Cuma, 30 Eylül 2016 13:31

Hayat Sevince Güzel

Ögeyi değerlendirin
(2 oy)
Yazlıkçılar gidiyor Yazlıkçılar gidiyor Fotoğraflar: Viktor Albukrek

Dr Can Öner, Hastane Müdürü İsrafil Saraç, Viktor AlbukrekDr Can Öner, Hastane Müdürü İsrafil Saraç, Viktor AlbukrekDeğerli Adalı Dostlarım,

Geçenlerde Büyükada’da yeni inşa edilen hastane binasındaki holde sıramı beklerken televizyonda şöyle bir dizi geçiyordu: “Hayat sevince güzel”.

Kişilerin, karşılıklı olarak biri birlerini severken veya herhangi bir şeyi severek yaparken, hayatın güzelleştiği, herkes gibi bence de malum olmasına rağmen, olayın nereye varacağını merak etmeye başlarken, sıram geldi.

Hastaneden ayrılırken aklım bu üç sözcüğe takılı kaldı: “Hayat sevince güzel”. Evet dedim. Hastaneyi sevdim, hem de çok.

Hastane sevilir mi? Evet sevilir, çünkü orada hakikaten Büyükada’ya yakışır vasıfta kocaman bir bina gördüm. Geniş holler, tertemiz muayene odaları, sempatik doktorlar var. Hatta bir doktorun, daha ciddi bir tetkik gerektiği hastasını Kartal’daki Araştırma Hastanesine sevk ederek randevuyu kendisinin aldığına şahit oldum. Tesisin adı da, Kartal Dr. Lütfi Kırdar Hastanesi. Tam da Rahmetli Babamın dostu, Merhum İstanbul Vali ve Belediye Reisi Dr. Lütfi Kırdar adına yakışır nitelikte.

Dün gibi hatırlarım, bembeyaz keten kostümüyle, vakar duruşuyla evimizin önündeki yokuşu çıkarken balkonda oturan Beybabamla ayaküstü hasbıhal ettikten sonra, her selam verene karşılık vererek ağır adımlarla yoluna devam ederdi, hem de yaya olarak. O zamanki çocuk merakımla, gözüm, gösterişli endamına, burnuna ve sıcak bakışına takılırdı. Sevdiğimiz, saydığımız insanlardan kalan güzel hatıralar bunlar.

Hastaneyi sevdim ve dolayısıyla yolda yürürken, hayatı güzel buldum; Büyükada’yı da güzel gördüm; iyimser duygularla eve vardım.

Demek ki sevmekle, iyimser düşüncelerle etraf güzelleşebiliyor. Peki, eski Büyükadalıların evlatları, adamızı neden sevmiyor? Yazın kavurucu sıcağında nasıl da güneye kaçıyorlar? Niçin sevdiremiyoruz Büyükada’yı onlara?

Otomobil deseler, artık Adamızda motorlu araç trafiği var! Lokanta istersen, sahillerimizde, çarşıda, yayaların dahi geçemeyecek kadar, aşırı derecede bol. Bar, kafe ararsan, gırla… Disko istersen, o da var. Meyhane desen, şahanesi mevcut. (Adını veremem, reklama girer). Bütün bunlara rağmen adalarımızı, genç neslimize sevdiremiyoruz vesselam.

Acaba ebeveynlerinin yakınında eğlenmekten mi çekiniyorlar?

Lakin dışarıdan gelen yeni neslin gençleri dahi sevmiyor Adamızı. Sevselerdi, bu kadar hor kullanmazlardı sokaklarımızı; akşam gittiklerinde, hüsranlarının karşılığı olarak, yerlere mısır koçanlarını, pencere parmaklarımızın aralarına kullanılmış kâğıt mendillerini, duvarlara ters yapıştırılmış dondurma külahlarını, ağaç diplerine şişe ve atıklarını bağışlamazlardı Adamıza.  

Tecrübem gösteriyor ki, insan doğduğu ve büyüdüğü toprağı sever, sevdiği yöreyi güzel görmek ister ve orayı itina ile korur, ihya eder, güzelleştirir.

Daha evvel de yazdığım gibi, ümidimiz Adalarda doğacak yeni nesilde! Lakin onlar da gençlik yıllarını büyüklerinin yakınında geçirmek istemeyeceklerse, Adalar, bundan sonra yaşlı emeklilere mi kalacak?

Bekâr gençlerimizin Adayı sevmemeleri, burayı çirkin bulduklarından mı? Çirkin taraflarımız varsa, el birliğiyle düzeltemez miyiz kusurlarımızı?

Henüz araştırmadığım bir husus daha var. Leylek bulutları havayı kararttığında ve sonbaharın ilk yağmuru çiselediğinde, yazlıkçı hanımlar, bir an evvel Adadan kaçmak isterken, beyleri, Cumhuriyet Bayramı’na kadar Adada kalmak için direnirler. Adalardaki dedikodu ortamı, soğuk havalarda bu kadar kıt mı oluyor?

***

SonbaharSonbaharBeş çocuk annesi Annem, eve giren evlatlarının birini keyifli ve mutlu gördüğünde, (üzüntülerimizi alnımızdan okuduğu gibi), sevindiğimizi da derhal anlardı ve “Adio, le kayo la şehina” “Allah’ım, yüzüne nur indi” sözcüklerine benzer bir iltifatta bulunur, güzelleşmiş olduğumuzu ima eder ve çapraz sorularla, flörtümüzün kim olduğunu çözmeye çalışırdı. Demek ki sevgi, insanı güzelleştirirmiş.

Verdi’nin La Traviatta’sını hatırlar mısınız? Fi tarihlerinde Büyükada’ya gelen Rifat Telgezer Cambazhanesinin Çadır Tiyatrosunda, meşhur bir aryanın tercümesi şöyleydi: Sen benim olsaydın / Ben senin olsaydım / Cennet olurdu dünyam /  Dünyam cennet olurdu.

***

Eskiden, insanımız, ilk veya orta öğretimle yetinerek hayata atılabiliyordu. Çok defa kişi, baba mesleğine devam eder veya serbest iradesiyle sevdiği bir meslek seçerdi. Hatta çıraklık denen bir usul vardı. Tatillerde, güvenilir bir esnafa “eti senin kemiği benim” deyimiyle gönderilen bir çocuk, işe ısınırsa, o işi kendine meslek edinirdi.

İleri ülkeler, henüz bebek yaştakilerin dahi, hayatı güzel bulmaları için neyi severek yapabileceklerini tayin etmeye uğraşmakta. Şehrimizde, bu hususta çok ileri adımlar atılmaktadır. Birçok kültür derneği, çocukların meslek seçiminde, hobi olarak dahi, neyi severek yapabileceklerini, nelere yatkın olabileceklerini araştırıp ona göre yönlendirilmektedirler.

Bugün lise, hatta üniversite tahsili, iyi bir kariyer için yetmediği gibi, üstelik puan değerlerine göre fakültelere yerleştirilen birçok genç, çok defa sevmediği bir mesleğe yöneltiliyor. Benimsemediği bir mesleğe yönelmek mecburiyetinde bırakılan genç, işine küsmüş olarak hayata atılmış oluyor ve meslekteki randımanı düşüyor. İnsan, severek yaptığı bir meslekte çalışamaz ise, hayatı güzel göremez, etrafını güzel bulamaz. İşte tam bu durumda, hobiler imdada yetişebilir.

Hobi denilen uğraşlar, insanı hayata bağlar, tatminsizlikten kurtarır. Çünkü bu tür meslek dışı ve kar beklenmeden yapılan işler, hayatımızı güzelleştirmek için kendi irademizle severek seçtiğimiz uğraşlardır ve neticede bize keyif veren, bizi sevindiren olayı veya eşyayı bizzat biz yaratmış oluyoruz.

Naçizane bir şiirimde yazmıştım:

‘Eğer ki bugün için /hiç işin kalmamışsa/ Kır, boz, dağıt, parçala / sonra düzelt ve onar!’ 

SardunyalarSardunyalarEvet, insan bir şeyler yaratınca sevinir ve hayatını güzel kılar ve severek yaptığı bu iş kendisini mesut ettiği kadar, etrafını da sevindirir, zira hüzün bulaşıcı olduğu gibi, neşe de çevreye bulaşır, ortamı sevindirir, güzelleştirir. Etraftan tebrik, alkış gelmese dahi, insan kendi kendini alkışlayarak keyfin doruk noktasına ulaşabilir. 

Geri kalmış ilkel ülkelerin insanı, hayatı güzel bulmanın sırrını, genelde sekste arar ve art arta çocuk yaptıktan sonra onları yetiştirmek için emek vermeyi gerekli bulmaz, çocuğunu orta yerde salıverir.

İnsana yakın bilinen maymun bir dal parçası kırıp ağacın tepesine çıkar, yere atar, iner, onu bulur, alır, sevinir ve tekrar ağacın tepesine çıkıp tekrar yere atar, iner, alır, ağaca çıkar, atar, vs. ve böylece hayatını renklendirir, güzelleştirir.

Keza kedi, topunu veya yumağını evirir çevirir uzaklaştırır, yanına gidip koklar, tekrar evirip çevirir, uzaklaştırır, yakalar, iter… O a kendine göre güzel bir hayat yaratır, aklıca…

Emekli insan, sardunya fidanını eker, sular, goncayı bekler, çiçeği görür, sevinir, etrafı renklenir, odası şenlenir, hayatı güzelleşir; derken sardunya solar, dökülür, yenisi doğar, sular, tekrar ümitlenir…

Hatırlar mısınız, bir zamanların sinemalarında seyrettiğimiz William Hanna ve Joseph Barbera’nın yarattıkları ‘Tom and Jerry’lerini… Fare kaçar kedi kovalar, buluşurlar, kapışırlar; sonra tekrar biri kaçar, diğeri kovalar, dalaşırlar; biri diğerinden uyanık, tekrar kurtulup hızla kaçar, buluşup cilveleşirler; derken yeni bir tuzak… Ve bu durum böyle devam ederken bizler de olayları merakla seyreder, gülerken sevinir, güzel anılarla yüklü olarak, şen ve mesut eve dönerdik.

Her akşam, hatta gün boyu, kitleleri, milyonları, televizyon ekranı karşısına çeken dizilerin ekseriyetinde, kız erkeğin veya erkek kızın peşinden koşmuyor mu? Kovalamacaları uzatmak, diziyi sürdürebilmek için serpiştirilen sebepler ise hep aynı: Kaynana zırıltısı, töre intikamı, para hırsı… Ve bitiminde ‘mutlu son’ sayesinde sevinip “ne de güzel geceler geçirdik” diyerek avunuyoruz. O kadar ki, dış ülkeler dahi dizilerimizi satın alıp memleketimize döviz yağdırmakta ve ‘Yeşil Çam’ ekolünden bu yana gelişip parlayan yıldızlarımızı kalkındırmaktadırlar.

Hobi dediğimiz meşgaleler hayatı güzelleştirmek için severek yapılan uğraşlardır.

Ve bunun uğruna sarf edilen zaman da, para da helaldir. Lakin öyle masraflı hobiler var ki hayatı sevmek uğruna insanı iflasa kadar götürebilir. Hatta hayatı sevmek uğruna, hayatını tehlikeye atanlar da var. Bilinçsiz olarak trafiğe çıkanlar gibi…

Yazdığım bu son cümle ile hastanemiz tekrar aklıma geldi. İnşallah Adamızın bu güzel tesisindeki tüm vazifeliler, mesailerini has be has Adalı olarak yaşayacak bebeklerin doğumlarına ve hayatını uzatmak isteyen kişilerin arzularına vakfeder, vatandaş da, yalınız sıhhatli ve lezzetli yemek tariflerini öğrenmek için bu sağlık pınarına uğrar.

Esasen yeni eğilim, şifa dağıtan merkezlerin, insanı tedavi etmekle birlikte, tedavi gerektirecek rahatsızlıklara mahal bırakmayacak şekilde vatandaşları uyarmak ve gereken önlemleri aldırtmaktır.

Hepinize, son günlerde uzatılan akşam güneşinden faydalanarak, hobilerinizi değerlendireceğiniz ve severek geçireceğiniz güzel, neşeli, sağlıklı bir sonbahar mevsimi dilerim.

05 leylekler 840xLeylekler

 

Son değişiklik Pazartesi, 03 Ekim 2016 12:25
Yorum yapmak için oturum açın