az tuzlu suları ile karşılaşan köpek balıkları bünyelerine uymayan bu sulardan hoşlanmayarak İstanbul Limanı’nı ve Adalar civarını terk edip Marmara’nın derinliklerine çekilirler. Bu nedenle yazın sahillere ve plajlara sokulmazlar, bizlere zarar vermezler.”
Marmara’da artık o torikler yok, kanalda yatan o dev orkinoslar yok. Bu nedenle kopan zincirin en tepedeki halkasındaki canavar olarak tanımlanan köpekbalıkları da yok. Denizlerin yırtıcılarının çevremizden uzaklaşmaları pek çokları için olumlu bulunabilir. Ama bozulan çevre şartlarının en büyük göstergesi de bu. Sonuç, eski zenginliğinden çok uzak bir Marmara Denizi.
Dalgıç olarak bizler de derin sularda gezinirken bu türden yırtıcılar ile karşılaşma ihtimalinin yok denecek kadar az olmasının rahatlığını da yaşıyoruz. Aslında üç yüzden fazla türü olan balıklardır köpekbalıkları. Bu kadar çok türün arasındaki çok azı yukarıdaki tarife uyacak kadar yırtıcı ve insanlar için potansiyel tehlike yaratan balıklardır. Aynı kediler gibi. Bahçemizde gezinen kedi ile Afrika savanlarının en yırtıcısı aslan arasındaki benzerliği köpekbalıkları ile benzeştirebiliriz. Kimi kediler kadar zararsız, kimi aslan ve benzeri yırtıcı kediler kadar insanlar için tehlikeli. Ama ne türden olursa olsun bir köpekbalığı bölgesinin en dikkat çekici balığıdır.
Böyle bir köpekbalığı Adalar denizinde de dalışlarımız sırasında zaman zaman karşımıza çıkıyor. Büyükadalı dalgıç arkadaşım Serço Eksiyan’ın eski adalı oltacılardan öğrendiği, çok sık daldığı, Büyükada’nın Neondros’a bakan kıyılarının açığında yaklaşık 40 metre derinliklerinde bulunan bir taşlık bölge var. Artık eskisi gibi oltacıların gözde balıkları yok ama yine de çevredeki balıkların yuvalandığı bir bölge. Serço, bir köpekbalığına burada zaman zaman rastladığı için balığı fotoğraflamak için bölgeye bir dalış planladık. Tek bir dalışta balığa rastlamak şans işiydi ama bu şansı kullanmak istedik. Dalışa başlayıp 42 metrede taşların arasında dibe ulaştığımızda dekomprasyonsuz bir dalış için çok zamanımız yoktu. Ancak şanslı bir günümüzdeydik ve ipte çok vakit harcamadan balığı taşlık bölgede gezerken gördük.
Oldukça yavaş hareket eden bir balıktı ve doğru bir şekilde yaklaşırsak balığı ürkütmeden fotoğraflarını çekebilecektik. Serço büyük ışıkları ile balığı ikimizin arasına alınca bu fırsatı yakaladık ve balığın fotoğraflarını çekmeyi başardık.
Bu balık için dilimizde ilginç bir isim belirlenmiş: Domuz Balığı. Bilimsel ismi Oxynotus centrina, İngilizce ismi ise “Angular Rough Shark”. Kuzey Avrupa kıyılarından güneyde Batı Afrika kıyıları boyunca Güney Afrika’ya kadar olan bölgeye dolayısıyla Akdeniz’de ve hatta Karadeniz’e kadar bir bölgeye yayılmışlar. Ancak bu kadar geniş bölgeye yayılmış olmalarına rağmen nesli tehlike altında bir tür. Fakat ilginç olan, en fazla görüldüğü bölge Marmara Denizi. Buna rağmen bu türe son üç dört yılda dalışlarımız sırasında iki defa rastladık. Ama biliyoruz ki kıyılarımızda hala bir köpekbalığı türü yaşam sürmeye devam ediyor. Onun besin zincirinde orkinoslar, torikler yok, en fazla 1,5 metreye ulaşan boyuyla onun hedefi yengeçler, midyeler ve küçük balıklar. Hala iyi giden bir şeyler var ki bu köpekbalığı denizlerimizde varlığını sürdürebiliyor.
Ancak onun için tehlike bitmiş değil. Doğrudan onu değil ama Adalar denizdeki her canlıyı hedef haline getirmiş gırgır avcılığı onu da bu diplerden alıp götürecektir. Yerine yenileri gelir mi? Orası çok şüpheli.