Cuma, 30 Eylül 2016 13:27

Engin Deniz

Ögeyi değerlendirin
(3 oy)
Ekim ayında algarnadan dönen Marmaralı balıkçıar Ekim ayında algarnadan dönen Marmaralı balıkçıar

Eylül geldi mi bir hüzün sarar Marmara Adası’nı… Okulların başlamasıyla çocuk sesleriyle dolu sokaklar ve plajlar boşalır, insandan arınır, tüm çıplaklığıyla kalanlara sunardı kendisini doğa. Sararıp dökülen yapraklar gibi büyük şehirde mecbur oldukları yaşantıya geri dönerdi adalılar… Boşalan pansiyon ve otellerin sahipleri de elde avuçta kalan birkaç kuruşla koca bir kışı nasıl göğüsleyeceklerini düşüne dururken zaman hızla akıp giderdi. Odun yığılı sokaklarda hummalı bir çalışma başlar, iskelede, giden gemilerin ardından uzaklara doğru bakılırdı hasretle. Sonbahar yavaş yavaş hissettirir kendini, önce tek tek işletmeler kapanır, el ayak çekilir, adalı kadınlar çay bahçelerine inmez olur.

Balıkçı barınağında ise büyük bir canlılık ve heyecan hissedilir. Eylül başı av yasağının sona ermesiyle ‘vira bismillah’ diyecek adalı balıkçıların kimi algarnaya çıkacak, kimi de gırgır veya alamanaya. Teknelerin halat, ırgat, makara gibi güverte teçhizatları bakım onarımdan geçtiği gibi ağlar onarılıyor hatta teknelerin karina bakımları için çekek yerinde sıraya giriyorlardı.

1990’ların sonuydu, sac tekneler henüz işgal etmemişti limanı, birbirinden güzel ahşap gövdeli Alamatra ve ayna kıç tekneler özenle elden geçiriliyordu. Kalafatıydı, çivisiydi, macunuydu, boyasıydı derken esaslı bir hesap çıkarıyordu sahiplerine ama daha bir bereketliydi sanki bu tekneler. Bin bir güçlük ve çabayla hayata tutunuyorlardı. Yaşayan bir varlıktı çünkü ağaç… Engin Deniz de bunlardan biriydi.

Nazım Gürsoy Reis gırgır ağını sezona yetiştirmeye çalışıyorNazım Gürsoy Reis gırgır ağını sezona yetiştirmeye çalışıyor13-14 yaşlarındayken tanıdım onu. Şefkatle üzerine titriyordu sahibi Nazım (Gürsoy) Reis. Her yıl 100 kilogram sıvama macun kullanıyordu ve bütün bakım işlerini bizzat kendi elleriyle yapıyordu. 1963’te Hacı Ahmet Usta tarafından Rumeli Kavak’ta inşa edildiği günden beri Marmara’nın sularında voliden voliye koşuyordu. Gürsoy kardeşler Asmalılı Temel Şolta’dan almıştı Engin  Deniz’i, ta ki yeni sac bir balıkçı gemisi alınıncaya dek uzun yıllar kullanmışlardı. 1997 balık sezonunda kuzenim Erdem (İşseven) kalabalık bir arkadaş gurubuyla Engin Deniz teknesiyle palamut avına çıkıyordu. Gece yarısı denize açılıyorlar kimi zaman ertesi gün öğle saatlerinde ancak limana dönüş yapıyorlardı. Biraz da bire on katarak balık maceralarını anlattığı için çok merak etmiş ve özenmiştim. Yalvar yakar evden izin alarak tabi Nazım Reis’in de oluruyla serin bir Eylül akşamı 13 kişilik mürettebatına dahil olmuştum. Fakat Reis’in yanından ayrılmamak kaydıyla! Çünkü ayakaltında dolaşmak tehlikeli olabilirdi av esnasında. Gece yarısını biraz geçmişti, ay adeta havada asılı duran bir kayısı gibi Ekinlik Adası semalarındaydı. Teker teker tekneye doluşan mürettebata çay demleyin de bir şeyler atıştıralım komutu veren Reis kendi kamarasına çekilmişti. Hilmi, çayın demini biraz fazla kaçırmış olacak ki katran gibi simsiyah oluvermişti ince belli bardaklar… Alt kamaradaki mutfak penceresinden uzatılan kumanyalar bir bir muşamba kaplı masaya dizilmişti. Margarin, zeytin, beyazpeynir ve domatesle beş somun ekmeği mideye indirmek 15 dakikadan az sürmüştü. Hararetli hararetli yapılan sohbet ve bol kahkahayla devam eden kayıntı faslı, Nazım Reis’in Volvo Penta motorunun kontağına basması ve ardından “Hazırlanın kalkıyoruz!” demesiyle tatlı bir telaşa evrilmişti.

Engin Deniz kıçtan kara Marmara balıkçı barınağında sezonu beklerkenEngin Deniz kıçtan kara Marmara balıkçı barınağında sezonu beklerken

Hemen en üst güverteye Reis’in yanına çıkmıştım. Bir film izliyor edasıyla, tayfaların hareketlerini ve neler yaptıklarına dikkat kesilmiştim. Halatlar çözülüyor, muşamba ve çizmeler giyiliyordu. Tekne limandan ayrılırken kör direk üstündeki kırmızı ışık haricindeki tüm ışıklar sönmüş yalnızca yemeğin üstüne yakılan keyif sigaralarının ateş böceklerini andıran alevi görülüyordu. Üst güvertede motor gürültüsünden uzak sadece baş bodoslamadan iki yana savrulan köpüklerin sesleri geliyordu. O da ne köpük adeta mavi bir alev gibi karanlıkta parlıyordu… Heyecanımı fark eden Reis “Bak dedi, işte gerçek yakamoz bu!”

Kıyı kıyı tüm voli yerlerini büyük bir dikkatle gezen Engin Deniz manastır önlerine geldiğinde ay batmıştı fakat aksilik bu ya hava da esmeye başlamıştı. Dakikalar geçtikçe hava sertlemiş, tüm haklı uyarılara ve kalın giyinmeme rağmen poyraz rüzgârından üşümüş ve orta kamaraya girmiştim. Tonla ağ yüklü olmasına rağmen beşik gibi sallanan Engin Deniz’in kaptan köşkünde sağa-sola hareket eden tahta dümeni izlerken uyuya kalmıştım. Tekne Marmara Denizi’nin ünlü üçerlemelerinden birinin içine düşmüş ve ani bir sancak yalpada ranzadan düşerek uyanmıştım. Sersem sersem etrafıma bakınırken adadan uzaklaştığımızı, Paşalimanı Adası istikametine doğru gittiğimizi fark ettim. Reisin yanına çıktığımda denizin üstü kuzucuk kesmiş, dalgalar büyümüştü… Karar anıydı ve geri dönmek için dalgaları kollayarak manevrasını yapmıştı Reis… Poseidon bugün balıklardan yanaydı. Yakamoza gezilen balık avının ustasıydı çünkü Nazım Gürsoy…

‘Mola!’ komutu ve ardından tekneden dökülen ağların çıkarttığı takır tukur seslerini yaşama hayaliyle çıktığım bu seferden kısmen boynum bükük dönüyordum. Ama balıkçıların gündelik yaşantısına olan merakımı biraz olsun gidermiştim ve arkadaşlarıma anlatacak yeni maceramın ayrıntılarını düşünüyordum. Derken hayatımın sonuna dek unutmayacağım bir sahneyi yaşamıştım. Aba sahiline paralel ilerliyorduk ki Nazım Reis teknenin hızını arttırmış, yol ayarını dibine kadar yaslamıştı. Ağlar teknenin arka kısmında olduğundan zaten baş tarafı bir karış sudan yüksekte olan tekne, hızının artmasıyla adeta şaha kalkan bir kısrak gibi dalgaların üzerinden limana doğru atılmıştı. Ayağa kalkmış ve bu görsel şöleni bir-iki dakikalığına da olsa hissetmeye çalışmıştım. Denizin metrelerce üstünde uçan bir martı misali süzülüyordum… Mendirekten içeri girer girmez bir anda hızı kesmişti Reis ve Volvo Penta ‘Puof!!’ gibi bir ses çıkartmıştı (Daha sonra bu sesin turbo sesi olduğunu öğrenmiştim). Sabahın dördünde in cin top oynayan balıkçı barınağı ve Marmara sokaklarında yankılanmıştı bu tanımı zor ses. Ustaca bir-iki manevra sonrasında da hemen yanaşıvermişti limana.

Engin Deniz satıldıktan sonraEngin Deniz satıldıktan sonraBaba mesleği olan balıkçılığı orta ikiden terk ederek seçen Nazım Reis kendisiyle aynı işi yapan kardeşleri Kazım ve Yusuf Gürsoy’la birlikte 1990’ların başında Engin Deniz’e sahip olmadan evvel birkaç tekne daha alıp-satmışlardı. Gürsoylar, Mehmet Reis ve Sadıklar’ın ardından Engin Deniz’le yapılan iyi avlar neticesinde Mehmet Gürsoy sac teknesini yaptırabilmişlerdi. Yine de Reis için Engin Deniz’in yeri ayrıydı. Narin gövdesi, baş formunun güzelliğiyle diğer teknelerden hemen ayırt edilirdi. 450 beygir kuvvetinde makinesiyle de birçok balıkçı teknesinden daha yolluydu. Bakım masrafları, ortaklar arasındaki anlaşmazlıklar, daha rahat güverte alanına sahip, teknolojik ekipmanlarıyla daha donanımlı bir gemi ihtiyacı neticesinde çocuğu gibi sevdiği ekmek teknesinden ayrılmanın hüznüyle yeni sahiplerine devretmişlerdi Engin Deniz’i… Hiç kimse onun gibi bakamazdı bu narin tekneye oysa… Bir-iki sahip daha değiştirdikten sonraysa üzerindeki tüm balıkçılık aksamı sökülmüş ve donanımlarından arındırılarak kupkuru bir tekne halinde Topağaç Limanı’nda ölüme terk edilmişti adeta.

Her fırsatta fotoğraflamaya çalıştığım bu teknenin son durağının güneyde bir nehirde demirli olduğunu ve kamaralarının dahi söküldüğünü hatta çirkin eklemelerle gecekondu benzeri bir lokantaya dönüştürüldüğünü üzüntüyle öğrendim. Oysa yaşayan bir tekneydi o… Gün olmuş 2500 çift palamut yakalamış, kimi zaman küpeştelerine kadar silme hamsiyle dolu dönmüştü yuvasına. Bütün köye balık yedirmişti. Karanlık sahillerde, dantel gibi koylarda pul pul parlayan bir derya kuzusuydu. Rast gele! Nidalarıyla uğurlanırken Marmara Denizi şefkatle basmıştı onu bağrına… Şimdi tek tek kayboldu isimleri reisleriyle özdeşleşen balıkçı tekneleri. Necip Reis, Alkanlar, Denizyaran, Ahmet Deniz ve niceleri hafızalarımıza kazınan anılarda ve 3-5 fotoğrafta kaldı…

1998 yılında Engin Deniz’in bir resmini yaparak Nazım Reis’e hediye etmiştim. Edip Akbayram 1998 yılında eski parçalarından oluşan ‘Dün ve Bugün’ adlı albümünü piyasaya sunmuştu. İçinde bulunan ‘Karadeniz’ adlı şarkıyı ise bugün de hâlâ severek dinlerim. Her dinleyişimde de yakamoza gezen Engin Deniz’i hayal ederim uzak bir adada…

Karadeniz, Karadeniz
Fırtınalar içindeyiz.
Dört karanfil verdik sana,
Her biri bir ‘Engin Deniz’

 

Son değişiklik Pazartesi, 03 Ekim 2016 12:17
Yorum yapmak için oturum açın