Bu defa kararlıyım, her şeyi bir yana bırakıp ‘Survivor’ı yazacağım. Zaten yayınlandığı günlerde, birçok kişi gibi olana bitene gözlerimi kulaklarımı kapayıp onu izliyordum. Belki siz bu yazıyı okurken bitmiş olabilir, o yüzden “izliyordum” dedim, yoksa bu gece bile izleyeceğim daha. E adrenalin iyidir, hafif çarpıntı insanı canlandırır, dert dağıtır. Tabii eğer ucu sana da dokunabilecek bir endişe yaratmıyorsa. Yoksa haber programlarından adrenalin fışkırıyor ama onlar, sırf heyecan verici hafif bir çarpıntıyla kalmıyor, yürek daraltıyor, acı veriyor, öfkelendiriyor, isyan ettiriyor. Üstelik etkisi kalıcı, kurtulmak kolay olmuyor, uykularında bile insanı rahatsız etmeye devam ediyor. Survivor öyle mi? İzlerken hop oturup hop kalkıyorsun, bitince geçip gidiyor.
Gerçi bunu neredeyse hayatının merkezine oturtan, takıntılı fanlar da yok değil. Ciddi bir bütçe ayırıp, tuttukları yarışmacıya yüzlerce SMS atıyorlar, onlar için tartışmalara girip, her yaptıklarını körü körüne savunuyorlar. Futbol takımı taraftarları gibi… Son zamanlarda ülke genelinde bir fan olma modası var farkında mısınız? Telefon şirketlerine veya kimi sosyal medya platformlarına para kazandırma odaklı bir moda bu. O kadar bulaşıcı bir etki yaratarak giriyor ki hayatlara, insanlar neredeyse siyasi eğilimlerini de bu alışkanlıkla değerlendirir oldular. En çok da Erdoğan’ın fanı var bence. Öyle bağımlılar ki bunlar, evlerini başlarına yıksa haklı bir neden bulurlar. Ay yine geliverdi dilime. Yok yok, böyle konular yok. Survivor var.
Evet, gelelim aslında neden pek sevdiğime. Bir kere önce, bende acayip bir nostalji yaratıyor. Biz küçükken kardeşimle, arkadaşları örgütleyip ‘ıssız ada’ oyunu oynardık en çok. Yazın Burgazada’da tenha yerler bulur, kayalara, tepelere tırmanır, yerlerde sürünür, sulara girer, yenebilecek otlar arar, istiridye midye toplar yerdik. Kışın da evde köşeye bucağa çarşaflardan çadır yapar, büzülüp içine girer, yemeğimizi ısrarla, olabilecek en ilkel şekilde yani çatal bıçak falan kullanmadan, ellerimizle mıncıklayarak orada yemek isterdik. Annemin buna neden izin vermediğine de akıl erdiremezdik. Survivor’la ilgili sohbetlediğimizde de neden hiç balık tutamadıklarına ve o ortalıkta vızır vızır dolanan yengeçleri neden yemediklerine aklımız ermiyor. Ya yemek kültürlerinde yok ya da günahlarını almayayım şimdi, belki çoğu zehirlidir. Bu sohbetlerden birinde bir arkadaşımızın “Siz oraya gitseniz ilk önce ne yapardınız?” sorusuna, ikimiz bir ağızdan “Karşıki küçük adaya bi yüzerdik” dememiz de ilginçti. Sonra da yine benzeri bir şey düşündük, belki de yasaktır. Belki de köpekbalıkları vardır. Ne de olsa okyanus orası, gençlikte pek sık yaptığımız gibi ASSK’nın burnundan atlayıp Heybeli’ye yüzmeye benzemez. Ay pek nostalji oldum ben yahu…
Survivor’a bu kadar takılmamın önemli bir nedeni de ta ‘Var mısın, yok musun’ yarışmasından beri; Hakan Hatipoğlu. O benim bir çocukluk arkadaşım sevgili Eser’in oğlu. Kendi bunu nereden bilecek? Ama ben ta o zamandan hem onu izliyorum hem de bir kez takılmış olduğumdan ve de biraz da gençliğime öykündüğümden belki, Survivor’ı. Genç olsaydım gider miydim? Bilmiyorum doğrusu. O kadar ilkel koşullarda yaşayamazdım herhalde. Ama kesinlikle Alp Kırşan’ın yaptığı işte gözüm var, onu şimdi bile yapabilirim valla.
Survivor’ı izlerken bir yandan da, ülke olarak nasıl da arızalı tiplere meraklı olduğumuzu düşünüyorum. Bir Semih var mesela, zeki bir çocuk, epey de becerikli ama son derece asap bozucu ve gıcık, çelimsiz de bir tip. Genel olarak performansı da eeeh… bir kere öyle akıllı ki beceremeyeceğini kestirdiği bir yarış varsa bi punduna getirip yan çiziyor. Herkesi saygısızlıkla itham edip durdu ama kendi durmadan hakaret eder gibi herkesle dalga geçti. Aman nasıl tutuluyordu bilseniz, boyuna SMS birincisi oldu. O kadar üzerine gitti ki herkesin, sonunda ciddi bir şekilde sakatlandı. Parmağı kırıldı, yazık, olmasaydı keşke… Bu kadar büyük konuşursan sonunda olacağı buydu diyeceğim ama belki de her şeye rağmen ballıdır zira bu sayede potaya motaya girmeden finalist sayıldı. Bir de erkek Fatma Nagihan var. Ha haa bilgisayar erör verdi; Nagehan olacakmış, biz bilmiyoruz sanki… Milli sporcumuz olan bu Nagihan güçlü evet, hatta bunca yıldır Survivor’da böylesi görülmedi ama fena halde muhteris, kaba, sinsi ve dönek. Kazanmak için yapmayacağı şey yok. Bana sorarsanız, iyi bir yarışmacı ama karakteri on para etmez. Öyle çok fanı var ki aklınız durur.
Bu kadarını nereden mi biliyorum? Tabii ki yine Hakan yüzünden fırsat buldukça gündüz yayınlanan Survivor Panorama programını da izliyorum. Fanı oldukları yarışmacıya deli gibi bağlı, canhıraş savunmalar yapan izleyiciler karşısında gerçekleşen bir yorum programı bu. Sabık sunucu; Nur Tuğba Algül’le birlikte her gün, eski bir yarışmacıyı veya eleneni konuk ediyorlar. Artık o taraklarda o kadar da bezim yok, yoksa arayıp da neler sorardım.
Mesela, hadi erkeklerin saçları fazla uzamıyor diyelim, kızların kaşları hiç çıkmıyor mu? Modelleri hiç bozulmuyor. Sonra hadi kızlar epilasyonludur diyelim, erkeklerin koltuk altı kılları ne oluyor? Sonra, sizce ‘badem’ ne zaman ‘bade’ oldu? Yoksa bilmediğimiz bade denen başka bir şey mi var oralarda? Bence eski Survivor’lardan birinde Samantha adında Afrikalı bir kız vardı ya bunu o uydurdu. Afrikalılar kelimenin sonundaki ‘M’leri söyleyemiyorlar nedense, Yattara da öyle ya… Bir kere o öyle dedi, öyle de kaldı. Hayret ediyorum, Acun bile düzeltmiyor. Soracağım bir gün valla. Gördüğünüz gibi dostlar; bu ay hiiiiç derdim yoktu benim, derdi olmayan kasap misali bunlara sardım işte. Keşke Yılmaz Morgül kalsaydı, çok eğlenceliydi, elenince arazi oldu adam, hiçbir programa da katılmadı, gurur mu yaptı nedir… Bu arada Serkay’la Atakan’ı tutuyorum, bi de iki lafta bir “Anladın mı” demeseler…
Neyse… Tahminimce bu yazı çıkana kadar sonuçlar da belli olmuş olacak ama ben şu anda henüz bilmiyorum. Garip bir şekilde yarışlarda hep Gönüllüler kazansın istedim ama en bi finalde birinciliği Atakan’a yakıştırıyorum. Nagihan, Survivor tarihinin en güçlü yarışmacısı sayılsa da ona birincilik yakıştırmıyorum. Zaten bir araba kazandı, yeter. Serkay’ı da pek seviyorum ama dediğim gibi; Atakan’ın birinci olmasını istiyorum. Bakalım ne olacak…