Dostluk, arkadaşlık, ahbaplık… farklı kavramlardır. “Benim hiç dostum yok” diyene çok rastlarız. Dost edinmek, dostluk hissetmek kolay değildir. Her şeyden önce karşılıklı güvene dayanır. Çok zaman ister bir insanı tanımak, anlamak, dost saymak… Öyle ki dostsuz insan çok var. Eh dünya sonu değil. Ayrıca dostluk öyle bir şeydir ki bir kez var oldu mu hiçbir nedenle tavsamaz. Yıllarca görüşmesen de hep vardır. Yoksa, zaten çaresi yoktur.
Ben “Hiç arkadaşım yok” diyene daha çok üzülürüm. Ne büyük bir yalnızlık içindedir kim bilir… Dayanılmaz. Kimimizinki parmakla sayılabilecek kadar olsa da çoğumuzun bir dolu arkadaşı vardır. Hepsiyle derin dostluklar içinde olmayız, hani şöyle yüreğimizin en gizli köşesini açacak kadar, canımızı emanet edecek kadar. Ama bir düşünün; neler paylaşırız arkadaşlarla, neler yaşarız birlikte… ya hiç olmasalardı? Arkadaşlık güzeldir. Uzun da sürebilir kısa da, uyumlu da olabilir uyumsuz da. Zamanla dostluğa dönüşür ya da hiç dönüşmez… ama güzeldir. “Onlar kendi seçtiğimiz kardeşlerimizdir” derler ya ki kardeşimizle belki de onlar kadar içli dışlı olmayabiliriz, anlaşamayabiliriz. Kardeşimizi seçemeyiz çünkü.
Bir de ahbaplık etmek var. Farklı bir şeydir. Diğerleriyle kıyaslanamaz. Anlıktır. Kısa sürelidir. Yüzeyseldir. Ama keyiflidir. Orada başlayıp orada bitebilir. Denk geldikçe, rastlaştıkça aynı düzeyde sürebilir. Arkadaşlığa da dönüşebilir. Ki o da belki bir dostluğun başlangıcı olabilir.
Ha… bir de tanıdıklarımız var. Sayısını bilemeyiz. Hatta bazen nereden ve nasıl olduklarını bile hatırlamayabiliriz. “Bir yerden tanıyorum ama nerden?” deyip de bir türlü çıkaramadıklarımız olmaz mı?
Ben bu yazıya tersten başladım aslında. Niyetim o değildi ama düşündükçe o hale geldi. Öylesine tanıdıklarımızdan başlayıp, dostlarımıza gelecektim. Dostlar ağır bastı sanırım. Şükür ki dostlarım var. Ben çok gençken annem sık sık: “Kızım her yüzüne güleni dost sanma” diye nasihat ederdi. Benim sürekli ‘yürek avuçta’ halimden endişe duyardı sanırım. Hatta “Her şeyin doğrusunu söylemen şart değil” de derdi. Doğrusu, neyi nasıl yaparak bu hale geldiğimi bilemiyorum. Öyle bir yaştayım ki artık, ne olmuşsa olmuştur. Yanlışlarım varsa da değişmek için çok geç. Ama… Şükür ki dostlarım var. Ay hâlâ başına gelemedim. Sondan başa gelen filmlere döndü bu.
Efendim; geçen gün bazı dostlarla pek sık gitmediğimiz bir restoranda keyifli bir yemek yedik. Biz genelde alıştığımız, çalışanlarını tanıdığımız mekânlara rağbet ederiz. İlk kez gittiğimiz yerlerde garip bir tedirginlik yaşarız. Yok mu ya iyi kötü tanındığımız, bilindik yerlerde kazık yemeyeceğimize inanırız. O gün ilk kez gittiğimiz o restoranda çalışan garsonlardan biri beni görünce “Ablacım hoş geldiniz” diyerek atıldı ve de gidene kadar pek itibar etti. Sanki yıllardır tanışıyoruz gibi davrandı ve iyice nazımla oynadı.
Şimdi; adamı kesinlikle tanıyorum. Başka bir restorandan olduğunu tahmin ediyorum. Adını hiç bilemediğim gibi nereden olduğunu asla hatırlamıyorum. Ayıp etmemek için de sormadan hatırlamaya çalışıyorum. Mümkünü yok. Asla çıkaramıyorum. Neyse, sonuçta usulünce sorduk öğrendik tabii. Ve evet, daha önce sıkça gittiğimiz bir restoranda çalışıyormuş. Ama bu durum epey bir sohbet konusu oldu. Çünkü uzun süredir kafama takılan bir konuydu.
Dikkat edin; hayatımızda, dost, arkadaş, ahbap ya da komşu olarak belli bir yeri olmayan insanları, bir yerde her gün karşılaşıyor olsak bile, o yerin dışında rastladığımızda çıkaramıyoruz. Mesela, buyurun işte; çok sık gittiğimiz, bir restoranın, diyelim ki her gittiğimizde aradığımız garsonu. Belki de her gün uğradığımız bir marketin kasiyeri. Civar esnafın evimize servis yapan çırağı. Hatta o esnafın kendisi. Kendi mekânı dışında, hele de görmeye alışık olduğunuz kıyafetten farklı bir kıyafetteyse… Tanırsınız ama nereden tanıdığınızı hatırlamazsınız. Hiç olmaz mı, selâm verip geçtikten sonra “Kimdi bu?” diye düşündüğünüz?
Ne bileyim mesela sürekli mahallenizi süpürürken gördüğünüz, hatta zaman zaman üç beş laf ettiğiniz çöpçüyü ya da manavın çırağını bir yerde takım elbiseyle görseniz hatırlar mısınız? Ben gördüklerimi ve duyduklarımı kolay kolay unutamayan bir insanım ve de gevezeyim. Öyle bir dükkâna girip, alacağımı alıp, paramı verip çıkamam hemen. Genelde laflarım. Dolayısıyla çalışanlarla ilişkim şöyle üstünkörü bir bakıp geçmekten ibaret değildir.
Buna rağmen nasıl oluyor da ben bile tanıdığım insanları görmeye aşina olduğum mekân dışında görünce tanıyamıyorum? Acaba beynimiz biz bilmeden kendine göre hafıza bölümüne bir sınır mı çiziyor? Hatta “Bunu hayatına al, bunu alma” mı diyor? Her tanıdığımızı hayatımıza alsak çok mu zorlanır duygularımız? Çok mu yoruluruz? Bilemedim valla…
Evet, buradan sonra son olması gereken başa dönüyorum. Ve “Şükür ki dostlarım var” diyerek bitiriyorum.